Prof. Dr. Doğan Göçmen, Türkiye’nin NATO’ya üye olduğundan beri özgürlükçü, cumhuriyetçi değerlerin yıkılması ve bunların yerine muhafazakâr değerlerin ikame edilmesi için azami çaba harcandığını, insanlık tarihinde Rönesans ile başlayan dünyevileşmenin tersine çevrilmek istendiğini belirtiyor.
Milli Eğitim Bakanlığının (MEB), eğitimde milli ve manevi değerlerin ön plana çıkarıldığı “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile eğitimde köklü değişikliklere hazırlandığı haberleri geliyor. Evrim ve biyoloji dersleri müfredatına “yaratılış felsefesi/inancı” eklenmek istenirken, ÇEDES gibi dinci vakıf ve derneklerle yapılan sözleşmelerle eğitimde tarikat ve cemaatlerin yolu açılıyor. Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından olan laik ve bilimsel eğitime Erdoğan iktidarları döneminde darbe üstüne darbe vuruluyor. Her geçen gün çağdaş, bilimsel, hurafelerden arındırılmış laik eğitime daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Eğitimde Erdoğan iktidarının hedeflerini ve eğitimin sorunlarını Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Göçmen ile konuştuk. İnsanlık tarihinde Rönesans ile başlayan dünyevileşmenin tersine çevrilmek istendiğini belirten Prof. Dr. Göçmen, uygulamaya konulmak istenen eğitim modeli ile hükümetin “Türkiye Yüzyılı” adı altında Türkiye’ye dair amaçladığı kapsamlı bir muhafazakâr dönüşüm projesinin eğitim ve öğretim üzerinden gerçekleştirilmesini amaçladığını kaydediyor.
“EVRİM VE BİYOLOJİ DERSLERİ BİLİM DERSLERİDİR”
Milli Eğitim Bakanlığının (MEB), eğitimde milli ve manevi değerlerin ön plana çıkarıldığı “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile eğitimde köklü değişikliklere hazırlandığı, evrim ve biyoloji dersleri müfredatına “yaratılış felsefesi/inancı” eklenmek istendiği belirtiliyor. Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
Bir şeyin önüne veya sonuna “felsefe” sözcüğü yerleştirildiği zaman o felsefi olmuyor. Burada felsefe sözcüğünün kötüye kullanıldığı kesindir. Felsefe bilimsel olmak, bilimlerin ürettiği bilimsel bilgiye dayanmak zorundadır.
Sözü edilen yaratılış efsanesi “kutsal” metinlerde dünyanın kökenini açıklamak için başvurulan efsanevi dâhice bir anlatıdır. Fakat özellikle 18. yüzyıldan bu yana evrim kavramına ve kuramına dair gözlemlenen gelişmeler bu efsanenin herhangi bir geçerliliğinin kalmadığını göstermektedir. Evrim ve biyoloji dersleri bilim dersleridir. Öğrenciyi bir bilim açısından, yani biyoloji açısından hakikatin gerçek bilgisiyle donatmak ile yükümlü olan bir derstir bu. Öğrenciyi hakikatin gerçek bilgisiyle donatmak, onu hakikatte yetkinleştirir ve böylece özgürleştirir. Alman filozof Immanuel Kant’ın tabiriyle gençlerimiz ancak bu şekilde aklını kullanmak için cesaret etmeye ve kendi başına düşünmeye eğitilebilir.
Fakat sözünü ettiğiniz uygulamaya konulmak istenen eğitim modeli, hükümetin “Türkiye Yüzyılı” adı altında Türkiye’ye dair amaçladığı kapsamlı bir muhafazakâr dönüşüm projesinin eğitim ve öğretim üzerinden gerçekleştirilmesini amaçlamaktadır. Bu açıdan bakınca ilgili model bilimsel bir eğitim sunmaktan çok, amaçlanan politik bir değişimin aracı olarak uygulanmak istendiğine ve böylece hükümet partilerine kadro devşirmek amacıyla düşünüldüğüne dair izlenimi güçlendirmektedir. Bu arada konunun uzmanları bu eğitim modelinin Amerika Birleşik Devletleri’nden olduğu gibi ithal edildiğini ve buna sözüm ona “yerli ve milli” değerler eklenmek istendiğini söylüyor.
