Tarihten Bugüne Yerel – Beledi Başkaldırılar
Tarihten günümüze merkez – yerel ölçekler arası kaymalar; siyasal mücadeleler ve üretici güçlerin gelişim düzeyi tarafından belirlenmiştir. Yereldeki iktidar ilişkileri, öncelikle kendini bir ölçek olarak örgütleyecek sosyal ve siyasal organizasyon yeteneğine erişmiş, sonra hem kendi içinde hem de zıttı sınıflarla çatışarak merkeze doğru yol almak istemiştir. Yerel yönetimler, bu siyasal güç savaşları içinde bazen heterojen yapılarla baş etme ihtiyacına binaen merkezi bütünleyen idari aygıtlar olurken, bazen de merkezle çelişen çıkarların konumlandığı ve merkezden kopma eğilimi gösteren yerel odaklar durumuna gelmiştir.
Sınıflı toplumun başlangıcında ortaya çıkan kent devletleri olarak site ve polis’ler, uzun bir süre özerkliğini koruyan yerel birimler olmuş iken zamanla bir kent devleti diğerlerini egemenliği altına alarak krallık ve imparatorluklar kurmuş ve kendisini siyasal gücün toplandığı merkez olarak inşa etmiştir. Roma İmparatorluğu’nda “municipe” olarak adlandırılan eski polis’ler, Roma merkezine bağlı yeni yerel idare birimleri olurken, bu kentler barbar istilaları ile birleşen köleci kalkışmalar sonrası merkezden koparak piskoposların idaresinde yeniden bağımsız birimlere dönüşmüşlerdir.
Municipeler ile Roma İmparatorluğu arasındaki zıtlığa benzer şekilde, tarihin farklı zamanlarda farklı isimlerle merkez-yerel çatışmalarının şiddetlenerek devam ettiği görülmektedir. Roma İmparatorluğu merkezinden kaçmaya çalışan municipeler gibi, Ortaçağ’ın ticaret komünleri de psikoposluk kentlerine dayalı feodal krallıklardan özerklik kazanmak için büyük mücadeleler vermişlerdir. Ulus aşırı ticaretin gelişmesi ve feodal sömürgecilik döneminin başlamasıyla ortaya çıkan merkantalist krallıklar döneminde ise merkez-yerel çelişkisinin odağı, jakoben-burjuva komünler ile monarşik başkentler arasında olmuştur.
Kapitalist ilişkilerin devlet idaresinin kurumsal omurgasını oluşturduğu ve meta sermayesinin uluslararasılaştığı serbest rekabetçi çağda ise ütopik sosyalizm, Paris Komünü (komünarcılık), belediye sosyalizmi, anarşist federatif komünler, reformist Dühringci komünler, Narodnik Rus kırsal komünleri ve belediye sosyalizmi gibi düşünce akımları, burjuva devletin sanayi kentlerinden kaçışı temsil eden deneysel ütopyalar (Lefebvre) ve pratik deney alanları yaratmışlardır.
Mali sermayenin uluslararasılaştığı emperyalizm çağının başlangıcında ise; kibbutzlar, lonca sosyalizmi, Küçük Moskovalar ve Avrupa’da ikili iktidarlar (sovyetik kalkışmalar) gibi emperyalist kapitalizmden yerel kaçış denemeleri olduğu gibi, aynı zamanda SSCB örneğinde görüldüğü üzere kapitalist sistemden topyekûn kaçışlar da yaşanmıştır. Dolayısıyla tekelci kapitalizm dönemi, sosyalizm ideolojisinin yerelden çıkarak, merkezi ölçekte kendisini devlet aygıtıyla inşa ettiği kurumsal bir döneme işaret etmektedir.
