AKP’nin yerel seçim yenilgisi sonrası ekonomik krizin Türkiye’nin önünde duran en büyük sorunu olduğu herkesin malumu. Enflasyon, hayat pahalılığı, emekli maaşları, eriyip giden ve güncellenmesi şimdilik mümkün görünmeyen asgari ücret… Sonra gün geçtikçe büyüyen bölüşümde eşitsizlik, adaletsizlik…
Bir yandan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in acı ekonomi politikaları bir yandan popülizmle yükselmiş ve neredeyse çeyrek asırdır ayakta duran bir iktidar partisinin seçmeninden gittikçe uzaklaşmasına dair hezeyanları…
Herkesin aklındaki soru ise AKP ve Erdoğan’ın ama kerhen ama bile isteye izlediği-izleyeceği iktisadi politikanın seçmenin çıkarlarıyla ne denli uyuşacağı… Ve elbette tüm bunların yanı başında 1977’den beri ilk kez birinci parti konumuna yükselen CHP, aslı ve dahası ağır yoksulluğun altında ezilen, günlük hayat mücadelesi veren milyonlar.
Fikir Gazetesi, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in IMF ve Dünya Bankası dâhil ABD’deki finans çevreleriyle teması sonrası Türkiye iktisat biliminin duayenlerinden Profesör Korkut Boratav ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile de çalışmalar yürüten BETAM Direktörü Prof. Dr. Seyfettin Gürsel ile konuştu. Mevzu, memleketin dünden bugüne uzanan iktisadi manzarası, bunun topluma yansıması ve gelecek olasılıkları…
“İŞSİZLİK, YOKSULLUK ARTACAK”
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ABD ziyaretiyle başlayalım. Sanırım artık her şey, seçim sonrası iyice netleşti. Şimşek’in reçetesi ekonomiyi küçülterek yüksek enflasyona son vermeyi öngörüyor değil mi?
Vallahi enflasyonu yüzde 60’lardan hiç olmazsa üç yıl içinde yüzde 10 civarına indirmek için kemer sıkmak şart. Bunu dolaylı olarak itiraf ediyorlar. Aldıkları bazı önlemler de bunu gösteriyor. Kemer sıkmaktan kastımız seçim dönemlerinde yaptıkları gibi bol keseden zamları asgari ücretliye de emeklilere de yapamamaları. Artı, iç talebi kısmak şart. Büyümeyi çok düşük tutmamak için de ihracata yöneltmek lazım ama bu da kolay değil. Uzun lafın kısası bir düşük büyüme söz konusu. Yani ekonomiyi küçültmeye katılmıyorum. Çünkü biliyorsunuz yani ekonomiyi küçültme demek aslında ekonomik kriz demek. Yani ekonomik büyümenin negatif olması demek, pastanın küçülmesi demek. İşin oraya varacağını ve onu düşündüklerini hiç sanmıyorum. Ama çok düşük bir büyüme bizi bekliyor en az iki yıl, belki üç yıl. Dolayısıyla düşük büyüme demek önümüzdeki yıl yüzde 3 küsur. Yüzde 4’ün altında. Bu, işsizliğin yükselmesi anlamına gelecek. İşsizlik kısmen yükselecek, kısmen hanelerin iş gücüne katılımı yeterince artmayacak. Dolayısıyla hane gelirlerinde artış belki daha da yavaş olacak. Bunun anlamı işsizliğin artması, yoksulluğun artması demek. Bu kaçınılmaz. Tabii umutları şu, büyümeyi çok düşürmeden bunu acaba halledebilir miyiz? Orta Vadeli Program’da da öyle yüzde 3’lerde bir büyüme görmediler, yüzde 4’lerin üzerinde bir büyüme… Tabii bu ne kadar, orası tartışmaya çok açık.
