₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Afet kentinin anatomisi – Bölüm 1: Orman yangınları neden afete dönüşüyor?

İzmir’in son yıllardaki yangın haritalarını üst üste koyduğunuzda ortaya çıkan tablo yalnızca doğanın değil, bir şehir tahayyülünün de yandığını gösteriyor. Jeoloji Mühendisleri Odası İzmir Şube Başkanı Koray Önalan, bu tabloya yalnızca teknik bir gözle değil, siyasal ve ekolojik bir bilinçle bakıyor. “Artık bir yağmur, bir fırtına, bir kıvılcım bile bu kentte afete dönüşüyor,” diyerek başlıyor söze. “Çünkü biz doğayla birlikte değil, doğanın üzerine kurduk bu kenti.”

Önalan’a göre orman yangınları, yalnızca iklim değişikliğiyle ya da artan sıcaklıklarla açıklanamaz. Bunlar elbette belirleyici ama asıl mesele, İzmir’in kırılganlığına neden olan kent politikalarında saklı. “Bu kent artık orman yangınlarını taşıyamıyor. Çünkü kent, ormanla iç içe değil, ormanın içinde,” diyor. Gerçekten de, son on yılda orman kıyılarında artan yapılaşma, tatil sitelerinin, konutların ve yolların doğrudan orman alanlarına inşa edilmesi, yangınların hızla yerleşim alanlarına ulaşmasına neden oluyor.

Afet kaçınılmaz hale geldi

Koray Önalan, bu durumu bir kentleşme krizi olarak tanımlıyor: “Yangınların bir doğa olayı olarak kalmasını sağlayacak tampon bölgelerimiz yok. Kent sınırıyla orman sınırı artık birbirine karışmış durumda.” Üstelik yangınlarla mücadele sadece bir yaz mevsimi sorunu değil. Yangının, öncesinde önlenmesi, sırasında müdahale edilmesi ve sonrasında yaraların sarılması bir bütün olarak ele alınmalı. Ancak İzmir’de bu bütünlük yok.

Veriler de Önalan’ı doğruluyor. Sadece son bir yılda Türkiye genelinde çıkan orman yangınlarında yaklaşık 80 bin hektar alan kül oldu. Bunun 25 bin hektarı İzmir ve çevresinde. Ve en çarpıcısı: yangın sezonunun henüz başında olmamıza rağmen bu tablo oluşmuş durumda. “Bu kent, üç ay sonra neyle karşılaşacağını bilmiyor,” diyor Önalan.


Yağış – Yangın Korelasyonu

Kurak yıl, yanık orman: İzmir için iklim eşiği nedir?

Koray Önalan, İzmir’e dair yıllara dayanan gözlemlerinden hareketle dikkat çekici bir eşiğe işaret ediyor:

“İzmir’de yıllık yağış 750 milimetre eşiğinin üzerine çıktığında, takip eden yıl orman yangınlarında belirgin bir azalma yaşanıyor. Ama bu eşik altına düşerse, yangınlar neredeyse katlanarak artıyor.”

Bu durum, sadece doğrudan yağış miktarına değil, yıl boyunca toprağın su tutma kapasitesine bağlı. Yani yangın mevsimi başlamadan önce, o yılki yağış toplamı aynı zamanda yangın eğiliminin de habercisi oluyor. Bu nedenle yangınları yalnızca sıcak hava dalgalarıyla değil, bir önceki yılın su döngüsüyle birlikte düşünmek gerekiyor.

🔸 750 mm ve üzeri yağış → Görece güvenli yıl
🔸 750 mm’nin altı → Yangınlara açık, kurak yıl

Bu eşik, orman yangınlarının sadece “anlık olaylar” değil, iklimsel ve yönetsel süreçlerin sonucu olduğunu gösteriyor. Erken uyarı ve kaynak planlaması da bu eşiğe göre yapılmalı.


Kent planlaması: Görülmeyen yangın

Yangının sadece alevlerle değil, harita çizimleriyle de başladığını vurgulayan Önalan, planlama hatalarına dikkat çekiyor. “Yollar orman içinden geçiyor. Tatil siteleri ormanın dibine hatta içine yapılmış. Şehirle orman arasındaki mesafe kalktı. Bu da yangının yerleşim alanına sıçramasını kaçınılmaz kılıyor.” Bu noktada orman yangınlarının artık münferit bir sorun değil, yapısal bir kentsel krize dönüştüğünü belirtiyor.