2. emperyalist paylaşım savaşı sonrası ise, refah devleti şemsiyesinde, üretim sermayesinin uluslararasılaştığı örgütlü kapitalizm dönemi başlamıştır. Bu dönemde yerel idareler, merkezi yönetimleri hizmet yönünden tamamlayan edilgen unsurlar olmuşlardır. 1980’e kadar süren bu dönemdeki yerel başkaldırılar, devlet kapitalizminden ve bürokratik sosyalizmden kaçışa örnek olarak gösterilebilir. 1968 gençlik hareketinin ilham kaynağı olan Çin’deki Şangay Komünü; Avrupa’da yükselen Kent Marksizmi ve yerel sosyalizm (demokratik sosyalizm) hareketleri; İtalya’da Negri’nin öncülük ettiği otonom hareketler; Lefebvre’nin kent hakkı, kentsel devrim ve Anti-Leninist özyönetimleri; Bokkchin’in liberter belediyecilik çizgisi; Hardin’in müşterekler kavramı; 2. dalga feminist akım ve yeni kentsel toplumsal hareketlerin hepsi, bu dönemdeki yerel başkaldırı pratiklerinin fikir altlığını oluşturmuştur.
1980 sonrasının en önemli özelliği ise tekrardan mali sermayenin uluslararasılaşması ve birikim döngüsünde yapılı çevre yatırımlarının ön plana çıkmasıdır. SSCB’nin çöküşe geçtiği ve dünya genelinde Marksizmin değer kaybettiği neoliberal dönemdeki başkaldırıların genelinde otonomcu-yerelci ideolojiler hegemon çizgi olup yalnızca devletli sosyalizmden değil bir bütün olarak ulus-devletten kaçış çabası ön plandadır. Müşterekler tartışmasının toplumsal hareketlerin gündemine güçlü bir şekilde dâhil olması; Laclau ve Mouffe’un radikal demokrasi teorisi; Bookchin’in komünalizm ve konfederalizm kavramları; sivil toplum merkezli komüniteryanizm; Lefebvre’nin kent hakkı tanımının BM tarafından liberal bir edinimle yeniden içeriklendirilmesi; 3. Dalga feminizm akımı; Mezsaroscu komünal organik sistemler yaklaşımı; İngiliz merkezli 3. Yol tartışmalarının hepsi, sivil toplumu temel alan merkezkaç teorilerdir. Bununla birlikte Venezüela devrimci komünleri ve kolektifleri; Meksika toplum polisi hareketi, Latin Amerika ve Asya’daki ikili iktidarlar ile birlikte Marinaleda, Barcelona, Porto-Alegre, Kerala, Preston, Graz ve Rojava örnekleri bu dönemin yerel başkaldırı deneyimleri arasında değerlendirilebilir.
Sosyalist Yerel Denemelerden Çıkarılan Dersler
Türkiye’de 1999 seçimleri sonrasında sol-sosyalist güçlerin yeniden yerele yönelmiş oldukları konusu önceki bölümlerde detaylı tartışılmıştı. Yukarıda anılan dünya örnekleri ve Türkiye’deki deneyimler birlikte düşünüldüğünde günümüz kapitalizminden yerel kaçış denemeleri 7 temel başlık çerçevesinde değerlendirilebilir:
- Yerel yönetimler konusunda araçsalcı bakıştan ilişkiselci yaklaşıma kayış vardır: Emekçi sınıfların kaynaklara ve karar mekanizmalarına ulaşabilmesi açısından erişilebilir kanallar sunması, sosyalistlerin yerel yönetimlere bakışlarını, devlet merkezli yaklaşımdan “görece özerklik” yaklaşımına doğru kaydırmıştır. Bu yaklaşımın temel iddiası; son kertede kapitalist üretim ilişkileri belediyelerin esas içeriğini ve sınırlarını belirlese de, yerel yönetimlerin merkezi yönetimden siyasal ve idari açıdan belli bir özerk alana sahip olduğu yönündedir. Gün geçtikçe de sol hareketler içindeki bu eğilim giderek güç kazanmaktadır. Yerel yönetimlerin sahip olduğu görece özerk alanın çerçevesi; ülkedeki genel demokrasi iklimine, merkezin idarenin vesayet gücüne, üretim ilişkilerinin niteliğine, yerel ve genel siyaset sahnesinde cereyan eden sınıf mücadelelerindeki güç dengelerine göre değişebilmektedir. AKP-MHP hükümet ittifakı döneminde, yerel politikalar giderek ulusal ölçekte çelişen çıkarların çatışma alanına dönüşmüş, kentsel siyasetten çok kimliksel kutuplaştırıcı ulusal siyaset, yerel siyaseti domine eder hâle gelmiştir.