“ENFLASYONU YÜZDE 10’LARA DÜŞÜRMEK İÇİN DARALMA ŞART”
2023 Mayıs seçimlerinden sonra konuştuğumuzda “Enflasyonu süratle düşürmek dehşet bir daralmayla olur” demiştiniz…
Evet. Ama hükümetin üç yıla yaymak istediğini anladık. Hâlâ enflasyon yüzde 60 düzeyinde. Temmuz, ağustosta bir baz etkisi olacak. Ona güveniyorlar. Çünkü geçen yıl bu aylarda yüzde 9 küsur, üst üste yüzde 20’ye yakın sadece iki ayda, yıllık enflasyonda artış oldu. Şimdi bu baz etkisi çıkacak büyük bir ihtimalle devreden. Bu yıl Temmuz-Ağustos’ta büyüme yüzde 2 civarında olsa -malum yaz ortasında gıda fiyatlarında genellikle yükselme olmaz- yüzde 40 civarına düşecek demektir enflasyon. 2024, 2025 eylülünde takip edilecektir. Önlerinde iki yıl bir zaman var. Bu zaman zarfında enflasyonu yüzde 40’lardan yüzde 10’a düşürmek için bence daralma şart oldu.
Enflasyonun bahsettiğiniz orana düşmesi olası mı?
Bence olası değil. Düşüremeyecekler. Düşürmek istemeyecekler. Ama sonuçta enflasyon tabii ki hâlâ çok yüksek bir derecede olacak iki yıl sonra. Bu arada Türkiye daha yoksullaşmış olacak.
“IMF İLE MASAYA OTURMAYAN TÜRKİYE, IMF PROGRAMINDAN DAHA SIKI BİR PROGRAM UYGULAMAK ZORUNDA”
IMF Avrupa direktörü Alfred Kammer “Biz de Türkiye’ye şu andaki ekonomi ekibinin programını tavsiye ederdik” demişti. Buradan bakarsak eğer Mehmet Şimşek’in reçetesinin açık ya da dolaylı bir IMF reçetesi olduğunu söylemek mümkün mü?
Elbette mümkün. Ama 2000’de olduğu gibi IMF reçetesi ya da IMF ile yapılacak bir anlaşma olsaydı? O dönem 40 milyar dolar verilmişti. Şimdi bu yok. Cumhurbaşkanı Erdoğan, IMF’den son derece rahatsız, istemiyor, büyük bir ihtimalle anlaşma da olmayacak. Bu talep olmadan IMF de Türkiye’ye gelmeyecek demektir. Türkiye IMF programından kemer sıkma açısından belki daha sıkı bir program uygulamak zorunda kalacak. Ama programı uygulamaya başladıklarında büyüme, umdukları gibi yüzde 4-5 civarlarında olmazsa siyaseten çok zorlanacaklar. Zaman geçtikçe seçimlere doğru yaklaşılacak. Büyük bir ihtimalle Erdoğan tekrar popülist politikalara dönecek. Böyle bir senaryo çok mümkün duruyor şu anda. Ama önümüzdeki en azından bir buçuk yıl diyelim, 2024’ü neredeyse yarılıyoruz, 2025’i de katarsak bu dönemde belli ki; Mehmet Şimşek’e bir alan tanıdı Erdoğan. Dolayısıyla sıkı para politikası artı seçimler nedeniyle bir türlü el atılmayan sıkı maliye politikası devreye girdi. Biliyorsunuz asgari ücrete artık yalnızca yılda bir kez zam yapılacak. Temmuz’da zam yok demektir. Bu, enflasyonun arasında iyice eriyecek. Emeklilere zammı veremediler. Çünkü kaynak 2023 seçimlerinde harcanıp bitmişti. Orada da seçim sonuçlarından hiç memnun değillerdi ama yapacakları bir şey yoktu. Önümüzdeki bir buçuk yılda böyle sürdürecekler. İçeride, iç talepte ciddi bir daralma, reel gelirlerde düşüş çok muhtemel gözüküyor. Buna bir buçuk yıl dayanabilirler belki ama 2026’ya girdiğimiz zaman iki yıl var demektir seçimlere. İki yıl ile de kalmayabilir. Erdoğan tekrar aday olabilmek için anayasada değişiklik istiyor. İki dönem aday olduktan sonra üçüncü dönem aday olamaz kuralını tek başına değiştirmek mümkün değil elbette. Anayasal değişikliğin peşinde. Bunu yapamadığı zaman 2028’de tekrar aday olamayacağına göre 2027’de bir yıl öncesine çekerse seçimi olabiliyor kurala göre. Büyük bir ihtimalle 2027’de seçim yapacak. O zaman önünde çok fazla zaman kalmıyor. Daha ne kadar kemer sıkacak? Böyle açmazlarla, zor tercihlerle karşı karşıya iktidar.
