2024 yerel seçimleri, ortaya koyduğu sonuçlarla yeni bir tabloyu ortaya çıkardı. Açıkça söylemek gerekir ki seçmenin sandıkta ortaya koyduğu irade hiç kimsenin beklemediği denli güçlü bir değişim talebini yansıtıyor. Seçim, sonuçları itibarıyla yerel seçimden öte, bir genel seçim havası estirdi. Sandığa yansıyan, yerel yöneticilerin vaatleri ya da muhalefetin hedef ve programlarının kitleleri ikna etmesinden çok, iktidarın ekonomik ve sosyal politikalarına tepki oldu. İktidar yanlısı seçmenin bir kısmı sandığa gitmeyerek bir kısmı da yeni tercihlere yönelerek iktidarı cezalandırdı ya da en azından uyardı. Kuşkusuz bir yerel seçim olması itibariyle yerel adayların ve yerel politikaların önemi olmakla birlikte, sonuçlar üzerinde iktidar politikalarına yönelik tepkinin yarattığı rüzgâr etkili oldu. Yerel boyutlarına geçmeden seçimin genel tablosu üzerine birkaç tespit yapmakta fayda var.
İlk tespit, başta da belirttiğimiz gibi muhalefetin başarısının, iktidarın başarısızlığına endeksli olmasıdır. Başta ekonomik politikalar olmak üzere, toplumu kutuplaştırarak sürdürülen baskıcı yöntemler dâhil iktidarın yönetme biçimi şimdilik kırmız kart görmese de seçmenden sarı kartı gördü. Muhalefetin, kendisine beş yıllığına emanet edilen yerel yönetimlerde göstereceği başarı ve “yönetme biçimi” bir sonraki genel seçim üzerinde etkili olacaktır.
İkinci olarak yerel seçim sonuçları, sağ ittifaklara dayanan son dönemlerdeki seçim stratejilerinin yanlışlığını gözler önüne sermiştir. Halkı sağı taklit ederek ya da sağ ittifaklara yaslanarak ikna yerine, kendi politika ve programlarıyla hareket etmenin geçerliliği bu seçim sonuçlarıyla açığa çıkmıştır. Geçmiş ittifaklar içinde yer alan siyasi partilerin oy oranı, onlara hediye edilen parlamento sandalyelerinin kıyısına bile yaklaşamamıştır. Üstelik iktidar partisinden kopan bu denli seçmenin var olduğu koşullarda bir varlık gösterememek, durumu özetlemeye yetiyor.
Sol/sosyalist parti ve adayların, iktidara tepkiyle yükselen dalgada elle tutulur bir başarı gösterememeleri, altı çizilmesi gereken bir başka duruma işaret ediyor. Bir iki yerde kazanılan belediye başkanlığı dışında oy oranlarının alabildiğine düşüklüğü, kendilerini bir durum değerlendirmesine götürür mü bilinmez. Ancak sol’un halkla ilişkisi, hayatın içinde yaşamsal sorunları paylaşma ve kol kola mücadele etme gerçekliğinden kopup seçmen ilişkisine dönüştükçe farklı bir sonucun çıkmayacağı, baştan görülmesi gereken durumdu.
Kürt seçmenin, Kürt illerinde DEM Parti ile gösterdiği başarının ve kayyumlara verdiği yanıtın yanı sıra, batıda da sağduyu ile hareket edip ortak kaderin sorumluluğunu göstermesi, bir başka altı çizilmesi gereken durumdur. Sorunları birlikte çözmekte ve ortak bir gelecek inşa etmekte, sağduyulu bir yaklaşımın güçlü tarafı olduklarını bir kez daha gösterdiler.
2024 yerel seçimleri, demokratik yönelimler açısından güçlü bir dalga oluşturdu. Ancak dalga dipteyken dalganın dibinden bakıp her şeyden umudu kesen ruh hâli ne kadar zararlıysa, dalga yükseldiğinde dalganın üstünden bakıp her şeyin yoluna girdiğini düşünmek de o denli yanlıştır. Evet, önemli bir başarı elde edilmiştir ancak yeni durum, yeni görev ve sorumlulukları yüklemektedir. Yerel seçimlerde halk, muhalefete birçok ili ve ilçeyi beş yıllığına yönetme sorumluluğu vererek iktidarın karşısında yeni bir güç inşa etmiştir. Bu beş yıllık süre birçok şeyin belirleyicisi olacaktır. Kulaktaki küpe ise ’89 SHP belediyeleri olmalıdır. Halkın ve yerelin sorunlarından uzaklaştıkça, gerçek anlamda sosyal demokrat ilkelerin ışığında politika ve uygulamalar geliştirmedikçe bir daha kolay kolay belin doğrultulamayacağı gerçeği ’89 sonrası sürecin doğru değerlendirmesiyle kolayca okunur.