- Devletin politik kodları sosyalist belediyeciğe bir yere kadar izin verir: Kapitalist sistemin siyasal ve ekonomik dinamiklerine bağlı olarak şekillenen yerel özerkliğin sosyalist aktörler tarafından ezilenler lehine aşılması durumunda, egemen sınıfların yerel hegemonya projelerindeki denge durumu, ideolojik aygıtlardan zor aygıtlarına doğru kayacak; asker, polis ve yargı organlarının oluşturduğu devletin zor aygıtları, kapitalist devletin “bekasını” korumak adına, düzenin yapısal sınırlarını zorlayan toplumculuğun belediyecilik uygulamalarının engeli hâline gelecektir. Fatsa pratiği, Kürt Belediyelerine atanan kayyumlar, Dikili ve Ovacık deneyimleri, devletin yapısal sınırlarını yeniden hatırlatan önemli örneklerdir. Devletlerin zor aygıtlarına ilişkin söz konusu yönelimi içinden geçilen sürecin siyasal iklimiyle alakalı olduğu kadar geçmişten devralınan idari gelenekle de ilişkilidir. Dolayısıyla bu bizi faşizm-otoriterlik tartışmaları ekseninde sol belediyeciliğin sistem içinde varacağı sınırları tekrar sorgulamaya itmektedir.
- Yerel özerkliği, üretici güçlerin gelişme düzeyi ve siyasal mücadeleler birlikte belirler: Yerel yönetimler bir yanıyla üretici güçlerin gelişmesinin bir aşamasında ortaya çıkmış (municipe, ticaret komünleri, manufaktür kentleri, sanayi kentleri vd.) yapılar olsa da diğer yanıyla siyasal mücadeleler tarafından da içeriği sürekli değişmiştir. İktidara gelmek isteyen yapılar hükümet süreçlerinin başında (Gramsci ve Marx’ın tanımladığı anlamda) sivil toplumcu ve yerelci iken, devlet yönetiminde baskın oldukları andan itibaren merkezci ve idari vesayetçi bir çizgiye girmişlerdir. DP ve AKP’nin yerelcilikten merkeziyetçiliğe salınımı, bu duruma ilişkin en önemli örneklerdir. Benzer durum iktidarını kaybetmekte olan yönetici sınıflar için de söylenebilir. Örneğin Osmanlı’da yaygın bir belediyecilik teşkilatının kurulması isteği emperyalizmin talebi dışında, Tanzimat reformları sonrası feodal devleti koruma amacı da taşımaktadır. Yani bu dönemdeki yerelleşme hareketleri bir anlamda feodal merkez için yerelleşmeyi ifade etmektedir. Buna karşı mücadele veren Genç Osmanlılar ve Jön Türk hareketi ise modern burjuva devlet merkeziyetçiliğini savunmaktadır.
- Farklı ölçeklerde verilen siyasal mücadeleler eşitsiz ve bileşik gelişir: Yerel, ulusal ve küresel ölçekte kendini gösteren siyasal süreçler birbirini dolaylı ve doğrudan şekilde etkilemektedir. Dolayısıyla yerel siyasetin sürekliliği ve etki alanı; dünyada ve tek tek ülkelerde gerçekleşen sınıf mücadelelerindeki güç dengelerine göre düşüş ve yükselişler göstermektedir. Yani toplumcu belediyeciliğin en yaygın örnekleri, sınıf mücadelesinin en güçlü olduğu dönemlerde ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan sol-sosyalist güçlerin belediyecilik siyasetinde beliren liberal yönelimler, sosyalizmin kapitalist sisteme karşı etki alanının daraldığı ve sosyalist aktörlerin devrimci dinamiklerini yitirdiği zamanlarda yaşanmıştır. Bu anlamda ülkemizde sınıf mücadelesinin düşüşte olduğu, genel demokratik normların zayıfladığı ve devlet yönetiminde otoriter-faşizan eğilimlerin giderek arttığı süreçlerde sosyalist aktörlerin yerel seçimlerde başarılı olma, olsalar bile toplumcu belediyecilik politikalarını sürdürme koşulları zayıflamaktadır. Dolayısıyla yerel, ulusal ve küresel ölçekte cereyan eden siyasal çatışmalar birbirine sıkı ilişkilerle bağlıdır.
