Orada Öylece Duracak mıyız?

Çocuk yaşta evlilik, uluslararası hukukta cinsiyete dayalı şiddetin bir biçimi olarak kabul edilir. Her ikisi de insan hakları ihlalidir. Dünyada her üç saniyede bir kız çocuk evlendiriliyor. 

Çoklu krizler çağında çocuk yaşta evliliğin nedeni artık ne sadece kültürün karanlığı ne de sadece yoksulluk. Başta, ‘var olmayan’ veya eksik/yanlış kurulan politikalar olmak üzere, çocuk yaşta evliliklerin doğrudan ve dolaylı pek çok sebebi var: Gelir adaletsizliği, derin yoksulluk, çarpık kentleşme, göç ve yerinden edilme, iklim krizi, evliliğin ve ailenin kutsanması, üreme baskısı, kadın korkusu ve düşmanlığı, heteroseksizm, muhafazakarlık, çatışmalar, salgınlar… Çocukların evlendirilmesine etki eden faktörler bu kadar çeşitlenmişken, bu sorunla mücadele stratejilerinin de güncellenmesi gerekiyor. 

Çoğu kağıt üzerinde kalan hakların eşitlikten korkmayan yöneticiler, kadın düşmanı olmayan politikalar ve kişi onurunu koruyan uygulamalarla yeniden ayağa kalkması lazım. Değilse 650 milyon çocuk yaşta evlilik vakası listesine Türkiye’den katkılar yapmaya devam edeceğiz! Yasaların, gelenek adı altında insan/canlı hakları ihlallerini meşrulaştıran toplum sözleşmelerinin arkasından el salladığı değil, bunların önünde yürüdüğü bir politikalar repertuarına ihtiyacımız var. 

Çocuk yaşta, erken ve zorla evlilikler bir kültür normu olarak varlığını sürdürüyor. Bir ‘küçük devlet’ olarak ele alınan aile kurumunu yücelten politikalar aileyi oluşturanların haklarını, önceliklerini, ihtiyaçlarını görünmezleştiriyor ve eşitsizliği süreğen hale getiriyor. Ataerkil, muhafazakar ve kapalı bir kurum olarak Türkiye tipi aile, toplumsal cinsiyete dayalı suçların en yoğun olduğu yer. Oysa koruyucu ağlar kişileri her türlü şiddet ve istismardan uzak tutabilir ve aile ancak ters yüz edilip ‘hak’ bakışlı bir yerden tanımlanırsa koruyucu bir ağ olabilir. Yaşadığımız ülke, kızlarını sevmiyor. Çünkü kadın kimliği ve bedeni toplumun büyük bir bölümünde halen aileye bir tehdit olarak görülüyor. Hanede gelip geçici bir misafir sayılan ve bir an önce evlenip gitmesi beklenen kız çocuklar evliliği kaçınılmaz bir ödev olarak benimsiyor. Ataerkil toplum düzeni kız çocuğun denetimi babadan kocaya devredilince rahatlıyor çünkü kızlar, aleni veya örtük, bir namus yükü! 

Cinsiyetlendirilmiş ve cinselleştirilmiş bir kavram olan namus halen toplumun bilinçaltında yalnızca kadınların taşıması, koruması, kız evlatlarına devretmesi, bu devri o çocuk evlenene kadar gözetim altında tutması beklenen bir soyut bilgi. Esasen neyi kimden ne sebeple korumamız gerektiğini bilmiyoruz ve niçin namusun kadınlara özgülendiğini, kadın bedeninin neden kötülendiğini anlayamıyoruz. Tıpkı içinde yaşadığımız toplumun, ayrıcalıkları erkeklerin önüne kovayla boşaltırken eşitlik ve adalet gibi değerleri sorgulama becerisini bu çağda bile halen edinememiş olmasını anlayamadığımız gibi. 

