20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü, Türkiye’de her yıl istatistikler, adliye koridorları ve sessiz kalan mahalle hikâyeleriyle yeniden hatırlanıyor. Bir yanda BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’yi imzalamış bir ülke; diğer yanda hâlâ “çocuklar için çok zor” olan bir hayat: yoksulluk, işçilik, istismar ve savaşın gölgesi altında büyüyen milyonlar.
Bu tablo içinde hem kaybın yasını hem de mücadelenin sürekliliğini bir araya getiren bir girişim doğdu: Dilek Kumcu Çocuk Hakları Okulu. Nadir görülen bir hastalık nedeniyle kaybettiğimiz, çocuk hakları hareketinin pek çok kişi için yol arkadaşı olan Dilek Kumcu’nun adı, bugün çocuk hakları alanında yapılandırılmış bir eğitim programında yaşıyor. Program, sahada uzun süredir çalışan hak savunucularının biriken deneyimlerinden ve ihtiyaçlarından süzülerek oluşturuluyor; Uluslararası Af Örgütü de bu program için hem kurumsal bir zemin hem de dayanışma alanı sağlıyor.
Ezgi Koman, bu hikâyeyi anlatırken öncelikle Dilek’in bıraktığı boşluğa ve mirasa dönüyor:
“Dilek Kumcu, çocuk hakları hareketinden çok değerli bir arkadaşımdı. Onun mücadelesini ve bu alana katkılarını görünür ve kalıcı kılmak istedik. Kendisi yaşasaydı, bu programın mutlaka bir parçası olurdu.”
FİKİR, 20 Kasım vesilesiyle Koman’la, programın hikâyesini, Türkiye’de çocuk hakları mücadelesinin genel fotoğrafını, MESEM’lerle meşrulaşan çocuk işçiliğini ve çocuğa yönelik cinsel istismarın mevcut tablosunu konuştu.
Çocuk hakları okulunun hikâyesi: Bir arkadaşlığı sürdürme biçimi
Koman, Çocuk Hakları Okulu’nu “bir arkadaşlığı sürdürme ve bir mirası çoğaltma biçimi” olarak tanımlıyor. Program, uzun süredir alanda çalışan kişilerin deneyimlerinden ve sahadan gelen taleplerden yola çıkılarak tasarlanmış.
Okul üç modülden oluşuyor: Çevrimiçi yürütülen bir başlangıç modülü, yine çevrimiçi bir savunuculuk modülü ve son olarak yüz yüze gerçekleştirilen buluşma. Yüz yüze bölümde katılımcılar, “herkesin bulunduğu yerden çocuk haklarına dayalı bir çalışma yürütebileceği” fikriyle somut projeler ve inisiyatifler geliştirmeye başlıyor.
“Program, çocukla ilgili çalışan ya da çocuklar hakkında düşünen her yaştan kişiye açık. İçeriği hazırlayan da Türkiye’deki çocuk hakları savunucuları. Yani bir anlamda bu okul, yıllardır süren mücadelenin ortak hafızasından besleniyor.”
Koman’a göre bu yönüyle okul yalnızca bir “eğitim” takvimi değil; dağınık deneyimleri birbirine bağlayan, ortak bir dil kurmaya çalışan bir hareket alanı haline geliyor. Katılımcılar, yalnızca bilgi almıyor; bulundukları yerde neyi, kiminle, nasıl değiştirebileceklerine dair birlikte düşünme ve üretme imkânı buluyor.
Türkiye’de çocuk hakları mücadelesi: Sivil toplumun sınırları, siyasetin suskunluğu
Türkiye’de çocuk hakları alanının hâlâ “tam olarak olması gerektiği yerde ve şekilde” olmadığını kabul eden Koman, söze net bir tespitle başlıyor:
“Evet, bir yanıyla çok haklısınız… Çok açık ki Türkiye hâlâ çocuklar için çok zor bir ülke. Türkiye’nin Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye taraf olmasına karşın bu durum değişmedi.”
