“Biliyorum. Biraz iç karartıcı bir yazı bu…”

Günümüzde hastalıkların ne derece arttığı malumunuz. Diyabet, kanser, obezite, eklem sorunları, kalp damar hastalıkları ve daha niceleri. Çocuklarda alerji, hatta yetişkinlerde dahi sonradan meydana çıkan alerjiler. Bunun nedenleri üzerine pek çok araştırma yapılıyor. Hastalıkların bu denli yükselişinde elbette genetik yatkınlık önemli bir yerde. Ancak yetersiz, düzensiz ve niteliksiz beslenme, doğallıktan her geçen gün uzaklaşan besinler, aşırı stres, hızlı yaşamak zorunda kalmak, sigara ve fazlasıyla alkol tüketimi sayılabilir. Uzmanlar da benzeri görüşlerde.

Kısa bir süre önce tüm gezegeni eve kapatan bir pandemi atlattık. Bunun üzerine pek çok kere tartışıldı. Gerek aşı bağlamında gerek bunun bir kimyasal saldırı, organize edilmiş ve dünya nüfusunu azaltmaya dönük bir eylem olduğu söylendi. Bunların gerçeklik yanı yok değil bana göre. Yani nasıl körü körüne bu fikirleri doğru kabul etmenin yanlış olduğu söyleniyor ise, kökünden reddetmenin de mantıklı bir fikir olmadığı açık. Sağlık tüm dünyada bir sektör ve sektörel olan her şey sorunludur. Yaşamı öncelemez.

Hızlı tüketim küresel yahut ulusal şirketlerin işine gelen bir şey. Ne kadar çok tüketim, o kadar çok sermaye. Bir ay gibi kısacık sürede büyütülen tavuklardan yapılan hızlı yiyecekler, dürümler, dönerler, içinde ‘tanımlanamayan doku’ diye tabir edilen etler… Bunlar her gün milyonlarca insan ve çokça da çocuk tarafından tüketiliyor. Çünkü daha ucuz, daha yaygın. Doğal olana erişmek çok pahalı. Sağlıksız koşullarda ve suni gübrelerle, sera ortamında yetiştirilen sebzeler, genetiği değiştirilmiş tohumlar ve doğal tohumlara konulan kısıtlamalar, hatta yasaklamalar da cabası. 

Bu durum küresel sermayenin her türlü biçimde işine gelen, zaten oradan doğru kontrol edilen bir durum. Gıda tekeli, sağlıksız bireyler yaratarak ilaç şirketlerinin ihya edilmesi, hastalıklı ve muhtaç toplumlar yaratılması, depresif, içe dönük, çaresiz yığınlar, kapitalizmin işine gelen bir şey. Çünkü bu yığınlar çok çabuk hasta olacak, ilaç tüketecek, duygusal boşluğun yarattığı duygu durum ile daha çok tüketecek.

Bunlar komploculuk gibi gelebilir. Ancak “V For Vendetta” filmini anımsayalım. Orada şebeke suyuna virüs karıştıran devlet destekli bir organizasyon ve buradan nemalanan, çok zengin olan bir ilaç şirketi sahibinden bahsedilir. Baskıcı ve totaliter bir hükümet ile idare edilen İngiltere anlatılır bir kurgu olarak. Tüm toplum mutsuz edilmekte, baskı görmektedir. 

Şirketlerin insafına bırakılan sağlık ve gıda üretim tekeli filmlerde bir kurgu olarak var olmuyor sadece. Sistem böyle işliyor. İçinden geçtiğimiz koşullar ruh sağlığını bozuyor. Amaç bu. Bu ise insanların antidepresanlara hücum etmesine, ilaç tüketmesine neden oluyor. Her gün budanan sağlık hakkı kazanımları ise, insanları özel hastanelere mecbur etme girişimi. Bu hastaneler işletme zira ve arkasında çok sayıda büyük tüccar var. O nedenle hem hasta ediliyoruz, hem sağlık hakkı sistematik olarak budanıyor, hem de buradan birileri zengin ediliyor.

Teknolojinin kölesi olan yığınlar var. Hareket kabiliyetini adeta yitiren, sosyalleşemeyen, sosyal medyada gezinerek gün öldüren, habire alışveriş yapan, aynı masa oturup konuşmayan, telefonla meşgul olan, yürüyüş yapmayan, toprağa basmayan, doğadan hızla uzaklaşan yığınlar… Bu yığınların sağlıklı olması beklenebilir bir şey değil. Hareket etmeden iyi hissedilemez ki. Doğayla bir şekilde temas etmeden sağlıklı olunamaz. Bu kadar sağlıksız beslenerek sorunsuz bir bedene sahip olunamaz. Ancak kırılgan, sürekli hastalanan ve kronik sorunlara sahip olan bireyler çoğalır. Her an yeni bir grip salgını ve bu gripten ölenler olur. 

Fizyolojik rahatsızlıklar ile ruhsal sorunlar birbirinden bağımsız değil. Kalıtsal faktörler olsa da, nesilden nesile tüm burada anlatmaya çalıştığım beslenme biçimi hızla yerleşiyor olsa da, iletişim kuramayan, sadece tüketen nesillerin çoğalması da bu hastalık halini besliyor. Bu beslenme biçimi de ruh sağlığını etkiliyor.

İyi hissetmeyen biri hasta olur. Beslenemeyen biri iyi hissetmez. Sanattan, hoş sohbetten, insanca bir yaşamdan uzak birinin ruh sağlığı nasıl iyi olabilir? Sanatsızlaştırma, sansürler, pahalılık da insanları hasta eden nedenlerden. Bunu görmek zorundayız. Sanatın günbegün sansürlenmesi neredeyse yok olacak hale getirilmesi bu sağlıksız ruh halinin nedenlerinden biri. Hep ifade etmek lazım. Sanat en büyük şifalandırıcılardan. 

Tv kanallarında gündüz kuşağında akşamlara kadar acılı kavgalı gürültülü programlar toplumun halinin yansımalarından biri. Haberler sevinçli şeyleri değil kötü ve üzücü şeyleri iletiyor bizlere. Tüm bunlar bütünlüklü olarak hasta bir toplum yaratıyor. Hepsi birbiri ile bağlantılı. 

İnsanca yaşama koşullarından her gün uzaklaştırılan bireylerin çaresizliğini görmemek mümkün değil. Adeta mutlu, umutlu, sevinçli haberlere, gelişmelere yabancılaştık. Bu da bizi hasta ediyor ve bu kez de sağlık hizmetine erişemiyoruz. Hastanelerden sıra almak neredeyse imkansız. Özel hastane maliyetlerini karşılamak da. Aile hekimlerinin yetkileri ellerinden alınmak isteniyor ve hekimler grev yaparak önce toplum sağlığı hakkına sonra da kendi haklarına sahip çıkıyor.

Biliyorum. Biraz iç karartıcı bir yazı bu. Ancak küresel ve yerel sermaye bunu amaçlıyor. Ne kadar hastalıklı bir toplum, o kadar kazanç. Ne kadar hayalsiz, umutsuz bir toplum, o kadar hasta, bağışıklığı düşük ve çaresiz bir toplum. Sistem böyle işliyor.