- Sokak – kurum ilişkisi dengeli olmalıdır: Ekonomik ve sosyal haklar temelinde yükselen halk muhalefetinin demokratik taleplerini yerel mücadele alanında politikleştirip belediyeler aracılığıyla siyasaya dönüştürebilecek teknik donanıma ve ideolojik bilince sahip aktörlerin olmadığı koşullarda, sosyalistlerin yönetimde olduğu belediyelerde toplumcu bir çizginin hayata geçme imkânı bulunmamaktadır. Diğer taraftan belediye yönetimlerinde bulunan sosyalist siyasetler, her ne kadar güçlü bir yerel programa ve teknik kadro yapısına sahip olurlarsa olsunlar, emekçi kesimlerle ve toplumsal mücadele alanlarıyla sürekliliği sağlanmış bağlar kuramadıkları ölçüde, kazanılan belediyelerin sistemleşmiş birer sosyalist mevziye dönüşme ihtimali bulunmamaktadır. Her iki handikaplı durum da, sosyalist programdan ziyade belediye başkanının popülaritesinin ön plana çıkmasına, bürokratizme ve kariyerizme yol açmaktadır.
- Amaç kenti idare etmek değil, yereli yöneten politik kentliler yaratmaktır: Neoliberal dönem, toplumcu belediyeciliğin en zayıf örneklerinin görüldüğü zaman dilimidir. Reel sosyalizmin çözüldüğü ve Marksizmin ideolojik düzeyde halk kitleleri nezdinde güncelliğini kaybettiği bu dönemde toplumcu belediyeciliğin hayat bulması; kitlelerinin tarihsel mücadele birikimleri ve gelenekleriyle ilişkili olduğu kadar, söz konusu birikimi yerel siyaset alanında harekete geçirebilecek politik aktörün dönüştürücü devrimci potansiyeline de bağlıdır. Bu potansiyel, toplumcu belediyecilik çerçevesinde üç temel özellik üzerinde yükselmektedir: Bunlardan ilki, toplumcu belediyecilik çalışmalarını sınıf mücadelesinin organik bir parçası olarak görmektir. İkincisi, yerel yönetimlerin yasal çerçevesini meşru yollardan emekçi sınıflar lehine zorlamaktır. Üçüncüsü ise, gündelik ihtiyaçlar çerçevesinde gelişen refleksif ekonomik talepleri siyasal taleplere dönüştürerek, halkı Marx’ın ifadesiyle “kendinde” kentliden “kendisi” için kentliyi yaratma mücadelesine dâhil etmektir. Yani asıl olan, yerelin hukuki idaresi değil, kentin birlikte ve meşru yönetimidir.
- Belediye Sosyalizminin ‘tek şehirde sosyalizm’ iddiasının geçerliliği yoktur: Kimlik, inanç, cinsiyet, kolektif tüketim ve sınıf çelişkilerine ilişkin halkın çeşitlenen taleplerini kentsel yaşamda toplumcu belediyecilik uygulamalarına dönüştüren ve söz konusu uygulamaları ülkenin farklı coğrafyalarında ve benzer ölçeklerde uygulanabilecek stratejiler bütünü olarak sunan sistemli bir yerel yönetim modeli oluşturulamadığı ölçüde, tek bir kentte yaratılan toplumcu deneyim, zamanla kapitalist düzenin mali ve idari engellemelerine dayanamayarak yok olacaktır. Yani, tek bir ülkede sosyalizmin nihai başarısı, dünyanın farklı bölgelerinde gerçekleşecek siyasal devrimlere bağlı olduğu gibi, tek bir şehirde yaratılan toplumcu belediyecilik deneyiminin başarısı da, söz konusu başarının yaratacağı etki ile farklı kentlerde ortaya çıkacak toplumcu belediyecilik örneklerinin yayılarak kurumsallaşması ve dayanışmasına bağlıdır.