Sorunun, yalnızca mevzuat veya imza meselesi olmadığının altını çiziyor. Bir yanda yıllardır alanda çalışan sivil toplum örgütleri ve bireyler; diğer yanda ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün ve hukukun üstünlüğünün tıkandığı bir rejim gerçekliği var:
“Bu konuda çalışan pek çok sivil toplum kuruluşu ve kişi, çocuklar için daha adil bir ülke yaratmak adına çaba göstermeye, mücadele etmeye devam ediyor. Ama ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün ve hukukun üstünlüğünün işlemediği ülkelerde hak mücadelesi çok zordur.”
Yine de bu zorluğun, hareketi ayakta tutan motivasyonu ortadan kaldırmadığını vurguluyor:
“Bu mücadeleye katılanların büyük bir kısmı için bu çaba, aynı zamanda insani değerleri ve adalet duygusunu koruma çabası. Bu da hareketin varlığını sürdürebilmesinin temel kaynağını oluşturuyor.”
Koman’a göre çocuk hakları hareketi, geçmişe kıyasla daha örgütlü, daha deneyimli ve birbirinden öğrenmeye daha açık. Ancak sivil toplumun tek başına yapabileceklerinin sınırı çoktan aşılmış durumda:
“Zorluklar ve engeller her zaman var olacak. Ama bu engelleri aşmak, artık sadece sivil toplumun omzuna bırakılabilecek bir yük değil. Çok açık ki Türkiye’nin en büyük ihtiyacı, çocuk hakları meselesinin sivil toplumdan çıkıp siyaset alanında öncelikli bir gündem hâline gelmesidir.”
Çocuk yoksulluğu, eğitim hakkının piyasalaştırılması, mülteci çocukların durumu, engelli çocukların görünmezliği… Koman, bütün bu başlıkları aynı cümlenin içine yerleştiriyor:
“Bir ülkede çocukların ne yaşadığını, o ülkenin demokrasi düzeyinden bağımsız düşünemeyiz.”
MESEM’ler: Eğitimin kılığında meşrulaşan çocuk işçiliği
Söyleşinin en kritik başlıklarından biri, Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM). Koman, bu tartışmayı “eğitim politikası” değil “çocuk hakları ve emek rejimi” meselesi olarak kuruyor.
Önce genel çerçeveyi çiziyor:
“Özellikle kapitalizmin girdiği kriz ve ucuz işçi çalıştırma ihtiyacı düşünüldüğünde, ‘esneklik’ ve ‘güvencesizlik’ kavramlarının ne kadar yaygınlaştığını görüyoruz. Çocuk işçiliği de bu resmin dışında değil.”
Bu resmin içinde MESEM’ler çok özel bir yer tutuyor:
“MESEM, Milli Eğitim Bakanlığı’nın söylediği gibi bir eğitim ortamı değil; çocuk işçiliğini meşrulaştırmanın bir yolu. Buralarda yürütülen faaliyeti, gerçek anlamda bir eğitim-öğrenim süreci olarak adlandırmak mümkün değil.”
FİSA Çocuk Hakları Merkezi’nin hazırladığı rapor, MESEM çerçevesinde çalışan çocukların deneyimlerini ayrıntılı biçimde ortaya koyuyor. Rapora göre:
-
Çocukların büyük bölümü, işyerinde geçirdikleri süreyi ‘normal çalışma’ olarak değil, hayatlarının tamamını kaplayan bir “zorunluluk” olarak tarif ediyor.
-
Günlük mesai süreleri, yetişkin işçilerle aynı, çoğu zaman ise daha uzun. Teorik ders günlerinde bile, dersten sonra işyerine gidip çalışmaya devam ediyorlar; 11–12 saatlik çalışma, çocuklar için “istisna” değil “kural” hâline geliyor.
-
Haftalık toplam süreye bakıldığında, çocukların hayatının işyeri ile yalnızca dinlenme ve uyku için döndükleri evleri arasında sıkıştığı görülüyor. Serbest zaman, oyun hakkı ve eğitim hakkı fiilen ortadan kalkıyor.
