Türkiye’de on üç yılı aşan göç deneyimi artık geri dönüş tartışmalarını geride bıraktı. Suriyeli göçmenler, akademisyenler ve ekonomi uzmanları eşit yurttaşlık, aidiyet, anayasa ve emek üzerinden kalıcılığın sınırlarını anlatıyor. Peki Türkiye, bu kalıcılığa hazır mı?
Geri dönüş söyleminin ötesinde kalıcılık
Ege Üniversitesi’nden akademisyen Lülüfer Körükmez, kalıcılık tartışmasını şu sözlerle açıyor:

“On yılı aşkın bir süredir başka bir ülkede yaşayan göçmenlerin büyük kısmının geri dönmediğini biliyoruz. Türkiye’de de bu kalıcılık artık bir gerçeklik. Geri dönüş söylemi, ayakları yere basmayan bir politik gündemden ibaret”.
Körükmez, geri dönüşü engelleyen temel faktörleri şöyle sıralıyor: “Hastanenin, okulun, işyerlerinin olmadığı bir yere dönülmez. Güvenliksizlik yalnızca Alevileri değil, herkesin dönüşünü engelliyor. Dolayısıyla mesele, kalıcılığa hazır olup olmamak değil, eşit yaşam koşullarını sağlayıp sağlayamamak.”
Aidiyetin sınırları: “Beyaz bir başörtüsü taksam yabancı olurum”
Yıllardır Türkiye’de yaşayan bir tıp öğrencisi, aidiyetin kırılganlığını şu sözlerle ifade ediyor:
“Burayı bir vatan gibi hissediyorum ama kıyafetim değişse ve pek çok Şamlı kadın gibi beyaz bir başörtüsü taksam, o zaman birçoklarının gözünde artık ait sayılmam ve tekrar yabancı olurum”.
Toplumun bakışını değiştirmek için ise genç kuşağa işaret ediyor: “Yaşça büyük neslin fikirlerini değiştirmek zor. Bu yüzden daha çok genç nesle odaklanılmalı. Çünkü onlar dünyaya daha açık.”
“Ne yaparsam yapayım, yabancı gibi hissediyorum”
Şanlıurfa’da bir kafede günde 13 saat çalışan Mustafa, barınma ve seyahat kısıtlamalarının yaşamını zorlaştırdığını anlatıyor:
“Geçici koruma statüsü nedeniyle şehirler arası seyahat edemiyorum. Bu durum beni aynı şehirde konaklama ve iş bulmakla sınırlıyor. Küçük bir şehir aşırı kalabalık hale geldiğinde yaşamak neredeyse imkânsızlaşıyor”.
On yılı aşkın süredir Türkiye’de olmasına rağmen aidiyet duygusunu kazanamadığını söylüyor:
“Arkadaşlar edindim, dili öğrendim, üniversite okudum. Ama içimde her zaman bir yabancı olma duygusu kaldı.”
Toplumla ilişkilerde saygı beklentisini ise şu sözlerle dile getiriyor: “Devlet dairelerinde çalışanların Suriyelilerle ilişkilerinde denetim olmalı. Çoğu zaman saygısızca davranılıyor, uzun kuyruklarda bekletiliyoruz, bazen de kasıtlı yanlış bilgilendiriliyoruz.”
Hasan’ın hikâyesi: İç vize, belirsiz vatandaşlık, kırılan aidiyet
İzmir’de üniversite okuyan Hasan, yaşadığı kısıtlamaları şöyle özetliyor:
“İzmir’de ikamet ettiğim için Manisa’ya bile izin almadan gidemiyorum. Bu bir tür iç vize uygulaması. 16-17 yasaklı il var. Ölüm olmadıkça gidilemiyor. Bu kısıtlamalar hem eğitimime hem sosyal yaşamıma engel oluyor”.
Vatandaşlık başvurularının belirsizliği de Hasan’ın en çok şikâyet ettiği konulardan:
“Başvuru yaptım, üzerinden yıllarl geçti. Hâlâ ‘evrak işlem aşamasında’ görünüyor. Kimlere vatandaşlık verildiğini bilmiyoruz. Net bir prosedür yok. Bu belirsizlik insanı yoruyor.”
Aidiyet ise kırılgan bir yerde duruyor:
“Ben burada büyüdüm, buradaki insanlarla aynı dili konuşuyorum. Eğer mesele aidiyetse, evet buraya ait hissediyorum. Ama 7 yaşındaki yeğenim için Suriye artık bilinmeyen bir ülke. O burada doğdu. O da buradaki çocuklar gibi konuşmaya başladıktan sonra okulda ilk Atatürk’ün adını öğrendi. Türkiye’nin başkentinin neresi olduğunu öğrendi ama Suriye ile ilgili o çocuğun herhangi bir bilgisi yok. O çocuk için dönüş imkânsız.”
Günlük hayatta yaşanan ayrımcılığı ise şu sözlerle aktarıyor:
“Korona döneminde aşı sırasında görevli, kimliklerimizi uzattığımızda ‘sırada normal yok mu’ dedi. O an anormal ilan edildiğimi hissettim. Bu, insanın kalbini kırıyor”.
Ekonomide vazgeçilmez emek
Suriyeli ekonomist Mülhem el-Cezmati, “Suriyelilerin ekonomik yük olduğu” söylemini şu verilerle reddediyor:

“Tekstil, tarım ve inşaat başta olmak üzere birçok sektör Suriyeli emeğine bağımlı hale geldi. Tekstil ihracatında rekabet gücünü koruyan, tarımda mevsimlik üretimi sürdüren, inşaatta büyümeyi sağlayan büyük ölçüde bu emek. Ayrıca Suriyeli girişimciler restoranlar, dükkânlar açarak yalnızca Suriyelilere değil Türk toplumuna da istihdam yaratıyor”.
El-Cezmati, kayıt dışı çalışmaya da dikkat çekiyor:
“Çalışma izinleri süreci hâlâ karmaşık ve maliyetli. Coğrafi kısıtlamalar işgücü piyasasının esnekliğini sınırlıyor. Bu nedenle hem işveren hem işçi kayıt dışına yöneliyor. Çözüm için bürokrasinin basitleştirilmesi, maliyetlerin azaltılması ve esnek hareket imkânı sağlanmalı”.
Anayasa ve eşit yurttaşlık
Yeni anayasa tartışmalarında göçmenlerin konumuna da işaret eden Körükmez, şunu vurguluyor:
“Bir göçmen hangi koşulları yerine getirdiğinde Türkiye vatandaşı olabilir? Bunun açık ve erişilebilir kuralları olmalı. Demokratik bir anayasa, eşit yurttaşlık tanımıyla bu mesele çözebilir. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok, dünyada bunun sayısız örneği var.”
Toplumsal kabulün ise en az anayasa kadar önemli olduğunu hatırlatıyor: “Vatandaş olmasa da herkesin temel haklara erişimi güvence altına alınmalı. Bu yalnızca Suriyeliler için değil, toplumun bütünü için gerekli.”
Medya ve önyargı
Göçmenlere yönelik olumsuz algının önemli bir kaynağı medya. Körükmez, “Göçmenler yük değil, emeğiyle topluma katkıda bulunan insanlar. Ama medyada hâlâ dezenformasyon ve hedef gösterme yaygın. Bu algı değişmedikçe toplumsal kabul zor” diyor.
Hasan da aynı noktaya değiniyor:
“Bu ülkeye Bulgaristan’dan göçmen geldiğinde Türk diye bağra basıldılar. Ama Halep’ten gelen Türkmenler ötekileştirildi. Bunun nedeni medya algısı. Bir suç işlendiğinde Suriyeli deniyor, ama iyi bir şey yapıldığında kimse köken belirtmiyor”.
Eşitlik olmadan gelecek yok
Türkiye’de 3,6 milyondan fazla Suriyeli yaşıyor. Yarısından fazlası on yılı aşkın süredir burada, yüz binlerce çocuk ise Türkiye’de doğdu. Geri dönüş artık istisna, kalıcılık ise bir gerçek.
Göçmenlerin ortak talebi ise net: “Biz de bu toplumun bir parçasıyız ama eşitlik olmadan gelecek kuramayız.” Dolayısıyla mesele, geri dönüş değil; eşit yurttaşlık temelinde ortak bir geleceği inşa edebilmek.
#SuriyeliGöçmenler #Kalıcılık #EşitYurttaşlık #GöçmenEmek #Aidiyet #Anayasa #UluslararasıKoruma #FikirGazetesi
Hediye Levent anlattı: Suriye’nin geleceği Türkiye’yi nasıl etkileyecek?
FİKİR Dergisi’nin ikinci sayısında: “Ben, Sen, O, Bizsiz Onlar! Dil Ağrıyan Dişe Değer”
Savaş Üçlemesi: Tarih, kimlik ve görünmeyen izlerle hesaplaşma

 
                                    