“Öğretmen,
Hiçbir şeyi öğretiyordu,
Geri alıyordu çift katlı korkudan
Bilme sevincini.”*
Ezen-ezilen arası çelişkiler hayatın olağan akışında derinleşmeye, gündelik hallenmeler olağanüstü ‘hal’leriyle muhataplarını kuşatmaya devam ederken hayatın içindeki ilişki akışlarındaki başkalaşmalar çocukla çalışan alan çalışmacıları olarak kafa yormamız gereken konulardan. Kendiliğin içinde kendine yer arayan, bulamadığında kriz yaratmaktan geri durmayan günümüz iktidar ilişkilenmelerinde, sarsıcı ve karmaşık etkileri teorize etmeye yarayacak enerji fazlasına giderek ihtiyaç duyduğumuz açık. Öteki ile karşılaşma alanlarında, münferit ve dayanılmaz(!) varlıklarımızın haberini almakla mühürlendiğimiz sanal çalkantı çağında, “başka” nın giderek başkalaşma eğiliminde olduğunun ayırdındayız. Temasın dramatik bir ‘duygulanım kirliliği’ yarattığı günümüz dünyasında özgürleşmeci ilişki dinamiklerine eskisinden daha fazla ihtiyacımız var.
Kaybolan bağların arasında salınan dayanışma ihtimalleri, belki de kültürlenmenin en iyileştirici yanlarından. Ezilenin yanında kalabilmek adına, “başka” hayat pratiklerinin olduğunu fark edebilmek ve “ezen öteki”nin karakterini doğru okuyabilmek öğrenme özgürleşmelerini deneyimlemek adına elzem. Zira ikili ilişkilerde güçlüden yana olmak, güçlüyü de güçten düşüren etkisiyle manipülatif etkiye yatkındır. Bu yüzden ezilen, kendisini ezen öteki’nin farkında olsa dahi, müdahale olanakları yaratamadığında bir kat daha güçten düşmüş olmanın hezeyanına tutunarak güçten düşer. Hezeyan, ilişkinin dinamiğine sızdığında ve sızdığı alanda tıkanma yarattığında ise ezilenin baş etme becerilerini işletmesi gitgide zorlaşır. Fark’ın yüzeye yansıdığı “hal” ezeni de sıkıştırır boyuta ulaştığında, ironik bir biçimde “adalet” mefhumunu dilinden düşürmeyen yine ezen özne olur.
Zira pozisyon, mertebeye ulaşanın da kendi gücüne duyduğu inancı ve gerçekliğini bulanıklaştırır. Diyalog halindeki öznelerin, kendi varlık alanları ile ilgili gerçekçi işaretlemeler yapamamalarının önemli gerekçelerinden biridir bu aynı zamanda. İktidar varsa ukte de olacaktır. Yetke sızıntısının olduğu dinamiklerde hayal kırıklığından beslenen hayaller baş köşeye oturacaktır. Çelişkinin olgunlaştığı yerde ise kuşkusuz isyan bayrağının çekilmesi an meselesidir.
Öğretmen-Çocuk ve Ezen-Ezilen Dinamiklerinde Özgürleşmeci Pratikler
Öğrenme, sonsuz olasılıkların içinde şekillenen bir psiko-pedagojik sürece denk düşer. Öğrenme ilişkilerinde, öğrenen-öğreten pozisyonlarının kesiştiği psikolojik ardalan özelde Freire’in metinlerinin orijininde yer alır. Öğrenmeyi, ezen-ezilen çelişkilerinden özgürleşmiş bir psikolojik iklimde değerlendirebilmenin kendisi, öğrenmeye dair bilinçdışı kodları gevşetir. Öğrenmenin bu kodlardan genleştiği yerde, çocuk-öğretmen arasındaki ilişkiler demokratikleşmeye başlar.