Koman, rapordaki çocuk anlatılarını aktarırken iki önemli noktaya daha dikkat çekiyor. Birincisi, çocuk işgücünün işler arasındaki akışkanlığı:
“Raporda, çocukların bir işten diğerine, oradan başka bir işe nasıl hızla yönlendirildiklerini görüyoruz. Bu, çocuk işgücünün ne kadar ‘kolay vazgeçilebilir’ ve ‘yenisi hemen bulunabilir’ görüldüğünü gösteriyor. Çocuğun emeği ucuz, hak talebi ise neredeyse yok sayılıyor.”
İkinci nokta ise MESEM’e yönlendirilen çocukların profili:
“Çocukların kendileri de anlatıyor: MESEM’de kayıtlı çocukların önemli bir kısmı, okulda ‘başarısız’ olarak etiketlenen çocuklar. Hem okul idareleri hem de ebeveynler, ‘başarısız’ gördükleri çocukları MESEM’e yönlendiriyor. Yani aslında eğitim hakkı güçlendirilmek yerine, sistem dışına doğru itilmiş oluyorlar.”
İşyeri deneyimlerinde sık rastlanan bir başka başlık da şiddet ve kötü muamele. Çocuklar, işyerlerinde sık sık kaba sözlere, bağırmalara, kimi zaman da fiziksel şiddete maruz kaldıklarını anlatıyor. İş sağlığı ve güvenliği önlemleri çoğu kez yalnızca kâğıt üzerinde kalıyor:
“Çocukların anlatımlarına göre, işyerlerinde sık sık küfür ve hakaretle karşılaşıyorlar. Kimi işyerlerinde kişisel koruyucu donanım sağlandığı söyleniyor ama çoğu zaman bu donanım bile sağlanmıyor. Yani çocuklar, hem psikolojik hem fiziksel olarak yüksek risk altındalar.”
CHP İstanbul Milletvekili Suat Özçağdaş’ın 2024 yılında verdiği soru önergesine göre yalnızca bir yıl içinde en az 336 çocuk MESEM kapsamında çalışırken iş kazası geçirdi. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi ile FİSA ÇHM’nin aktardığı veriler, onlarca çocuğun MESEM çatısı altında yürütülen işlerde yaşamını yitirdiğini gösteriyor. En ağır örneklerden biri, Mersin Anamur’da mesleki lisede okuyan 11. sınıf öğrencisi Alperen Uygun’un, MESEM kapsamında çalıştığı inşaatta üçüncü kattan asansör boşluğuna düşerek ölmesi.
Koman, bu tabloya bakarak son derece açık bir cümle kuruyor:
“Dolayısıyla MESEM’ler bir eğitim süreci değil, çocuk işçiliğini meşrulaştırmanın bir yoludur.”
Çocuğa yönelik cinsel istismar: Görünürlük artıyor, koruma sistemi yerinde sayıyor
Söyleşinin son bölümünde çocuğa yönelik cinsel istismara dair tabloyu soruyoruz. Koman, bunun ne Türkiye’de ne de dünyada yeni bir sorun olmadığını hatırlatarak başlıyor; farkın, bugün yaşananların hem çok daha görünür hem de çok daha ağır ve sistematik hale gelmiş olması olduğunu söylüyor.
Türkiye’ye dair veriler, adli istatistikler ve sahada çalışan örgütlerin bulguları, vaka sayılarının arttığını düşündürüyor. Ancak aynı artış, koruyucu mekanizmalarda ya da adalet süreçlerinde hissedilmiyor:
“Türkiye özelinde rakamlara baktığımızda—ki bunların çoğunun yalnızca bildirilmiş vakalar olduğunu biliyoruz—istismar vakalarının arttığını söyleyebiliriz. Ama buna paralel bir biçimde çocukların korunmasında, sosyal destek mekanizmalarında, yargısal süreçlerde gerçek anlamda bir güçlenme yaşanmıyor.”
Koman’a göre asıl sorun, yalnızca istismarın varlığı değil; etkili bir çocuk koruma sisteminin olmayışı:
“Buradaki temel mesele, çocuğa yönelik istismarın, şiddetin varlığı kadar, hatta ondan da fazla, Türkiye’de etkili bir çocuk koruma sisteminin bulunmayışı. Türkiye’de istismara uğrayan çocukların çoğu, sistemli bir sosyal destek mekanizmasına, nitelikli psikososyal desteğe, etkin bir hukuki sürece ve güvenli, güçlendirici bir ortama erişemiyor.”
