İzmir Kültürpark’ta düzenlenen İzKitapFest kapsamında FİKİR Dergisi tarafından organize edilen Fikir Söyleşileri’nin en dikkat çekici oturumlarından biri, psikolog Selin Kılıç ve psikoterapist Eda Pınar’ın katılımıyla gerçekleştirildi. “Şiddet, korku ve yalnızlığa rağmen: Çemberi nasıl genişleteceğiz?” başlıklı söyleşide, Türkiye’deki politik baskı ortamının bireyler üzerindeki psikolojik etkileri, kolektif iyileşmenin olanakları ve dayanışma zeminlerinin nasıl kurulabileceği tartışıldı.
Ruh sağlığı ve siyaset: Korku nasıl üretiliyor?
Söyleşinin açılışında söz alan psikoterapist Eda Pınar, günümüz Türkiye’sinde ruhsal sorunların yalnızca bireysel nedenlerle değil, doğrudan politik iktidarın kurduğu yapılarla ilişkili olduğunu ifade etti. Ana akım psikolojinin “tarafsızlık” kisvesi altında bu yapıları görünmez kıldığını, böylece mevcut iktidar ilişkilerine zımnen ortaklık ettiğini vurguladı.
AKP’nin “Türkiye Yüzyılı” söylemini, inkâr, asimilasyon ve şiddetle özdeşleştiren Pınar, halkın hak, hukuk ve adalet taleplerinin sistematik biçimde bastırıldığını belirtti. “Bu kadar yaygın şiddeti yalnızca psikolojik kavramlarla açıklayamayız,” dedi. Manipülasyonun kitleler üzerinde korku iklimi yarattığını, bu korkunun ise bireyleri yalnızlaştırdığını dile getirdi.
Korkunun yönü değişiyor: Birlikte direniş mümkün mü?
Pınar’a göre son dönemde yaşanan öğrenci eylemleri ve kamusal alanlardaki dayanışma girişimleri, uzun süredir egemen olan “çekilme ve susma” halini tersine çevirmeye başladı. Bu dönüşümü “korkunun yön değiştirmesi” olarak niteledi. “Şiddet yalnızca güçlü olanın değil, güçsüz bırakılanın da aracına dönüşebilir. O nedenle bugün korkuyu yeniden tarif ediyoruz,” dedi.
Gezi Direnişi sonrasında oluşan büyük bastırılmışlığın ardından gelen bu yeni hareketliliği, “68 Paris’i kadar heyecan verici” bulduğunu belirten Pınar, özellikle öğrencilerin öncülüğünde gelişen yeni eylemlilik biçimlerinin “çemberleri büyütme” yönünde umut verdiğini söyledi.
Manipülasyondan yalnızlığa: Ruhsallık nasıl bastırılıyor?
Söyleşide bireyin kendi gücünden utandırılmasının, manipülasyonun en etkili biçimlerinden biri olduğu vurgulandı. Taleplerin bastırılması, karşılık bulamayan bireyin enerjisini içe yöneltmesine, öfkesini kendine ya da en yakındakilere çevirmesine neden oluyor. Eda Pınar, varoluşçu psikolog Rollo May’e atıfla “bastırılan öfkenin politik karşılık bulamadığında yıkıcı bir iç çöküşe dönüştüğünü” ifade etti.
Yalnızlığa karşı çember: Dayanışmanın iyileştirici gücü
Psikolog Selin Kılıç, konuşmasına şu güçlü ifadeyle başladı: “Yalnızlığı kırmak, korku duvarını delmektir.” Grup terapisi ve psikodrama yaklaşımından gelen Kılıç, bireysel iyileşmenin ancak kolektif süreçlerle mümkün olabileceğini vurguladı. “Psikodramanın ana malzemesi toplumsallıktır. Tek başına iyileşmek diye bir şey yoktur, grupça iyileşiriz,” dedi.
Kılıç’ın aktardığı örnekler, mücadele alanlarında görünmeyen eksikliklere dikkat çekti. Ekonomik güvencesizliği nedeniyle eylemlere katılamayanlar, 10 Ekim travmasından sonra kalabalıklarda gerilenler, depresyon veya kaygı bozukluğu yaşayanlar… “Bu kişiler mücadelede yok diye onları apolitik sayamayız. Bu eksiklikleri anlamak, dayanışmanın bir parçasıdır,” dedi.
Günlük hayatın içinde örgütlenmek: Altın günü politik olabilir mi?
Katılımcılardan gelen “dayanışma pratikleri nasıl çoğaltılır?” sorusu üzerine Kılıç, gündelik hayattan örneklerle yanıt verdi: “Feminist hareketlerin bilinç yükseltme toplantıları, mahalle grupları, hatta altın günleri bu işin çekirdeği olabilir. Küçük gruplar, gerçek ilişkiler kurar.”
Benzer biçimde, üretim temelli örgütlenmelerin (kooperatifler, bahçe çalışmaları, sanat kolektifleri) hem yabancılaşmayı azalttığını hem de kriz anlarında dirençli zeminler sunduğunu belirtti. “İktidar her yere sızıyor diyorsak, bizim de kendi küçük komünlerimizi kurmamız gerekir,” dedi.
Bir düşman olmadan bir arada olabilir miyiz?
Konuşmanın sonunda gelen bir soru, çemberlerin yalnızca bir “ortak düşman” karşısında mı kurulabileceğini sorguladı. Kılıç, bu soruya “grup bağlılığının düşmansız da kurulabileceğini” söyleyerek yanıt verdi: “Pikniğe gitmek bile politik olabilir. Mesele bir arada kalabilme kapasitemizi geliştirmek.”
Kalabalık biziz: Çember burada bitmiyor
Söyleşi, FİKİR Dergisi’nin fuar kapsamındaki kapanış etkinliğine yapılan çağrıyla tamamlandı. “Pazar günü içeceğinizi alıp gelin, bu da bir çemberdir,” diyen konuşmacılar, bir araya gelmenin ve çemberleri büyütmenin yalnızca direniş anlarına değil, gündelik yaşamın tüm alanlarına taşınabileceğini bir kez daha vurguladı.
İtirazın yeni dili: 25 kuşağı, dayanışmanın ve direnişin renklerini taşıyor

 
                                    