Bir yandan da toplumsal bir açmaz söz konusu. TÜRK-İŞ’in Açlık ve Yoksulluk Araştırması’nın mart ayı sonuçlarına göre açlık sınırı 16 bin 792 liraya yükseldi. Açlık sınırı 17 bin 2 liralık asgari ücrete yaklaştı. Nasıl olacak, nasıl yaşayacağız?
Yoksulluk sınırı çok tartışmalı bir konu. Neden? İstanbul’a bakarak açlık sınırı tespit ediyorlar.
Siz Anadolu’yu işaret ediyorsunuz sanırım?
Bölgeler arası o kadar muazzam ortalama gelir farklılıkları var ki… En son 2022 hane gelir verileri elimizde. Anlaşılması için basitleştirelim, ortalama kişi başına gelir, “Kullanılabilir gelir” diyelim… Türkiye’de 2022’de 84 bin liraydı yılın ortalaması. Bu İstanbul’da aşağı yukarı 115 bin lira. Van, Muş, Bitlis, Hakkari’de 40 bin lira, hatta tam olarak 39 bin 173 lira. Aradaki farkı görüyor musunuz? Neredeyse üç katı! Bu neden böyle? Çünkü İstanbul’da sadece insanlar iyi para kazandıkları için değil. Özellikle hizmette, kiralarda, lokanta vb. kalemlerde büyük bir hayat pahalılığı var. 2022 temmuz ayında asgari ücret yüzde 30 artırılarak 5 bin 500 liraya çıkarılmıştı, çarpın 12 ile 66 bin lira. İstanbul’da yıllık asgari ücrete bakıyorsunuz, 66 bin lira yıllık ortalama eşdeğer hane halkı kullanabilir fert geliri 115 bin. Ne diyeceksiniz? İstanbul’da refah mı var? Hayır! Biliyoruz ki; kimse İstanbul’da bugünkü asgari ücretle çalışmak istemiyor. 2022’de de böyleydi bugün de böyle. Çünkü hayat pahalılığı son derece yüksek. Ama ortalama fert geliri 40 bin lira olan Van, Hakkâri, Muş, Bitlis illerinde 66 bin liralık asgari ücret yüksek.
“İSTANBUL’U SERBEST BIRAKSINLAR, EN DÜŞÜK ÜCRET, ASGARİ ÜCRETTEN YÜKSEK OLUR”
Son asgari ücret açıklandıktan sonra sizinle söyleştiğimizde Anadolu ve büyük şehirler başlığı üzerinden bir ayrım yapıp özellikle İstanbul için farklı asgari ücret uygulanmalı demiştiniz…
Ayrı bir ücret uygulanmalı, illa asgari ücret demeyelim. İstanbul’da rahat bıraksalar, “Hiç asgari ücret uygulamıyoruz” deseler, inanın en düşük ücret asgari ücretten, resmi ücretten daha yüksek olur. Bunu, İBB için üç yıldır yaptığımız İstanbul İş Gücü Piyasası araştırmalarında görüyoruz. Firmalarla da konuşuyoruz, çalışanlara da soruyoruz. Şunu söylemeye çalışıyorum. Yoksulluk her halükârda, eğer istihdam yaratamıyorsan, hele doğuda da yaratamıyorsan, orada da yoksulluk artmaya devam edecek. Hele asgari ücreti zam reel olarak düşürürsen, İstanbul’da zaten mevcutta kimse çalışmak istemiyor. Firmalar çalışabilecek insan bulamayacaklar. İşsizlik yükselecek. İşsizlik yükselince hanelerin gelirleri düşecek. Enflasyon da yüksek. O zaman da Türkiye’nin neresinde olursa yoksulluk artacak. Bu da iktidar için siyasi açıdan önemli bir tehdit. Önümüzdeki bir buçuk yıl bunu sürdürebilirler ama istedikleri netice ortaya çıkmazsa kötü onlar için. Mali disiplin sayesinde Merkez Bankası rezervlerini güçlendirebildiyse, artı hazinede yeterince kemer sıkıldığı için bütçe açığının yeterince aşağı çekildiği bir durum ortaya çıkarsa ne ala… O zaman gaza basacaktır cumhurbaşkanı. Ama bunlar olmazsa ki; bunların olmama ihtimali yüksek… Biraz önce de dediğim gibi, mesela IMF’siz yapmaya kalkıyorlar bu işi. Halbuki IMF de aslında “Bunları yapın” diyecek. Ama siyaseten hesaplar gerekçesiyle IMF ile anlaşmanın altına imza atmak istemiyor hükümet. Halbuki yapsa Merkez Bankası çok rahatlayacak. Dolayısıyla para politikasında güveni sağlayacak.