Eğer bu izlenimimiz doğruysa, içine girilen eğilim, dar görüşlü ideolojik bir yaklaşımın ürünüdür. Genç kuşakların zihinlerini bilgiyle donatıp aydınlatarak onları 21. yüzyılın son derece karmaşık dünyasına hazırlamak yerine bazı ideolojik ön kabullerle şartlandırmak istenmektedir denilebilir. Bilimsel bilgi ile donatılmış zihne sahip gençlerin elde edeceği yöntemsel düşünme alışkanlığı yerine ‘dogmatik şartlanma’ ile formatlanmış zihin arasındaki farkı görmek zor değildir. Bilimsel bilgiden ve yöntemsel araçlardan yoksun, ideolojik olarak şartlandırılmış zihinler, aslında düşünme kapasitesini yitirmiş, çoraklaştırılmış zihinler olacaktır. Herhangi bir empati gücü geliştiremeyen, insan sıcaklığını içinde hissedemeyen akıl ve vicdan yoksunu zihinler.
Biyolojideki evrim teorisi ile “yaratılış felsefesi/inancı” arasında nasıl bir ilişki öngörülüyor? Laik ve bilimsel eğitime karşı bu konu bizim eğitim-öğretim müfredatımızda siyasal dönemler içinde nasıl ele alındı?
Amaçlanan değişim, yani dünyanın ve yaşamın kökenine dair bir efsanevi anlatıyı öğrenciye bilimsel bilgi sunmakla yükümlü olan bir bilim çerçevesinde işlemek, efsaneyi bilimsel bilgi ile eşit statüde ele almak anlamına gelmektedir. Oysa yaratılış miti veya mitleri, ne kadar devasa fantezilerin ürünü olursa olsunlar, insanların dünyanın ve yaşamın kökenine dair ilk ve dolayısıyla ilkel açıklama çabalarıdır. Bu konuda son 300 yılda kaydedilen bilimsel gelişmeleri, geliştirilen bilimsel araçları, kuramsal açıklamaları göz ardı ederek, genç zihinleri bu konuda elde edilen bilgi hazinesinden mahrum bırakırsak genç zihinleri hangi yüzyıla hazırlamış oluruz?
Kaldı ki evrim artık biyoloji ile sınırlanabilir bir kavram değildir. Neredeyse tüm bilimler, fizik, kimya, kültürel, sosyal ve beşeri bilimler, hepsi evrim kavramıyla çalışıyor. Yaradılış miti evrim kavramına eşit kılınmakla tüm bu bilimlerin temellerine saldırmak istenmektedir. Türkiye NATO’ya üye olduğundan beri toplumda cumhuriyetçi değerlerin yıkılması ve bunların yerine muhafazakâr değerlerin ikame edilmesi için azami çaba harcanıyor. Ülkemiz tüm tarihi boyunca biriktirmiş olduğu değerleri insanlığın en ileri kesimlerinin değerleriyle sentezleyerek kendisini insanlığın zirvesine taşımak yerine, amaçlanan müfredat değişikliği ile insanlarımız zihinleriyle bir taraftan yüzlerce yıl geride kalmış eski çağlara ve bu çağların mitleri üzerinden “öbür dünyaya” göçürülmek istenmektedir. Zihinleri bu şekilde şekillenmiş insanların, kendi çağlarının insanları ve özneleri olmayacağı açıktır. Bu yaklaşım ile insanlık tarihinde Rönesans ile başlayan dünyevileşme tersine çevrilmek istenmektedir.
“AKILLA DÜŞÜNEN İNSAN YERİNE İNANAN İNSAN TESİS EDİLMEK İSTENMEKTEDİR”
MEB’in dikkat çeken başka bir uygulaması da tarikat ve dinci cemaatler ile imzaladığı sözleşmeler. ÇEDES bunlar arasında en dikkat çeken uygulamalar arasında. Dinci vakıf ve dernekler ile yapılan sözleşmeler ile eğitimde tarikat ve cemaatlerin yolu açılıyor. MEB, dolayısıyla Erdoğan Hükümeti’nin hedefi nedir?
Toplumumuzun dinselleştirilmesi, tamamıyla yeni bir boyut kazanmıştır. Bunun için tüm araçlara ve yöntemlere başvurulmaktadır. ÇEDES uygulamasını, ‘Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’ çerçevesinde matematik eğitiminden çıkarılmak istenen ‘integral hesaplama’ ve basitleştirilmek istenen (ne demek ise) ‘küme kuramı’ eğitimi ile beraber düşünmek gerekir. Bu uygulamalarla akılla düşünen insan yerine inanan insan tesis edilmek istenmektedir.
Öğrenciler integral hesaplama çerçevesinde ileri seviyede birçok matematiksel işlemin nasıl yapıldığını öğrenmenin yanında verili bir işleve verili olmayan bir işlevi bulmaya çalışmakla her şeyden önce nedensel düşünmeyi, doğru ve zorunlu akıl yürütmenin ne olduğunu öğreniyorlar. Bildiğiniz gibi nedensel düşünme, bilimsel düşünmenin olmazsa olmazıdır.