“Devletin kurumları planlama süreçlerinde ya hiç uyarıda bulunmuyor ya da uyarıları dikkate alınmıyor. Oysa şehir planları, afet riski gözetilmeden hazırlanamaz. Ormanların içine yol açan her ruhsat, potansiyel bir yangın büyütücüdür.”

İklim kriziyle birleşen bir kent krizi

İklimsel faktörler de bu tabloyu ağırlaştırıyor. Azalan yağış, düşen nem oranı ve yükselen rüzgar hızı, ormanların yanıcılığını artırıyor. “Yağış az olduğunda toprak rutubetini kaybeder. Bu da yangının yayılmasını kolaylaştırır. Ancak burada mesele yalnızca hava koşulları değil. Bu koşullara karşı nasıl bir kent yapısı inşa ettiğimiz,” diyor Önalan.

İzmir’in bugün yaşadığı yangınlar, aslında yıllar önce atılan yanlış adımların sonucu. Planlama süreçlerine dahil edilmeyen meslek odaları, yok sayılan uyarılar ve rant baskısı altında genişleyen yerleşim alanları… “Bu bir sonuçtur,” diyor Önalan. “Ve bu sonuçları yaşamaya daha yeni başladık.”


Yangın – Su Krizi – Mikroklima İlişkisi

Suyunu kaybeden kent, gölgesini de kaybeder

Önalan’ın ifadesiyle, İzmir sadece yangınla değil, onu besleyen kuraklık döngüsüyle de karşı karşıya. Yer altı suları kontrolsüz biçimde çekiliyor, tatlı su seviyeleri düşüyor ve özellikle kıyı kesimlerde deniz suyunun iç bölgelere doğru ilerlediği görülüyor. Bu, yalnızca içme suyu meselesi değil; toprak yapısının, nem dengesinin ve doğal canlılığın doğrudan tehdit altında olması anlamına geliyor.

“Toprak nemini kaybettikçe orman da kendi kendini savunma yetisini yitiriyor. Bu durum mikroklimaları da yok ediyor. Artık orman, kendini serin tutan nemli hava ceplerini kaybetti.”

Mikroklimaların çökmesi, yalnızca biyolojik çeşitlilikte değil, yangının yayılma hızı ve biçiminde de etkili. Çünkü kuruyan ormanlar, yalnızca tutuşmaya değil, yayılmaya da açık hale geliyor. Su krizinin, orman yangınlarını kolaylaştıran en önemli arka plan faktörlerinden biri olduğu açıkça ortada.

🔸 Sürekli su çekimi → Tatlı-tuzlu su dengesinin bozulması
🔸 Nem kaybı → Toprağın kuruması → Yangın hassasiyetinin artması
🔸 Mikroklima kaybı → Ormanın kendini koruyamaması

Bu tablo, yalnızca orman mühendislerinin ya da su idarelerinin değil, yerel yönetimlerin tüm karar alma süreçlerinin bu değişkenlere göre yeniden şekillenmesi gerektiğini gösteriyor.


 

Yangına değil, yangını mümkün kılan düzene bakmak

Bu röportajın en çarpıcı noktası, yangınların yalnızca doğa olayı olarak değil, siyasi ve kentsel bir tercih sonucu ortaya çıktığının açıkça dile getirilmesi. “Ormanların kıyısında değil, ormanın içinde kent kurarsanız; sadece ağaçlar değil, geleceğiniz de yanar,” diyor Önalan.

İzmir’in yangın haritası bize sadece bir ekolojik uyarı vermiyor. Aynı zamanda bir kent politikasının başarısızlığını da gösteriyor. Önalan’ın sözleriyle: “Artık sürprizlere yer yok. Bu, öngörülebilir bir yıkım. Ve yıkımı durduracak tek şey; bilimi dinleyen, doğayla barışan ve ortak akla dayalı bir yerel yönetim aklı.”

Afet kentinin anatomisi – Bölüm 2 | Kuruyan barajlar, tükenen akiferler: Su krizi kapıda

Barınmak mı, dayanmak mı?

“Tatilde değil, işteyiz”

Silahların sustuğu ama sözün hâlâ eksik kaldığı bir eşik: Barışın toplumsallaşması neden mümkün olmuyor?