Geçtiğimiz hafta, İz Televizyonu’nda Nil Kahramanoğlu’nun hazırlayıp sunduğu Gündem Özel programında, İzmir Büyükşehir Belediyesi önceki dönem başkanı Tunç Soyer ve eski/mevcut bürokratları, CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu ve pek çok İzmirlinin gözaltına alındığı İZMİR OPERASYONUNU değerlendirmeye çalışmıştık. O gün konuştuğumuz birçok başlık, günler geçmesine rağmen hâlâ geçerliliğini koruyor. Çünkü aslında kriz geçmedi, yalnızca gündem değişti ya da uzayıp ayrıntılanarak İzmirlilerin gündeminden düştü.
İzmir’in çevresi bir süreliğine susmuş olabilir, alevler sönmüş gibi görünebilir. Ama bu kentin içten içe yanmaya devam eden çok daha derin yangınları var: Deprem riski, barınma krizi, su kıtlığı, yoksulluk, örgütsüzlük. Ve bunların hiçbiri kalıcı bir çözüme kavuşmuş değil.
Afetler kadar tahrip edici: Siyasi krizler ve kurumsal belirsizlik
İzmir bugün yalnızca doğa kaynaklı afetlerle değil, aynı zamanda kurumsal güvensizlikle ve siyasal belirsizlikle de karşı karşıya. Kentin en önemli kamu kurumlarından biri olan İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik başlatılan geniş kapsamlı operasyonlar, yalnızca bireyleri değil; kamuya olan güveni, yerel düzeydeki çözüm üretme iradesini ve dayanışma zemininin kendisini de etkiliyor.
Bu operasyonların hukuki boyutunun ötesinde, toplumsal etkisi ciddi ve uzun vadeli. Çünkü özellikle barınma, afet hazırlığı ve sosyal destek gibi alanlarda kamusal sorumluluğu üstlenmiş aktörlerin hedef alınması, krizle mücadelede halkın elindeki sınırlı araçları daha da zayıflatıyor.
Tutuklanan ya da gözaltına alınan isimler yalnızca kişiler değil; onların temsil ettiği işlevler, örneğin konut kooperatifleri ya da yerel afet dayanışma modelleri de bu süreçte sekteye uğramış durumda. Bu, yalnızca geçmişi değil, geleceği de ilgilendiriyor.
Ancak bu noktada kutuplaşmaya değil, sorumluluğu birlikte taşıma cesaretine ihtiyaç var. Önemli olan “kim haklıydı” sorusu değil; bu krizden birlikte nasıl çıkacağımızı konuşabilmek.
Afetle değil, hazırlıksızlıkla boğuşuyoruz
Bu şehirde afet dediğimiz şey artık sadece doğa olayı değil. İklim kriziyle büyüyen yangınlar, yaklaşan büyük deprem, kırılgan altyapı, yıllar içinde ihmal edilmiş kamusal hizmetler… Bunlar fiziksel tehditler. Ama aynı zamanda, toplumsal reflekslerimizin zayıflığının ve ortak bir hazırlık iradesinin olmayışının da sonucudur.
İzmir’de afet riski olağan; fakat bu risklere karşı kolektif bir hazırlık olağan dışı hale gelmiş durumda. Oysa kentlerin asıl gücü, yalnızca kurumlarının değil, birlikte hareket edebilen toplulukların varlığıyla ölçülür. Ve İzmir bugün bu sınavda ciddi zorluklar yaşıyor.
Normalleşme değil, unutmaya karşı direnç zamanı
Felaketlerin hemen ardından gelişen refleksler, dayanışmalar ve tepkiler zamanla dağılır; sokak susar, gündem değişir, acil ihtiyaçlar bastırılır. Bu, felaket sonrası toplumsal “normalleşme” halidir—ama bu iyileşme değildir. Bu, unutma ile gelen tehlikeli bir durulmadır.
Oysa İzmir’de ne yangın riski geçti, ne deprem tehlikesi azaldı, ne de altyapı krizleri çözüldü.
Sadece afetin sıcaklığı yerini bir tür sessizliğe bıraktı. Ama bu sessizlik, riskin sona erdiği anlamına gelmez. Tam tersine, sessizlik büyüdükçe kırılganlık artar.
İzmir’in şimdi ihtiyacı olan şey, bu unutma eğilimine karşı dirençli olmak; hafızayı diri tutmak ve hazırlığı kurumsallaştırmaktır.
Herkesin sorunu, herkesin sorumluluğu
Kentin yalnızca yönetim kademelerinde değil, yurttaşların gündelik hayatında da bir tükeniş hali gözlemleniyor. Öğrenciler geçinemiyor, işçiler grevde, üretici suskun, gençler göç planı yapıyor. Ama bunların hiçbiri kamusal hafızada yeterince yer etmiyor. Çünkü sorunlarımızı konuşmakta bile geç kaldık.
Yüzleşmemiz gereken şey yalnızca yangınların yarattığı tahribat değil; aynı zamanda birlikte çözüm üretme alışkanlığımızı ne kadar kaybettiğimizdir.
Bu nedenle çözüm, yalnızca yeni bir plan ya da yatırım değil;
yeni bir birlikte düşünme ve hareket etme iradesi inşa etmektir.
Bu kriz bir çağrı olabilir
Bu yazının amacı bir uyarı yayınlamak değil, bir çağrıda bulunmak:
Yurttaşlar, meslek odaları, sendikalar, yerel yönetimler, mahalle örgütleri ve gençler…
İzmir’i yeniden konuşmak ve yeniden kurmak için bir araya gelmeliyiz.
Bu yüzleşme gecikirse, bir sonraki yangın yalnızca ormanları değil, umudu da yakabilir.
Alev alev Türkiye: Orman yangınları neden bir felakete dönüştü?

 
                                    