2024 yerel seçimleri, sosyalist sola başka bir yolu işaret ederken, ana muhalefete de sosyal demokrasinin gerçek kodlarına döndüğünde, yani kendisi olduğunda toplumun yönünü döneceği önemli bir seçenek olacağını göstermiştir. Önümüzdeki beş yıl, bundan her sapıldığında gittikçe sönümlenmeyi, bunu gerçek politika ve uygulamalara dönüştürdüğünde umudu ve dalgayı büyüttüğünü gösterecektir. Yerel yönetimlerde Yeni Toplumcu Belediyecilik anlayışını egemen kılarken, genel siyasette de sosyal demokrasinin ilke ve programıyla hareket etmek kitlelerdeki beklenti ve yönelime cevap verebilecektir. Sonuçta, yetkileri sınırlı da olsa yerel iktidar, bir iktidar alanıdır ve kentleri nasıl yönettiği, somut olarak aday olunan daha büyük sorumlulukların kapısını aralayacaktır.
Katılımcı, şeffaf ve hesap verilebilir bir yönetim anlayışının inşa edilmesi, somut uygulamalarla hayatın içinde boy vermesi, halkın önceliklerinin halkla birlikte belirlenerek çözümünün yine katılımcı uygulamalarla hayata geçmesi, yerelden genele başka bir siyasal ilişki biçimini geliştirecek ve tüm topluma başka bir yönetim tarzını gösterecektir. Katılımcılığın yanı sıra, kentlerin ve halkın sorunlarının çözümünde, toplumun genel çıkarlarının öncelendiği yaklaşım ve uygulamalar, halkın sahiplendiği ve savunduğu bir siyasal gücü, güçlü şekilde yeniden şekillendirecektir. Bütün dezavantajlı grupları odağına alan ve dayanışmacı bir kent kültürünü geliştiren, birçok kentte öne çıkmış doğru uygulamaları genelleştiren bir yaklaşım hem yerel yöneticilerin, hem de genel merkezin önceliği olmak zorundadır. Doğru örnekleri, diğer kentlerde de teşvik eden, oranın yereliyle ilişkilenerek ve uyarlanarak genelleştiren yaklaşım, merkezden teşvik edilmeli ve denetim mekanizmaları yukarıdan da kurulmalıdır. Temel yaklaşım ise yerelde, tabanda ortaklaşma ve katılım üzerinden örülmelidir. Siyasal düşüncesi ne olursa olsun kendisine ve sorunlarına dokunduğun ölçüde ortaklaşma tabanda kurulabilir, siyaset ve işbirliği sokaktan, mahalleden, yerelden gelişebilir. Bunun örnekleri ve deneyimi ise sınırlı da olsa belli kentlerde yaratılmış durumdadır.
Kent konseyleri açısından da, 2023 seçimler CHP Ortak Politikalar Mutabakat Metni’nde yer alan “Demokratik katılımı önceleyecek, kent konseylerini güçlendirecek, kurulmamış kent konseylerinin ivedilikle kurulmasını zorunlu hâle getirecek” beyanının arkasında güçlü bir şekilde durmalıdır. Yönetimini aldığı kentlerde işlevli kent konseyleri kurarak ve geliştirerek, güçlü bir kent demokrasisi oluşturmalıdır. Kent konseyleri, “arka bahçe” değil, tabandan yukarıya kurulan katılımcılığın, sorun ve önceliklerin halkın katılımıyla belirlendiği politika ve uygulamaların, tabana yayılan izleme ve denetleme sürecinin güçlü ve işlevli kurumları olmalıdır. Belediye bürokrasisi ve belediye meclisinin, halkla ve yerel dinamiklerle ilişkisinin ve birlikte yönetme pratiğinin önemli bir aracı hâline gelmelidir.
Beş yılın sonunda kentlerin nasıl yönetildiği ve ne yapıldığı sadece yerel yönetimleri değil bir bütün olarak ülkenin gündemini, siyasal şekillenişini belirleyecektir. Dolayısıyla beş yılın doğru planlanması, doğru politikalar üzerinden şekillenmesi ve doğru yönetim anlayışının geliştirilmesi tam da bugünün sorunudur. Seçimin sonucunu, herkesin yüklenen sorumluluk ve görevler açısından değerlendirilmesini zorunlu kılıyor. İki temel sorunun (“Nasıl Yönettin?” ve “Ne Yaptın?”) cevabı bugünden başlayarak adım adım örülmek zorundadır. Bu sorulara beş yıl sonra verilecek cevaplar bugünden oluşturulabildiği ölçüde, seçim sonrası sıkça tekrarlanan “seçimlerden sol dalga çıktı” söylemi anlam kazanabilir, dalga büyür ve gerçek bir değişime dönüşebilir.