₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Sevgi bünyeye ağır geliyor

Herkesin dilinde sevgi var ama sokakta, okulda, durakta buharlaşıyor. Engelli bireyler ve aileleri artık söz değil, sistem istiyor.
Herkes engellileri ve özel çocukları çok seviyor… Kâğıt üstünde, tabelada, vaazda, açılış töreninde. Ama iş yaşama gelince o sevgi bir anda buharlaşıyor. Asıl mesele rampa değil, sistem.
Sevgi güzel şeydir. Ama bazen fazla sevgi de bünyeyi çökertir. Biz engelliler ve özel çocuklu aileler, son yıllarda öyle bir “sevgi seline” tutulduk ki, neredeyse nefes alamaz hale geldik. Hükümet ayrı seviyor, belediyeler ayrı, dinî kurumlar ayrı, toplum ayrı…
Ama o sevginin çoğu gerçekte yaşamımıza temas etmiyor. Geriye çoğu zaman afişler, sosyal medya paylaşımları, törensel sözler kalıyor. Gerçek hayat ise çok başka.

Kanunda var, hayatta yok

Hükümet bizi en çok Resmî Gazete’de sever. “Engelliler için yeni düzenleme yapıldı” manşetleri çıkar. Komisyonlar toplanır, kameralar kayıttadır. Yasa maddelerinde öyle bir sevgi anlatılır ki, insan sanır İskandinav refah modeli geliyor.
Ama İzmir’de ve Türkiye genelinde sokaklarda, özel eğitim kurumlarında tablo bambaşka. Öğretmen açığı kronikleşmiş durumda. Bir öğretmen üç değil, bazen on çocuğa yetişmeye çalışıyor. Eğitim saatleri kâğıt üstünde tam ama çocuklar derste değil.
İstihdam da aynı şekilde: Kota var ama işe alım yok. “Kadro dolu” bahanesiyle evine gönderilen gençler, sevginin sadece sözde kaldığını çok iyi biliyor.
Ve en ağır yük yine ailelerin omzunda: “Ben öldükten sonra bu çocuk ne olacak?”
Bu soruya sistemli, güvenli, somut bir yanıt hâlâ yok. Hükümetin sevgisi yasa maddelerinde sıcak ama hayatta soğuk.

Tabelada engelsiz, sokakta çukur

Belediyelerin sevgisi genellikle vitrinliktir. Engelsiz Kafe açılır, yanına şık bir tabela, bir açılış töreni… Sosyal medyada paylaşımlar uçuşur.
Ama özel eğitim okuluna giden yol çamurlu, kaldırımların ortasında direk var, toplu taşıma yetersiz. Rehabilitasyon merkezleri ya plansız ya da hiç yok. Rampayı koymayı erişilebilirlik sanan bir belediyecilik anlayışı var.
Oysa mesele rampadan çok daha büyük: Bağımsız yaşam evleri, destekli istihdam, yetişkin özel bireyler için güvenli kurumlar… Bunlar İzmir’de ve Türkiye’nin birçok yerinde hâlâ büyük ölçüde hayal.
Belediyelerin sevgisi 14 Şubat’a benzer: O gün çiçek, ertesi gün unutulan sözler.
Cennette var, caminin girişinde yok
Dinî kurumların sevgisi ise daha uhrevîdir. “Sabredin, cennette her şey erişilebilir” denir. Güzel temenni… Ama bu dünyada camiye giremeyen, etkinliklerde yer bulamayan özel çocuklar için çok bir anlam ifade etmiyor.
Minare göğe uzanmış ama girişte üç basamak. Rampa yok. Tuvalet yok. Vaazlarda özel bireylerden bahsedilir ama gerçek sorunlara dokunulmaz. Merhametin gerçek ölçüsü, mimariye ve günlük yaşama yansıyan sevgidir.

Otobüste kaş çatarak seven toplum

Toplumun sevgisi biraz uzaktan sever. Sosyal medyada “Özel çocuklar bizim canımız” yazılır, ertesi gün otobüste özel bir çocuk ses çıkardığında kaşlar çatılır.
Parkta özel çocuğunu oynatan bir anneye “Böyle çocuğu parka getiriyorsun” diyenler hâlâ var. Toplum özel çocuklara bakarken acıma ile öfke arasında gidip geliyor. Gerçek sevgiyi, yan yana yaşamayı, birlikte var olmayı beceremiyor.

Gözleri açık uyuyan aileler

Bu sevgi gösterileri içinde en çok unutulanlar anne babalar. Her gün özel çocuğunu okula taşımak için iki otobüs değiştiren, rehabilitasyon randevusu için haftalarca uğraşan, geceleri “Ben ölürsem ne olacak?” diye gözleri açık sabahı bekleyen anne babalar…
Onlar süslü söz değil, gerçek sistem istiyor. Güvenli kurumlar, düzgün eğitim, istihdam olanakları, sosyal destek istiyor. Sevginin “duygusal” kısmı değil, “yaşanabilir hayat” kısmı önemli.

Salonlardan sokağa çıkmayan farkındalık

Son yıllarda “farkındalık” adı altında salon etkinlikleri, seminerler, paneller birbiri ardına sıralanıyor. Güzel cümleler kuruluyor, haklar konuşuluyor, kameralar kayıtta…
Ama asıl soru şu: Bu farkındalık salonun dışına ne zaman taşacak?
Yıllarca sokağa çıkmaya korkan, “koltuğumdan olurum” diye çekinen bazı görevlilerin bir anda “aktivist” kesilmesi ironik değil mi?
Engelli haklarını salonlara hapseden bu zihniyetin en büyük korkusu unutulmaktır; en büyük hedefi ise çoğu zaman siyasidir. Çünkü gerçek mücadele kaldırımlarda, otobüslerde, okullarda, iş yerlerinde verilir — klimalı salonlarda değil.
Farkındalık panellerle değil, hayatın ortasında, omuz omuza oluşur.

Sevgi sofrası kuralım ama meze hak olsun

Hükümet sevgisini yasa maddesinden hayata indirsin. Belediyeler tabeladan kaldırımlara, okul yollarına, kurumlara yansıtsın. Dinî kurumlar sevgiyi vaazdan mimariye taşısın.
Ve toplum…
Otobüste yüzünü ekşitmek yerine bir gülümsemeyi denesin. Parkta “rahatsız oldum” demek yerine bir top atsın.
Gerçek sevgi yan yana yaşamaktan geçer. Büyük bir sevgi sofrası kuralım ama sofraya meze olarak hak, hukuk, eşitlik, istihdam ve kurumsal güvenlik koyalım.
İşte o zaman bu sevgi bünyeye ağır gelmez.
Aksine hepimizi taşır.
Çünkü biz sevgiden ölmek değil, eşitlikle yaşamak istiyoruz.