Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Yerel Yönetimler Genel Müdürlüğü’nün 1 Ocak 2024 tarihli genelgesinde, belediyelere bağlı “kreş adı altında açılan” ancak Milli Eğitim Bakanlığı kapsamına girmesi gereken eğitim-öğretim faaliyetlerinin yürütüldüğü merkezlerin tespit edildiği belirtiliyor.
Valiliklere gönderilen yazıda, hâli hazırda açık olan kreşlerde eğitim-öğretim faaliyetlerinin durdurulması için uyarı yapılması ve bu tür yeni yerlerin açılmasının engellenmesine yönelik kararlar bildirildi. Ancak yaptırım kararlarının net olmaması, özellikle muhalefet tarafından ciddi bir tepkiyle karşılandı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Türkiye Belediyeler birliği Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel yaptıkları açıklamalarda, bu yazının esas amacının, anayasaya yapılan atıf üzerinden düşünüldüğünde, belediyelere bağlı kreşlerin kapatılması olduğunu öne sürdü.
Milli Eğitim Bakanı ise bu iddiaları reddederek, amacın kreşleri kapatmak olmadığını, “kreşlerde okul öncesi eğitim kurumlarının programında yer alan eğitim-öğretim faaliyetlerinin yapılamayacağı” kararının uygulanması için yapılan rutin denetimlerin bir sonucu olarak yazının gönderildiğini belirtti.
Anlaşılan o ki belediyelerin işlettiği kreşlerde okul öncesi eğitim-öğretim faaliyetleri yürütüldüğü tespit edilirse, bu kreşler kapatılabilir. Çünkü bir kurumun okul öncesi eğitim programı uygulayabilmesi için Milli Eğitim Bakanlığı’nın onayı gerekmektedir.
Peki, her şey yasalara uygun ilerliyorsa ve rutin denetimler yapılıyorsa, bu kreş meselesi neden günlerdir siyasetin gündeminde?
Ebeveynlerin ve Çocukların İhtiyaçları Nerede?
Hükümet ya da muhalefet kreş konusunu gündeme taşıyacaksa, bunun odak noktasının ebeveynlerin ve çocukların karşılanmayan ihtiyaçları olması gerekirdi. Bugün hem merkezi yönetime bağlı kreşlerin hem de belediye kreşlerinin durumu ortada.
Kreşler genellikle büyükşehirlerde ve merkezi ilçelerde yaygın. Ancak ülkenin çoğu bölgesinde kreş hizmetine ulaşmak pek mümkün değil. Var olan yerlerde de merkezi devletin ya da yerel yönetimlerin kapasitesi talebi karşılayamıyor. Bu nedenle aileler ya yüksek maliyetli özel kreşlere başvurmak zorunda kalıyor ya da çocuklar aile içinde sağlanan bakım emeğiyle, çoğu zaman sağlıksız pedagojik koşullarda büyüyor. Aileden bakım desteği alınamadığında ise kadınlar işlerini bırakıp çocuk bakımını üstlenmek zorunda kalıyor.
Kreşlerden yararlanabilen aileler için bile hizmetlerin kalitesi ciddi bir sorun. Barınma ve beslenme koşulları standartların altında, çocuklar niteliksiz bir eğitim sürecine maruz kalıyor. Bunların yanında bir de şiddet ya da kötü muameleye ilişkin bir denetim mekanizması da yok.
Kadınlar İçin Kreşlerin Önemi
Bakım yükünün çoğunlukla kadınlara yüklendiği bir aile yapısında, kreşler kadınların sosyalleşmesi ve istihdama katılması için kritik bir öneme sahip. Çocukların yaşadığı her sorunda “kötü anne” ilan edilen kadınların, bu temel haktan yoksun bırakılması toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin göstergelerinden biri durumunda.
Beş çocuğun evde çıkan bir yangında hayatını kaybettiği trajik olayda da görüldüğü gibi, bir sosyal devletin ve sosyal belediyeciliğin gereği olan basit bir kreş hakkı dahi sağlanamadığında, yine kadın suçlanmış, temel sorun görmezden geliniyor.
Siyaset Alanı Haline Getirilen Kreşler
Bu noktada şu soru akıllara geliyor; okul öncesi çocukların beceri geliştirebileceği kreşler siyaset malzemesi haline getirilebilir mi? Maalesef getiriliyor. Türkiye’de korunamayan çocuklar, işin içine rant giren her noktada sermayenin ilgisini çekiyor. Çocuklar üzerinden kazanılan onca para, onların geleceğine yatırım olarak geri dönmüyor.