“Babam Karar Verdi”

Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği’nde yaptığımız “Çoklu Krizler Çağında Çocuk Yaşta Evlilikler” saha araştırması, evlilik algısı ve motivasyonunun toplumsal cinsiyetine bakıyor: Araştırma sonuçları 18 yaşından önce yapılan evliliklerin yüzde 74+’ünde evlilik kararının baba tarafından verildiğini gösteriyor. Bu sonuç bize şunu söylüyor: Çocuk yaşta evliliklerin en önemli sebebi, aile ve ebeveyn! Ebeveyn yokluğunun çocuk yaşta evlilikleri hızlandırdığı bir gerçek olsa da, anne-babası veya bakım veren üçüncü kişiler de çocukların evlendirilmesinde en önemli etken olabiliyor. 

Siyasi ve ekonomik krizler, işgaller ve çatışma ortamları, çoğuna insanların sebep olduğu doğa felaketleri, COVID-19’un devam eden etkileri ve hayat pahalılığı çocuk yaşta evlilik riskini artırıyor ve kız çocukların insan haklarını geriye götürüyor. Dünya genelinde son 30 yılda elde edilen kanıtlar, çatışmalardan etkilenen kız çocukların, çatışma bölgeleri dışında yaşayan kız çocuklara kıyasla yüzde 20 daha fazla çocuk yaşta evlilik riski altında olduğunu gösteriyor. İklim değişimi ise çoklu hak ihlalleri yaratan bir kriz olarak yanı başımızda; iklime bağlı kriz ve felaketlerin 2050 yılına kadar 40 milyon kız çocuğu evliliğe zorlayacağı tahmin ediliyor. 

Çocuk hakları örgütü Save the Children dünya genelinde hükümetlere bu 4C’nin (COVID, Conflict, Climate Change and the rising Cost of Living – COVID, Çatışma, İklim Değişikliği ve artan Hayat Pahalılığı) çocuk yaşta evlilikle mücadeleyi kolaylaştıracak araştırmalar yapmaları çağrısında bulunuyor. Yaşadığımız ülkede bu etkileri anlamayı, böylece politika ve eylem planları geliştirirken çoklu krizleri hesaba katmayı sağlayacak güncel, kapsayıcı, erişilebilir ve güvenilir resmi istatistikler olmadığı gibi, bu yönde bir plan, niyet ve irade de yok. Örneğin COVID-19 pandemisinin en önemli sonuçlarından biri 13 milyon kız çocuğun daha evlendirileceğiydi. Salgında okulların kapanması, dünya genelinde yaklaşık 1,6 milyar çocuğun eğitimini kesintiye uğrattı. Kız çocukların okuldan uzak kaldığı süre uzadıkça okula dönme olasılığının azalması çocuk yaşta evliliği hızlandırıyor. 

Bu ve benzeri veriler birçok ülkede dikkate alınıp önleyici ve koruyucu mekanizmaları güçlendirmede hükümetlere kaynaklık ediyor. Sivil toplum örgütleri ise kanıt temelli savunuculuk için eşitlik/eşitsizlik verisi toplamaya çalışıyor; bunu sınırlı kaynak ve insan emeğiyle yapıyor. Katman katman biriken krizlerin çoklu hak ihlallerini beraberinde getirdiği bu çağda ayrıştırılmış veriye her zamankinden fazla ihtiyacımız var. 

Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği’nin kanıt temelli savunuculuk için geliştirip Adana’da dokuz ayrı lokasyonda yürüttüğü saha araştırmasının sonuçlarından biri katılımcıların yaklaşık üçte ikisinin okula hiç gitmemiş olması. 18 yaşından önce evlendirildiğini söyleyen 171 kadının dörtte üçü örgün eğitimin dışında kalmış. Eğitim hakkı ile çocuk yaşta evlilikler arasındaki sebep-sonuç ilişkisi çift yönlü işliyor; toplumsal cinsiyete dayalı kalıplar nedeniyle eğitime katılması engellenen kız çocukların bir an önce evlenmesi, böylece kültürün kadınlara yüklediği ev kadını ve anne rolünü üstlenmesi bekleniyor; diğer yandan nişanlılık ve evlilik nedeniyle kız çocuklar okuldan geri dönmeyecek biçimde uzaklaşıyor. Eğitim hakkının gaspı kız çocuklar için ileride istihdam olanaklarından yararlanamamak anlamına da geliyor. Araştırmaya katılan 206 kadının 142’si işi/mesleği sorulduğunda ‘ev hanımıyım’ diyor. Görüşülen kadınların 47’si tarım işçisi. Nitelikli eğitim ve mesleki becerilerden yoksun bırakılan kadınlar düşük ücretli, güvencesiz ve çok zahmetli işlerde çalışmak zorunda kalıyor. 

Kişilerin Hakları ve Refahı mı, Aile Kurumunun Bekası mı? 

Kadınlar hemen her ülkede, yaşamlarını zorlaştıran, anlamsızlaştıran, kesintisiz bir mücadeleye mecbur bırakan baskılarla yüz yüze. Öğretilmiş kadınlık ve erkeklik rolleri bireylerin haklarını, refahını, sağlığını ve mutluluğunu değil, aile kurumunun bekasını ön planda tutmayı gerektiriyor. Kadın korkusu toplumda öyle derin ki kadın ve erkeklerin tek başına bir hayat kurması istenmiyor. Bekarlık halen düşük bir statü! Evlenmemenin, yaygın anlamıyla ‘aile’ kurmak istememenin ve çocuksuzluğun kişilerin seçimi ve hakkı olduğuna dair bir toplumsal mutabakat henüz yok. İdrak yollarımız tıkalı olduğundan değil; içine doğduğumuz kültürü sorgulayıp dönüştürmeye cüret etmediğimiz, bu öğrenilmiş çaresizliği norm kabul ettiğimiz, aklımız sıra bir düzeni korumaya kişi onurunu feda etmeyi makbul saydığımız için. Biçim veremediğimiz şeylerin biçimini almayı dert edinmediğimiz her evresinde yaşam bize deste deste ayrımcılıkları, ihmali, istismarı, hak kaybını ve şiddeti getiriyor. 

Eşi tarafından dövülüp sövülmüyor olmayı mutlu bir evlilik olarak kodlayan kadınlarda mı kabahat? Yoksa kız çocukları daha bebekken evliliğe hazırlayan, onlar adına kararlar alan, eğitimlerine değil çeyizlerine yatırım yapan ebeveynde mi? Gündelik yaşamı bir krizler yumağına dönüştüren siyasi kargaşalar, giderek derinleştirilen yoksulluk, kültüre dayalı önyargılar-ön kabuller ve elbette hepsinin kesişiminde bir yıldız gibi parlayan(!) toplumsal cinsiyet eşitsizliği asıl kabahatli olan. Kadınlara karşı suçların akıl almaz artışı ve kamusal alanın güvensizliğine karşı bir önlem olarak kadınları evlenmeye zorlamak kültürün çelişkisi olduğu kadar, eşitsizliğin hacminin de göstergesi. 

Uçan Süpürge Derneği’nin araştırması bu gerçekliğe de işaret ediyor. Algı ve tutumun da ölçüldüğü araştırmada katılımcıların yüzde 55’i “Ergen kız çocuğu taciz ve istismardan korumak için evlendirmek anlaşılır bir durum” önermesine katılıyor. Bu oran, oğlan çocuklar söz konusu olduğunda yüzde 62’ye çıkıyor. Bu çarpıcı sonuç bize iki şey söylüyor: Kadın bedeni ve kimliğine yönelen suçlardan korunmak için, içinde şiddet olup olmayacağının bilinmediği bir evliliği çözüm olarak devreye sokmak yaygın bir tutum. 

