Varoufakis uyarıyor: “Sınıfı terk eden sol, kimlik siyasetine sıkıştı ve işçi sınıfını faşizmin ellerine bıraktı.”
Batı’da son on yılın acı dersi, Yanis Varoufakis’e göre artık tartışmasız: Sol, ırk ve cinsiyet temelli kimlik mücadelelerine yoğunlaşırken sınıf gerçekliğini unuttu; işçi sınıfını dışlayarak tarihsel bir hata yaptı. Bu değerlendirme, Varoufakis’in Project Syndicate’ta 30 Eylül 2025’te yayımlanan “Why the Working Class Matters” başlıklı yazısına dayanıyor.
Atina’dan yazan Varoufakis, “Bir hayalet dolaşıyor Batı’da – politik yuvası elinden alınmış işçi sınıfının hayaleti” diyerek başlıyor yazısına. Bill Clinton, Tony Blair ve Gerhard Schröder döneminde “üçüncü yol” hayaline kapılan merkez solun, kapitalizmi “daha verimli” yönetme iddiasıyla sınıf mücadelesini terk ettiğini vurguluyor. Bu süreçte, emek sömürüsünün ve sermaye–emek çatışmasının dili siyasetten silinirken, işçi sınıfının talepleri de kamusal alandan dışlandı. Ardından da bu insanlar “deplorables” – yani “acınacaklar” – olarak yaftalandı.
Kayıp temsil, yeni öfke ve faşizmin dönüşü
Varoufakis’e göre bu kopuş, bir zamanlar solun kalelerinden olan banliyölerde, maden ve sanayi kasabalarında büyük bir öfke biriktirdi. Bu öfkeyi ilk fark eden ise “zehirli ama usta bir hikâye anlatıcısı” olarak tanımladığı aşırı sağ oldu.
Bugün Fransa’nın “kızıl” işçi mahallelerinde Le Pen’e oy veren kitlelerle, Amerika’da Demokratlardan koparak Trump’ı destekleyen beyaz işçiler arasında benzer bir arayış var: Kaybolan onuru yeniden inşa edecek bir “biz” hikâyesi.
Varoufakis, bu tablonun 1920’lerin ve 1930’ların Avrupa’sını hatırlattığını belirtiyor: “Tarih birebir tekerrür etmese de, faşizm yeniden havada. Çünkü işçi sınıfı terk edildiğinde, ‘ulusal yeniden doğuş’ vaadiyle onları kandırmak kolaydır.” Bu vaadi satın alan kitlelerin öfkesi, sermayeye değil; “küreselciler”, “göçmenler” ya da “derin devlet” gibi hayali düşmanlara yönlendiriliyor.
Sermaye eleştirisinden kaçış, kimlik siyasetine saplanma
2008 küresel finans krizinin ardından merkez iktidarların şirketleri kurtarıp işçileri kemer sıkmaya zorlaması, Varoufakis’e göre süreci hızlandırdı. “Solun yaptığı en büyük stratejik hata, sınıfı unutarak kimlik siyasetini merkeze almak oldu,” diyor.
Ona göre ırkçılığa ve patriyarkaya karşı verilen mücadeleler elbette yaşamsal, ancak bunlar sınıf sömürüsüyle birleştirilmediğinde etkisiz kalıyor: “Gerçek düşman göçmen değil; rantiyeci, teknofeodal efendi, tekelci işveren ve geleceğimizi bir türev olarak satan finansçıdır.”
Varoufakis, New York’ta yükselen genç siyasetçilerden Zohran Mamdani gibi liderlerin bu sentezi kurabileceğini; yeni bir dayanışma ve sömürü karşıtı dil inşa edilmedikçe solun kendi trajedisini sadece izlemekle kalacağını söylüyor.
