“Koşunuuuunnnnn sahilde kavga var!”
Mahallenin çocukları birer ikişer çalıştığım berber dükkânının önünden sahile doğru koşturuyorlardı. Berber Nedim abiye:
“Bende gidebilir miyim?” dedim.
“Boş ver, kim bilir kim kavga ediyor. Kavgadan, gürültüden uzak dur,” dedi. Kestirip attı. Biz bıçkın delikanlılarız, kavgalar gürültüler bizden sorulur, diyecektim.
“Boş boş konuşma, ortalığı süpür, lavaboları ve camları sil.” dedi. Onun da duyabileceği kısık bir sesle, “Korkak tavuk,” dedim. Duydu, oralı bile olmadı. Ben değil bütün mahalle biliyor onun her şeyden korktuğunu; ayrıca onun lakabı “Korkak Tavuk Nedim” kimse anlatmaz, biz çocuklar da hep merak ederiz neden böyle söylüyorlar diye.
Bir gün mahalledeki tüm çocukları toparladım.
“Arkadaşlar bu akşam herkes annesine babasına sorup öğrenmeye çalışsın, Berber Nedim’e neden ‘Korkak Tavuk’ diyorlar.” dedim. Ertesi sabah buluşmak üzere evlere dağıldık…
Nafile, öğrenemedik…
Mıstık soluk soluğa dükkândan içeri girdi.
“Neden kavgaya gelmiyorsun?” dedi.
“Nedim abi izin vermiyor.” dedim.
“Deli misin, koş deden kavga ediyor.” dedi. İşte o an gözüm dönmüştü, elimdeki bezi Nedim abinin kafasına nasıl attım… Dükkândan ne ara çıktım… Kendimi ne zaman dedemin sahildeki manavının önünde buldum, hiç mi hiç hatırlamıyorum. Karıncayı bile incitmeyen dedemi nasıl bu hâle getirmişler, çok şaşırdım. O kavga ile ilgili hatırladığım tek şey dedemin bin sayfalık Charles Dickens’ın “Müşterek Dostumuz” kitabıyla zabıtalara vurduğuydu. Ailecek deliyiz… Doğrudur…
Hepiniz iyi birer okursunuz biliyorum. “*Okumak iptiladır, müptelalara selam.” yazan kâğıt çantaları, poşetleri az taşımadınız. Birçok kitabevinin müdavimi oldunuz. Gittiğinizde çay içtiniz, kitap sohbet ettiniz…
Ne yazık ki eski sohbetler artık yok… Nedeni bilinmez ama herkesin az vakti, hepimizin çok işi var. O dönemler sürekli gelen, ismini hiç öğrenemediğim bir okurumuz vardı. Herkes ona Amerikalı diyordu. Çok merak etmeme rağmen açıkçası ismini sormaya çekiniyordum. Bir gün sadece aramızda şu diyalog geçti:
“Sürekli uğruyorsunuz, isminizi öğrenebilir miyim?” dedim. Hafif bir tebessüm ettikten sonra:
“Amerikalı.” dedi. Sadece gülümsedim. Amerikalı ismini önce Şener Şen ve Müjde Ar’ın başrollerini oynadıkları ‘Amerikalı’ filminden aldığını düşündüm. Filmin müziği hâlâ ezberimde, çok ilginç… ‘Amerikalı, Amerikalı hem fiyakalı hem delikanlı’ sanırım şarkının nakaratı böyleydi. Kafamda deli sorular… Çok kitap okuyordu. Çünkü vakti boldu. Ne zaman görsem mahalle arasındaki bir çay ocağında saatlerce oturup kitap okuyordu. Bize mutlaka okuduklarından tavsiyelerde bulunurdu. Ahmet Kaya’yla bir matbaa ustası aracılığıyla tanıştım, Ahmet Ümit’le ise o zamanlar Cem Yayınları’ndan çıkan bir ses bölge geceyi kitabıyla Amerikalı sayesinde…
Amerikalı’nın uğradığı çay ocağına arada sırada oturup ben de kitap okurdum. Amerikalı ortalıkta yoktu. Ocak sahibi masaya çayımı bırakırken,
“Amerikalı’yı uzun zamandır görmüyorum, bilginiz var mı?” dedim. Gülümsedi.
“Sonunda muradına erdi.” dedi.
“Nasıl?”
“On yıldır şoförlüğünü yaptığı Amerikalı adamla birlikte oraya gitti.” dedi. Lafına gülerek devam etti:
“Artık gerçekten Amerikalı oldu.”
Dedem, babama zabıtaları kitap ile nasıl kovduğunu anlatıyordu. Herkes toplanmış ağzı kulaklarında dedemi dinliyordu. Hepimizin neşesi yerindeydi, tam sırası babama bu soruyu sorarsam cevaplar diye düşündüm,
“Baba, Berber Nedim’e neden korkak tavuk diyorlar?” dedim.
“Gerçekten bilmiyor musun?” dedi.
“Hayır.” dedim.
“Neden olacak tavuktan korktuğu için.” dedi.
“Gerçekten mi?”
“Evet.”
“Çok saçma.” dedim. Kafamda yazdığım tüm hikâyeler, senaryolar birden çöp olmuştu. Okumaya başladığınızda sizi hayal dünyasına, gerçeküstü bir evrene yolculuk yaptıran kitabın hüsranla bitmesi gibi bir şey, keşke hiç başlamasaydım dediğiniz ve bir hayal kırıklığıyla usulca kitaplığın bir köşesine bıraktığınız kitap gibi…
Tavuktan korktuğu içinmiş, sayın okur size de saçma gelmedi mi?
Gerçekten büyük hayal kırıklığı… Çok saçma, çok…
*İletişim yayınlarının logosunun altında yıllarca kullandığı sözdür.