İntegral hesaplamada öğrencinin verili nedene basit bir şekilde inanmak ve bundan rastgele kendisine ezberletilen sonuçları sorgusuz kabul etmek yerine; kendisine verilen işlevden tutarlı sonuçları çıkarabilmek için onu analiz etmesi, anlaması ve ondan tutarlı mantıksal sonuçlar çıkarması gerekmektedir. Dolayısıyla matematikte integral hesaplamayı öğrenen bir öğrenci ne basit bir şekilde kendisine verilen nedene inanır ne de ondan herhangi bir yöntemden yoksun bir şekilde çıkarılmış sonuçları kabul eder. Zira eğer hakkı verilerek öğretilirse integral hesaplama kendi başına düşünmeyi ve yargılamayı öğretecektir.
Öğrenciler küme teorisi çerçevesinde çokluğun birliğinin koşullarına dair içkin akıl yürütmesini öğrenirler. Küme teorisi çerçevesinde öğrenci verili öğelerin birliğini akıl yürüterek nasıl bulabileceğini öğrenir. Eş deyişle öğrenci küme teorisini öğrenirken, aynı zamanda kendisinden dini eğitim ve öğretim çerçevesinde basit bir şekilde inanması beklenen ‘biri’ (1’i) bizzat kendisi araştırıp kurmayı öğrenir. Bu durumda öğrenci, birin (1’in) yaratıcısı olarak kendisini kavrar. Oysa ülkemizde toplumun bir bütün olarak dinselleştirilmesi için amaçlanan muhafazakâr eğitim reformu öğrenciye verili bire (1’e) neden inanması gerektiğini vaaz eder. Küme teorisi ise tam da buna inanmayı değil, sorgulamayı öğretir. Büyük Alman filozofu Georg Wilhelm Friedrich Hegel, boşuna ‘insan eğitim aracılığıyla ikinci kez doğar’ dememiştir. İnsan eğitim ve öğretim aracılığıyla kendi kendisini yeniden yaratır.
Eğitimde amaçlanan muhafazakâr dönüşüm sonucu olarak öğrenciler bilimsel-mantıksal olarak nedensel düşünmenin ve mantıkla çokluğun birliğini düşünmenin, biri (1’i) araştırmanın ve onu kendi başına bizzat kendisinin kurmasının yöntemini öğrenmekten alıkonulacaktır. Bu uygulama, öğrencilerin henüz şekillenmemiş gencecik zihinlerini inanan zihne göre formatlamayı amaçlayan ÇEDES programıyla desteklenmek istenmektedir.
Bir ülkede bilim temelli eğitim-öğretim ile laiklik arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız? Ülkemizde durum nedir?
Laiklik, en basit tabirle dünyevi bir dünya görüşüne sahip olmak ve yaşamı buna göre örgütlemek demektir. Toplumun kendisini, yani ilişkilerini ve kurumlarını bir bütün olarak laiklik ilkesine göre düzenlemesi ancak güçlü ve yaygın bilim temelli bir eğitim ve öğretim programı ile mümkündür. Bilim temelli bilgi, insanı hakikate dair gerçek bilgi ile donatır. Gerçek bilgi ile donatılmış insan doğru düzgün düşünmeyi, doğru karar vermeyi ve buna uygun tutarlı eylemeyi öğrenir. Bu, bütünlüklü, özgür ve ahlaki bir kişilik için mutlak koşuldur. Bilim temelli eğitim almamış, bütünlüklü bir dünya görüşü geliştirememiş bir insanın tutarlı ahlaki bir kişilik geliştirmesi ve tutarlı, özgür bir yaşam sürmesi mümkün olmayacaktır.
“ANLAYIŞI HÜR, AKLI HÜR, VİCDANI HÜR BİREYLERİN YETİŞTİRİLMESİ GEREKİR”
Bir ülkenin kalkınmasında, çağdaş uygarlık yolunda ilerlemesinde, hurafelerden arınmış bilimsel eğitimin önemini nasıl tarif edersiniz?
Bir ülkenin çağdaş uygarlık yolunda ilerlemesi, insanlığın en gelişmiş değerlerini sahiplenerek kendisini her bakımdan insanlığın gelişiminin zirvesine taşımaya çalışması anlamına gelir. Cumhuriyetimizin 10. kuruluş yılından beri ülkemizi “dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine” ve kültürümüzü “muasır medeniyet” seviyesine taşımak Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından açıkça ilan edilmiş amacımızdır. Fakat bu, basit bir şekilde kendiliğinden elde edilmez, bunu yapabilmek için gerekli koşulları sağlamak gerekir. Toplumun tüm bireylerini bunun gereği olarak bilimsel en son bilgi ve en gelişmiş kültürel yaşam tarzına göre eğitmek gerekir. Kültürümüzü “muasır medeniyet” seviyesine taşımak, mevcut hükümetin de açıklamış olduğu amacıdır. Fakat seçilen yol, toplumumuzu ve kültürümüzü insanlığın zirvesine taşımak yerine Ortaçağ uygarlığına geri götürmeyi amaçlamaktadır. Ülkenin kalkınması; bilimle, felsefeyle, sanat ve kültürle olur. Bunun için irfanı, yani anlayışı hür, aklı hür, vicdanı hür bireylerin yetiştirilmesi gerekir. Bu ise çağdaş, laik, bilimsel eğitim ile olabilir.