“TEREDDÜDÜN SÜRDÜĞÜ YERDE ENFLASYONU KISA SÜREDE İNDİREMEZSİNİZ”
Merkez Bankası’nın swap hariç net rezervi 29 Mart haftasında eksi 65,1 milyar dolar. Bu en düşük seviye. Seçimlerin gerçekleştiği hafta da sürdü. Ne demek bu?
Bu demektir ki; Merkez Bankası dolar kurunu kolay kolay tutamayacak. Dışarıdan da para gelmezse… Bu neye bağlı? Yani dışarıdan para gelmemesi? Güvene bağlı. Sen bir ihracat patlaması yapamayacaksan, güven de yoksa dışarıdan da yeterince sermaye girmeyecek demektir. O zaman bu durum düzelmeyecek demektir.
Doları tutamayacak, Türk lirası daha fazla değer kaybedecek…
Uluslararası piyasalarda yine bir dolar-döviz şoku olabileceğine dair tereddütler, beklentiler devam ederse enflasyonu kısa sürede aşağı çekmeyi başaramazsın. Halbuki IMF’den peşin 60 milyar dolar alsan, koysan Merkez Bankası’na güven sorunu da rezerv sorunu da ortadan kalkar. IMF ile anlaşmış olduğun için güven de artar, dışarıdan sermaye gelmeye başlar. Mantıklı yol bu ama Türkiye mantıklı bir yolla yönetilmiyor.
“İKİ SEÇİM ARASINDAKİ O 10 AYDA ÇOK ŞEY OLDU”
2023 seçimlerinden son yerel seçimlere kadar geçen 10 ay içinde sizce ne oldu? Ekonomi 10 ay önce de kötüydü. Mayıs 2023’ten Mart 2024’e ekonomik göstergelerde olağanüstü bir değişiklik yaşanmadı. O dönem konuştuğumuzda da yine bölüşümdeki adaletsizlikten söz etmiştiniz. Evet, AKP’nin genel seçimlerde oy oranı düştü ama iktidarını korudu. O 10 ay zarfında Süleyman Demirel’in “Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur” sözü bir kez daha mı test edildi?
Vallahi tabii bu soruyu hepimiz sorduk ve soruldu da sorulacak da… Kaynakların popülist politikalarla geniş bir kitleye dağıtılması söz konusuydu. Bunu 2023’te yaptılar. Nasıl yaptılar? Bir kere faizler çok düşüktü. 2021’de olağanüstü yüksekti büyüme. Zaten kısmen yarısı pandemideki eksiklikten, sorunlardan, telafi edilmesinden gelmişti. Ama kalan kısmı hâlâ yüzde 5’in üstünde. 2022’de yüzde 5’in üstünde. Dışarıdan swaplar buldular. Onu yaptılar, bunu yaptılar. Ellerindeki kaynakları bütçe açığını artırma pahasına dağıttılar. Emekli maaşlarına çok ciddi reel zamlar yapıldı. Keza asgari ücrete ciddi reel zamlar yapıldı. Ayrıca Aile Sosyal Yardım Bakanlığı milyarlarca ilave para dağıttı.