İktidar ilişkilenmelerinin öğretmenin lehine addedildiği yer olarak öğretmen- çocuk arasındaki ilişki karmaşık dinamikleriyle özel olarak anlaşılması gereken halleri mevcudiyetinde taşır. Varlığı bakım-vereni ile işaretlenen çocuk, yine ‘ailesinin çocuğu’ olarak okullanır. Kendi kaderini tayin edememiş ve ebeveyninin ötekisi olarak yazgılanmış olan bu yerde çocuk, er ya da geç otonomisini ilan edebilmek için isyana başvurmak zorunda kalır. Okul belki de bu varoluşsal isyan dinamiklerin güç aldığı yegane ve ilk alandır.
Çocuğun isyanını karşılayan ilk özdeşim öznelerinden olan öğretmen, hem bu semptomları devralması, hem de başka bir ötekilik olanağı sunması bakımından oldukça kritik bir pozisyondadır. Bu pozisyonunu çocuktan yana ve demokratik bir dengede tutabildiğinde özgürleşmeci ilişkilerin ümitleri var olacaktır. Ancak ne var ki özelde Anadolu öğretmenliğinde; -köy enstitülerinden bu yana- öğretmen-çocuk arasındaki ilişkiler, mevcut iktidar örgüsünden sökülebilmiş değildir. Öğrenmede çocuğun konuşulduğu, mekanın çocuğun ihtiyaçları gözetilerek kurgulandığı, salınıma alan tanıyan ve tekçi olmayan, eşyanın yahut eşyasızlığın çocuğun ihtiyacına göre ve yine çocukla birlikte kurgulandığı öğrenme tasarımlarının ümidi yine öğretmenin iktidar alanının tasarrufundadır.
Bu tasarrufta, yet(iş)kin hayatın en ideal hayat biçimi olduğuna neredeyse ikna olmuş(!) yetişkin öznelerin arasında çocuğun özelliğini konuşmak lüks sayılabilmekte, yapabildikleri ve yapamadıklarıyla tariflenen çocuk için gelişim dönemleri kategorize edilerek çocuklar arası etkileşimler göz ardı edilebilmektedir. Her ne var ki öğretmen yahut eşlikçinin, gelişim aralıklarına sıkıştırılan çocuğun otonomi ihtimalinden haberdarlığı, öğretmen-çocuk arasındaki iktidar ilişkilerinin mahiyetini değiştirme potansiyelinin momentini özünde taşır. Çocuğun çocukla birlikte konuşulduğu bir öğrenme hayalinde, ilişkiler de özgürleşme potansiyeli taşır. Mekan kurgusuna çocuk dahillenerek, gereksinimler “özel” olmaktan çıkarıldığında, “çeşit”lenebildiğinde ve çocuk tarafından öz-değerlendirmesi yapılabildiğinde çocuk-öğretmen arasındaki iktidar gevşer.
Sonuç Yerine
Çocuk-öğretmen ilişkilerinin temelde bir “sorumluluk” ve “bakım” alanının dışında tariflenmesi, ilişkilerin özgürleşebilmesi adına kilit noktada yer alıyor. Öğretmenin psikolojik dinamikleri ile çocuğun psikolojik alanının kesişimselliği okul atmosferinde denkleşebildiğinde, “başka bir öğretmenlik” kurgusundan bahsedebilmek olanaklı hale gelebilir. Öğretmenin okulun yönetsel desenindeki “işçi” pozisyonundan sıyrılabilmesinin sağlanması, çocuk-öğretmen ilişkilerindeki özgürleşmeci pratikleri desenlendirerek, öğretmenin öğrenme tasarımınındaki zihinsel enerjisini “mesai” dayatmasından firar ettirebilir. Ebeveyn-çocuk-öğretmen arasındaki psikolojik trafikte, çocuktan yana düşünebilmek ve düş kurabilmek çocuğun öğrenme akışını boyutlandıracaktır.
Çocukluğun, her türden iktidar ilişkisinden özgürleşebildiği öğrenme deneyimlerine vesile olması dileğiyle…
*Daktiloya Çekilmiş Şiirler, Nilgün Marmara
FİKİR Dergisi’nin ikinci sayısında: “Ben, Sen, O, Bizsiz Onlar! Dil Ağrıyan Dişe Değer”