İkincisi de erkeklere yönelik cinsel suç riskine dair hassasiyetin toplumun bilinçaltında kadınlara oranla daha yüksek olması. Öyle ki, “Ergen oğlan çocuğu suça bulaşma, madde kullanma gibi sokaktaki risklerden korumak için evlendirmek anlaşılır bir durum” önermesine gelen “katılıyorum” yanıtlarının oranı dahi onun altında kalıyor (yüzde 54). Kız çocuklara dair önermeye katılanların oranı ise yüzde 60. Bu da erkek dünyasıyla özdeşleştirilen ve sırf bu yüzden oğlan çocukların öğrenilmiş yatkınlığı diyebileceğimiz suça bulaşma ve madde kullanımından kız çocukların evlendirilerek korunması motivasyonunun cinsel tacizden daha güçlü olduğunu gösteriyor. 

Cinsellik ve beden tabusu yeni değil. Çocuk yaşta evliliklerde karar vericilerin zihin haritasında halen en geniş yere sahip gerekçelerden biri. Cinselliği evlilikle başlatan toplumsal öğreti, bedensel arzunun ancak böyle yaşanabileceğini söylüyor. Keşif ve merak çağındaki çocukların bir an önce evlenmeyi istemesinin ardında bu da var. Yetişkinler ise evlilik dışı cinsel birlikteliği onaylamıyorlarsa, bunun gerçekleşmesinden korkuyorlarsa (haklı veya haksız olabilirler) çocukların ilişkisini resmiyete dökme telaşına kapılabiliyor. Buradaki resmiyet, lafın gelişi. Uçan Süpürge Derneği’nin araştırması gösteriyor ki çocuk yaşta evliliklerin (gönüllü veya gönülsüz birlikteliklerin) çoğunda resmi nikah olmaksızın dini törenle evlendirme pratiği mevcut. Araştırma ayrıca, 206 katılımcıdan 131’inin ergen bir kız çocuğun cinsel ilişki yaşadığı kişiyle evlendirilmesini normal ve kabul edilebilir saydığını ortaya koyuyor. Oğlan çocuklar bağlamında buna ‘katılıyorum’ diyenlerin sayısı 125. 

Çocuk yaşta, erken ve zorla evlilikler eğitim hakkı, şiddetten korunma, cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetlerine erişim başta olmak üzere eşit, özgür, onurlu, sağlıklı ve güvenli bir yaşam hakkının pek çok unsurunu olumsuz etkiliyor. Kız çocukların hakları var. Bunlardan biri de evlendirilmeye hayır demek. Bunun tek başına yeterli olmadığını, çocukların duyulmadığını ve hesaba katılmadığını, toplumsal cinsiyet eşitliği ve insan hakları temelinde kurulmuş ülke politikası olmadığı için de hayır demenin yasal dayanaklarının yetersiz kaldığını biliyoruz. Hak ihlalleriyle mücadele birçok sebeple giderek daha da zorlaşıyor, savunmasız olanlar daha da güçsüzleşiyor, yasal kazanımlar geriye gidiyor. Haklara erişim ve adalet arayışı daha çetin bir mücadelenin stratejilerini belirlemeyi gerektiriyorsa da hak savunucuları olarak nefesimiz bazen buna yetmiyor. 

Ne var ki, eşitlik ve adalet için sesimizi gürleştirenin dayanışma olduğunu da biliyor, eylemeye, söylemeye, tartışmaya, araştırmaya, yazıp çizmeye, kapıları çalmaya, bir araya gelmeye, düşünmeye ve hak savunmaya devam ediyoruz. Ya ne olacaktı? Orada öylece duracak mıydık?

*Selen Doğan (Uçan Süpürge Kadın İletişim ve Araştırma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı)

*Araştırma Eşit Haklar için İzleme Derneği ve İnsan Hakları Bilgi ve Belge Sistemleri (HURIDOCS) ortaklığında yürütülen proje kapsamında Avrupa Birliği tarafından desteklendi. Araştırma verilerine Uwazi veri tabanında erişebilir.