₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Köprü kuruldu ama yarısı hâlâ eksik; ilk taşı koyan şimdi ötekini bekliyor

PKK 11 Temmuz’da Irak Kürdistanı’nın Süleymaniye kentinde genişçe bir kazana silahlarını bırakıp yakarak sembolik bir törenle silah bıraktı. Tören için Kürt silahlı mücadelesi açısından simgesel öneme sahip Casena mağarası seçildi. Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngilizlere karşı isyan başlatan Şeyh Mahmud Berzenci uzun yıllar bu mağarayı karargah olarak kullandı. Berzenci bu mağarada Sülaymaniye’den kaçarken yanında getirdiği matbaa ile “Bangi Haq” (Hakkın Sesi) adlı Kürtçe bir gazete çıkarmaya başladı. Tören için bu mekanın seçilmesi mücadelenin tarihsel geçmişine ve devamlılğına bir gönderme olarak yorumlandı. Silah bırakma töreninde “Barış ve Demokratik Toplum Grubu” imzasıyla yapılan açıklamada grup adına konuşan KCK eşbaşkanı Bese Hozat gönüllü bir şekilde silah bıraktıklarını ama bunun bir teslimiyet olarak algılanmaması gerektiğini, demokratik entegrasyon yaslarının çıkarılması temelinde mücadelenin süreceğini vurguladı. Bu bağlamda sürecin bir sonraki aşamaya taşınabilmesi için hamle sırasının iktidar kanadına geçtiğini söyleyebiliriz. 

12 Temmuz’da partisinin 32. İstişare ve Değerlendirme toplantısında süreçle ilgili açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan “Meclis’te bir komisyon kuracağız. DEM heyeti Meclis başkanımız ile görüştü. Yürütülen sürecin başarısı açısından kritik önemde.” diyerek kurulacak meclis komisyonunun önemine vurgu yaptı. Konuşmasında ayrıca “Biz AK Parti, MHP ve DEM Parti en azından üçlü olarak bu yolda beraber yürümeye karar verdik.” diyen Erdoğan’ın bu sözleri “Üçlü ittifak” tartışmalarına neden oldu. 

DEM parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, 14 Temmuz’da Halk TV’ye yaptığı açıklamada “Kesinlikle böyle bir ittifak yok. Herhangi dar manada bir partinin çıkarı için olamaz” dedi. Kendilerinin herhangi bir partiyle bir yol yürümediklerini, devletle yol yürüdüklerini belirten Hatimoğulları “Biz sürecin başladığı ilk günden bu yana sadece iktidar ile görüşmedik. Muhalefet partileri ile de görüştük. Dolayısıyla başından beri barış sürecinin muhalefetsiz olmayacağını vurguladık” diye konuştu.

DEM Parti’nin İmralı Heyeti üyesi Pervin Buldan bu sözlerin “yanlış yere çekilmemesini” istedi ve “Bu ittifak süreç ittifakıdır. Herkesin çizgisi ve gittiği yol bellidir” dedi.

T24’e konuşan DEM Parti Eş Genel başkanı Tuncer Bakırhan ise ‘yeni anayasa’ tartışmaları ile ilgili yaptığı açıklamada “Bu anayasa günün sonunda bizim önümüze gelecek. Orada Kürt sorununun çözümü yoksa, demokratikleşme yoksa, kadın yoksa, gençlerin geleceğine dair umut vaat eden şeyler yoksa, Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı yoksa, ekonomide adalet yoksa, doğa kırımı devam ediyorsa kim buna ‘evet’ der? DEM Parti buna ‘evet’ der mi?” diyerek süreci yeni anayasa tartışmalarına sıkıştırmaya çalışarak sığ bir noktaya çeken süreç karşıtlarına serzenişte bulundu. Bakırhan “Ülkedeki kötü gidişatın durması için hepimizin masada olması gerekiyor. Bu süreci desteklememiz lazım. CHP, tabii ki olmalı ve bence masada olacaklar. Masada mücadele etmek gerekiyor. Masa, siyaset minderi gibidir. Minderden kaçan kaybeder. Barışı kazanmak istiyorsak minderde olmamız gerekiyor. Antrenörleriyle, teknik ekibiyle masada olmalıyız” diyerek sürecin tüm kesimler tarafından sahiplenilmesi gerektiğine vurgu yaptı.

Şimdi adım atma sırası devlette. Bu adımlar her ne olacaksa belki de Türkiye’nin demokratikleşmesini sağlayacak adımlar olmayabilir. Evet belki de Erdoğan sürece tamamen iktidarını sürdürmeye yönelik, sandık odaklı bakıyor ki bu konuda sicili bozuk biri kendisi. Bu gayet yaşanabilecek bir senaryo. Fakat silahların denklemden çıkarıldığı bir senaryoda bu yol demokratik düzene tam olarak geçişi sağlamasa bile bundan sonraki mücadele döneminin daha sağlıklı bir zemine oturmasına katkı sunabilir. Silahların sahneden çekilmesi, siyasetin işleyişini belirleyen denklemde çok yönlü bir değişime yol açabilir. 

Silahlı mücadeleyi sırt çantasında taşıyan bir yapı, zaman zaman demokratik alanda görünse de hem kendi yolunu tıkıyor hem de demokratik mücadele alanlarını daraltıyor. Silahlar siyaset sahnesini rehin alıyor. Üstelik çatışma ortamı faşizan yapıların en çok beslendiği ve istismar ettiği alanların başında geliyor. Bu düzeni ayakta tutan gerçeklerin ortadan kaldırılması demokratik mücadeleyi güçlendirebilir.

Bu eşiğin geçilebilmesi, sadece birkaç aktörün insiyatifine bırakılmayacak kadar hayati. Sürecin kalıcı ve dönüştürücü bir barışa evrilebilmesi için süreci şimdiye kadar bir noktaya getiren aktörlerin dışındaki kesimlerin de bu alana etkin biçimde dahil olması gerekiyor. Barış, yalnızca bir uzlaşma değil; toplumsal çoğulculuğu, adaleti ve eşit yurttaşlığı esas alan yeni bir yaşam tahayyülüdür. Bu tahayyülün ete kemiğe bürünmesi, geniş bir toplumsal ve siyasal mutabakatla mümkün olabilir. Tam da bu nedenle, sivil alandan yükselecek ortak bir barış söylemine, siyasetin her renginden katılıma ve ucuz manipülasyonların etkisine kapılmadan  mücadelenin her zeminde sahiplenilmesine her zamankinden daha fazla ihtiyaç var.

Gözaltı ve tutuklamaların kıyısında genç hukukçular konuştu: Adalet nasıl sağlanacak?

Bir direnişe tanıklık: Akbelen mücadelesi

Süveyda’da çatışmanın ötesi: İsrail, İran, Türkiye ve bölgesel hesaplaşmalar