Yargı süreçleri hâlâ uzun ve örseleyici. Çocuklar çoğu zaman defalarca ifade vermek zorunda kalıyor; soruların tonu, mekânların düzeni ve yetişkinlerin tavrı, süreci başlı başına yeniden travmatize eden bir deneyime dönüştürüyor. Çoğu davada failin geçmişi yerine, çocuğun hayatı, davranışları ve “rıza” tartışmaları öne çıkıyor. Bu da cezaların caydırıcılığını zayıflatıyor.
Koman, dünyaya bakıldığında da manzaranın çok farklı olmadığını hatırlatıyor. Savaş ve çatışma bölgelerinde, mülteci kamplarında, çocuk işçiliğinin yoğun olduğu sektörlerde ve çevrimiçi alanlarda istismar büyük ölçüde cezasızlıkla beraber sürüyor. Çevrimiçi cinsel istismar materyallerinin üretimi ve paylaşımı ise tarihin en yüksek seviyelerine ulaşmış durumda; buna karşın pek çok ülkede çocukların çevrimiçi güvenliğini sağlamaya dönük düzenlemeler ya hiç yok ya da çok geriden geliyor.
Yine de “hiç ilerleme yok” demiyor:
“Elbette ilerlemeler var ama bunlar çoğunlukla kadın hareketlerinin ve çocuk hakları örgütlerinin uzun mücadelelerinin sonucu gerçekleşti. Örneğin bazı ülkelerdeki adalet sistemleri, çocuğun ifadeye alınmasında örseleyici olmayan yöntemleri benimsedi; tek seferlik, uzman destekli ifade alma süreçleri oluşturuldu. Çevrimiçi ortamda istismara ilişkin uluslararası mücadeleler gelişiyor.”
Toplumsal farkındalığın geçmişe göre daha yüksek olduğuna dikkat çekiyor; bazı ülkelerde istismara uğrayan çocuklara yönelik güçlendirici destek mekanizmalarının görece daha etkili işlediğini de ekliyor. Ancak:
“Türkiye gibi etkili bir çocuk koruma sistemi olmayan ülkelerde, bu olumlu örneklerin sonuçlarını pek göremiyoruz. Bir ülkede çocukların ne yaşadığı, o ülkenin çocuk koruma mekanizmalarıyla çok yakından ilgilidir.”
Mücadelenin zemini: Kolektif hafıza ve dayanışma
20 Kasım, yalnızca takvimde işaretli bir “anma günü” değil; aynı zamanda hesap sorma ve yeniden kurma günü olmalı. Dilek Kumcu’nun mirasından doğan çocuk hakları okulu, MESEM’lerdeki çocuk işçiliğinin ifşa edilmesi, istismar vakalarının ısrarla gündemde tutulması ve sivil toplumun tüm baskılara rağmen ayakta kalma çabası… Tüm bunlar, eksik demokrasilerde bile dayanışma ve kolektif hafıza ile çocuk hakları mücadelesinin sürdürülebileceğini gösteriyor.
Koman, çocuk hakları savunucularının motivasyonunun kaynağını şöyle özetliyor:
“Zorluklar ve engeller hep olacak. Ama bu engellerin aşılması, ancak kolektif mücadele ve dayanışmayla mümkün. Çocuk hakları savunucularının güçlü bir motivasyonu var; bizler için bu mücadele zaruri bir ihtiyaç.”
20 Kasım’da verilen asıl mesaj çocuklara değil, yetişkinlere:
Eğer çocuklar için gerçekten daha adil bir ülke ve dünya istiyorsak, sivil toplumun sesini siyasetin gündemine çevirmek ve çocuk haklarını ülkenin temel demokrasi meselesi hâline getirmek zorundayız.
Özel gereksinimli çocuklar için okula dönüş: Küçük destekler, büyük farklar
#çocukhakları
#dünyacocukhaklarıgünü
#EzgiKoman
#SenemAlp
#DilekKumcu
#cocukhaklarıokulu
#MESEM
#çocukişçiliği
#çocukistismarı
#çocukkorumasi
#çocukhaklarımücadelesi
#türkiyedeçocuklar