Eğitimdeki nitelik sorunları ortadayken, çocuklar ve gençler iyi bir eğitim alabilmek için çırpınıyor. Ancak özellikle yoksulluk baskısı ve çaresizliğiyle tarikatlar, cemaatler ya da radikal grupların etkisi altında birer oyuncak haline geliyor.
Kreşler ve okul öncesi eğitim hizmetleri, hem çocukların hem de kadınların geleceği için acilen ranttan arındırılmış bir sosyal politika zemininde ele alınmalıdır. Bu ülkede hem iktidarın hem muhalefetin hem sivil toplumun ortak sorumluluğudur.
Konu ile ilgili olarak Fikir Gazetesi’ne konuşan Kadın Koalisyonu’ndan Işıl kurnaz, “Belediyelerin kreş açmasını engellemeye dönük son tartışma, hem Belediye Kanunu’nda belediyeler için öngörülmüş mahalin yerel ihtiyaçlarını karşılaması şeklindeki pozitif yükümlülüğün hem de Anayasa’nın sosyal devlet ilkesinin içini boşaltan bir adımdır.” ifadelerini kullanıyor.
Belediyelerin, yerel halka en doğrudan ve yakın temas edebilecek olan hizmet birimleri olarak toplumsal ihtiyaçları en yakından ve hızlı tespit edebilecek idari oluşumlar olduğunu hatırlatan Işıl Kurnaz, “Kadınlar için özellikle önemli olan kreşler için yürütülen bu tartışma ise bakım yükümlülüğünü sürekli kadının sorumluluğunda kılmaya çalışan bir siyasal iktidarın niyetini de gösteriyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın güncel kreş sayısı 86, belediyeler ise en azından mahalde yaşayan halkın ihtiyaçlarına dönük kreş hizmeti sunmasıyla hem çalışan kadınlar için hem de çocuk hakları açısından çok önemli bir boşluğu dolduruyorlar. Belediyelerin bu yetkisinin elinden alınması, hem yereldeki insanların sosyal devlet ilkesi gereği haklarını ihlal ediyor, hem zaten çocuk bakımını kadınlara yükleyen bu toplumsal düzende kadınları çalışma hayatından koparma riski taşıyor, hem de yerel idareleri zayıflatarak güçsüzleştiriyor. Çocukların da eğitim ve sosyalleşme imkanlarını elinden alarak onlara zarar veriyor. Halbuki güçlü yerel idareler, güçlü vatandaşlar yaratırlar çünkü vatandaşların ihtiyaçlarını en hızlı ve işlevsel karşılayacak olan birimler yerel idarelerdir. Bu tartışma ise sosyal devlet ile vatandaş arasındaki bağı kesmekte, bir bölgede yaşayan kadınların nefes imkanlarını da elinden almaktadır.” değerlendirmesinde bulunuyor.
Kadının İnsan Hakları Derneği’nden Damla Eroğlu ise, Fikir Gazetesi’ne yaptığı açıklamada, “Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin olduğu ve devletin bu eşitsizliği ortadan kaldırmayı hedeflemediği toplumlarda çocuk, yaşlı, engelli bakım emeği kadının “doğal” görevi olarak kodlanır ve bu anlayışla oluşturulan sosyal politikalar kadının bakım emeğini hane içinde garantiye alacak şekilde düzenlenir.” vurgusu yapıyor.
Eroğlu, “AKP hükümetleri oluşturdukları sosyal politikaların temelinde, toplumsal cinsiyet eşitliğini bir hedef olarak kabul etmediklerini defalarca ve çeşitli vesilelerle ifade ettiler. Bu nedenle belediyelerin kreş hizmetlerine yönelik müdahale çabasını sadece siyasal olarak iki partinin çatışması ve siyasi mücadelenin bir parçası olarak değerlendiremeyiz.” uyarısını dile getirerek şunları ifade ediyor:
“Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin olduğu bir toplumda çocuk bakımı nedeniyle iş hayatına katılamayan kadınlara, ucuz, nitelikli ve ulaşılabilir kreş hizmetinin sunulması kadınların ekonomik ve sosyal hayata katılmasını sağlayarak toplumsal cinsiyet eşitsizliğini zayıflatır, devletin asli görevi bu eşitsizliği ortadan kaldırmak olmalıdır. Yani kreş dediğimizde, kadınların sosyal ve ekonomik hayata eşit katılımını, çocukların ise gelişim ve eğitim hakkını anladığımız gibi, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadelenin önemli bir aracından bahsediyoruz.”