Bir felsefe Hocası olarak bugün okullarımızdaki felsefe eğitimini hakkında neler söylersiniz? Laik ve bilimsel eğitim için felsefe eğitiminin önemi nedir?
Laik bilimsel eğitim her bir öğrenciyi kendi başına düşünme ve davranma kapasitesi ile donatır. Öğrencilerin hayatlarının ilerleyen evrelerinde yaşamlarını özgürce, bütünlüklü ve tutarlı, ahlaki bir kişiliğe sahip bireyler olarak şekillendirmelerinin ön koşuludur bu. Modern felsefenin kurucularından Fransız filozofu René Descartes, boşuna “düşünüyorum, o hâlde varım” dememiştir.
Eğitim ve öğretim aracılığıyla öğrenciye düşünme, eleştirel ve özeleştirel düşünme, diğer bir deyişle kendi başına düşünme yöntemi öğretilir. Kendi başına düşünme yöntemi öğretilen öğrenci aynı zamanda içinde bulunduğu dünyaya ve içinde yaşadığı çağın toplumuna dair bilgi ile donatılır. Böylece onların özgürce düşünüp eyleyebilmesinin koşulu sağlanmış olur. Öğrenci, öğrenmiş olduğu düşünme yöntemi ile tüm bunları yaratıcı bir şekilde kendi hayatına uyarlar.
Bunun için çocukların sosyalleşme süreçlerinde ta ailenin içinde başlamak, okullaşma ile devam etmek, orta ve yükseköğretimde tüm disiplinlerde sürdürülerek, felsefe eğitiminin verilmesi ve felsefe öğretiminin sunulması gerekmektedir. Hatta felsefe öğretiminin yaşam boyu öğrenim çerçevesinde gönüllü bir şekilde sürdürülmesi için yaşam ve çalışma koşullarının buna uygun düzenlenmesi gerekmektedir. Fakat ülkemizde ne yazık ki tersi bir yönelim söz konusudur. Felsefe eğitimi ve öğretimi hayatın her alanından çıkartılmaktadır. Bu yönelimin özgürce kendi başına düşünen ve davranan bireyler yetiştirmeyeceği açıktır. Tersine bu yönelim sonucu yaratılmak istenen felsefesiz eğitim ve öğretim, bireyleri her bakımdan başkalarına bağımlı kılacak ve kendi hayatını yönetemez duruma getirecektir.
Eğitimin laik ve bilimsel niteliği her geçen gün yara alırken neler yapılmalı? Gelecek kuşaklara karşı bir sorumluluğumuz yok mu?
Çağdaş Alman filozoflarından ve siyaset bilimcilerinden Ingeborg Maus kapitalizmin mevcut gidişini “feodalleşme” olarak tanımlar. Ülkemizde hükümetin eğitim ve öğretim alanında içinde bulunduğu genel eğilim dikkate alındığında Maus’un bu gözleminde çok haksız olmadığı anlaşılmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki devlet en önemli görevlerinden olan yurttaşların eğitimi ve öğretimi yükümlülüğünden her geçen gün daha çok vazgeçmektedir. Bu durumda yurttaşlar olarak bizlerin iki yönlü bir görevi vardır: Bir yandan devlet üzerinde eğitim ve öğretim yükümlülüğünden vazgeçmemesi ve eğitimin ve öğretimin içeriğinin laik ve bilimsel olması için baskı oluştururken, diğer yandan inisiyatif alıp çocuklarımızın çağın en gelişkin bilgi, yöntem, yetenek ve becerileri ile donatılması için kendimiz olanaklar yaratmak zorundayız. Buna 19. yüzyılda eğitimleri ve öğretimleri ihmal edildiği için işçilerin inisiyatif alıp kurdukları işçi eğitim ve öğretim dernekleri örnek alınabilir. Kaldı ki bizde de buna model oluşturabilecek, teorik yetenekleri ve pratik becerileri bakımından evrensel insan yetiştirmeyi amaçlayan Köy Enstitüleri vardır. Her mahallede ve her sokakta çocuklarımız, gençlerimiz ve yetişkinlerimiz için ailelerin kendilerinin kurup yönettiği bilimsel eğitim dernekleri vs. neden kurulmasın?