Bütün 2023’te bu kaynakları tükettiler. 2024’te bir şey kalmadı. Bu yürütülen politik planların çöktüğünü görüp absürt ekonomi teorileri uygulamaya kalkıştılar. “Faiz düşük tutulursa enflasyon da düşer, ondan sonra büyük bir refah olur” minvalinde. Bunların tabii aksi oldu, enflasyon patladı gitti, büyüme bir sorun hâline geldi. 2021’de çok yüksek bir büyüme başarıldı. Ama ondan sonra yüzde 5’e, geçen yıl da yüzde 4,5’e düştü. Bu ortamda 2023’ün sonunda uyguladıkları politikaların tamamen hayal olduğunu ve Türkiye ekonomisinin hızla bir çöküntüye doğru gittiğini görünce Mehmet Şimşek’e verdiler yularları, ekonominin yönetimini. O da 2024 öncesi biliyorsunuz karşı çıktı emeklilere zamma, ilave ikramiyelere. Keza asgari ücret yılda bir defa ancak artırılacak. Artık eskisi gibi paralar dağıtılamaz o kadar. Faizlerden de hiç söz etmiyorum. Yüzde 10’lara düşmüştü. Şimdi yüzde 50’lerin üstünde. Dolayısıyla iki seçim arasında 10 ay var ama o sürede çok şey oldu.
CHP’ye bakıldığında sosyal yardımlar konusunda hem bir icraat hem bu icraat alanının genişleyerek süreceğine dair bir program görünüyor…. Şüphesiz bu sosyal yardım meselesi CHP’nin öne sürmüş olduğu bir şey değil. AKP iktidarının önemli bir bölümü boyunca benzeri yöntemi takip etmişti. Bu iktisadi manzara, “Türkiye artık sosyal yardımlara bağımlı bir ülke hâline geldi” mi diyor?
“Türkiye sosyal yardımlara bağımlı bir ülke hâline geldi” diyebilmek için milli gelir içinde sosyal transfer harcamalarının büyük bir yekûn tutması lazım. Bunu da ancak gelişmiş ülkelerde, o da sosyal devletin güçlü olduğu ülkelerde, genellikle Avrupa ülkelerinde görüyoruz. Bu açıdan bakarsak Türkiye tabii ki sosyal yardımlar ülkesi değil. Çünkü milli gelir içinde emekli maaşlarını sosyal transfer yapıyorsunuz. Çünkü çalışmayan bir kesime, çalışan kesimin ürettiği değerlerin bir kısmını alıp veriyorsunuz. Bunu çıkartırsanız geriye yüzde 5-6 gibi çok komik bir rakam kalıyor. Ne işsizlik tazminatı doğru düzgün çalışıyor, ne yoksullukla ilgili yardımlar yeterli. Ayrıca ne kadar hedefe yönelik o da kesin değil. Dolayısıyla zaten bir sosyal devlet değil bu hâaliyle Türkiye. Orada tabii ki bir alan var. Yükseltilmesi lazım bu yardımların. Ama bunun için de yüksek büyüme lazım. Gelir artışı her yıl yeterince yüksek olacak ki hiç olmazsa yüzde 5-6, buradan giderek daha fazla pay ayırabilsin ihtiyaç duyanlara, düşük gelirlilere, yoksullara ya da işsizlere. Bunu devlet artık yapamıyor. Dolayısıyla o boşluğu tabii CHP’li belediyeler doldurmak istiyorlar. Ama sonuçta onlar da tercihler yapmak zorunda. Çünkü onların da belli bütçeleri var. Eğer iyi idare ederlerse ki gelirler veya belediye hizmetlerinin satışından iyi etkili bir üretim, hizmet üretimi varsa para da kazanılıyor. Bunu İBB, bence İstanbul Büyükşehir Belediyesi, onu yakından bildiğim için iktidarın koyduğu engellere rağmen geçen 5 yıl içinde gösterdi. Burada başarılı olurlarsa ve yeterince bir gelir sağlarlarsa buradan hakikaten belediyeler de sosyal destekte bulunabilirler. Bulunuyorlar da kısmen. Bunu daha da artırabilirler. Ankara Belediyesi de hatta eleştiriliyor, “Sırf bunu yaptı başka bir iş yapmadı” diye. Doğru değil ama büyük ölçüde hakikaten sosyal desteği artırdı. Ama burada çok önemli bir nokta var. Diyelim ki gelirleri artırmayı başardılar. Bunun kimlere verileceğini, kimlere aktarılacağını çok isabetli bir şekilde tayin etmeliler. Bundan ben o kadar emin değilim.
Prof. Korkut Boratav: Şimşek’in Politikaları Çok Daha İnsafsız…