Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin imzalanmasının üzerinden 35 yıl geçti ama çocuklar hâlâ savaş, yoksulluk ve eşitsizlikle yaşamaya zorlanıyor. Sulukule Gönüllüleri Derneği Programlar Koordinatörü Şefika Kübra Kalender, “Çocukların Türkiye’de karşılaştığı sorunların büyük kısmının yapısal eşitsizliklerden kaynaklandığını görüyoruz” diyor; dernek ise Sulukule ve çevresinde çocuklara güvenli alanlar, beslenme desteği ve hak temelli dayanışma sunuyor.

Dünya genelinde 20 Kasım, Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin imzalanmasının yıldönümü olarak Çocuk Hakları Günü kabul ediliyor. Metin, yalnızca çocukların korunmasını değil; kimlik, gelişim, katılım ve ayrımcılıktan korunma gibi başlıklarda bütüncül haklara sahip olduklarını vurguluyor.
Ne var ki, savaşlarla, zorunlu göçlerle, derinleşen yoksullukla ve eşitsizliklerle dolu bir dünyada çocukluğun bu bütünlüklü hali hâlâ bir “hedef” olarak duruyor. Sulukule ve çevresinde çalışan Sulukule Gönüllüleri Derneği (SGD), bu tabloya sahadan bakan örgütlerden biri. Derneğin Programlar Koordinatörü Şefika Kübra Kalender, FİKİR’e çocukların karşılaştığı yapısal sorunları ve Sulukule’de yürütülen çalışmaları anlattı.
Yıkımdan eşitsizliklerle mücadeleye
Kalender, derneğin çıkış noktasını şöyle anlatıyor:
“Sulukule Gönüllüleri Derneği (SGD) olarak, 2010 yılında Sulukule Kentsel Dönüşüm Projesi’nin çocuklar ve aileler üzerindeki yıkıcı etkilerine karşı, çocukların iyi olma hâlini desteklemek ve artan okul terklerini önlemek amacıyla İstanbul Karagümrük’te kurulduk.”
Süreç içinde derneğin odağı dar bir “kentsel dönüşüm karşıtı” hatta sıkışmaktan çıkıp, giderek derinleşen eşitsizliklerle mücadeleye evrilmiş:
“Yıllar içinde, yıkım alanındaki mücadele toplumsal eşitsizliklerin çocukların iyi olma hâli üzerindeki etkileriyle mücadeleye dönüştü. Bugün çalışmalarımızı çocukların haklarına erişimini güçlendiren, bütüncül bir yaklaşım etrafında yürütüyoruz. Çalışmalarımızın merkezinde, çocukların iyi olma hâlini destekleyerek okulla bağlarını güçlendirmek yer alıyor.”
Bu çerçeve yalnızca bir “mahalle derneği faaliyeti” değil; çocuk haklarını gündelik hayatın içinden kuran bir siyaset olarak da okunabilir. Dernek mekânında ve okullarda düzenlenen atölyeleri anlatırken, Kalender özellikle güvenli alan vurgusu yapıyor:
“Dernek mekânında ve okullarda yürüttüğümüz hak temelli atölyelerle, çocukların kendilerini ifade edebildikleri, güçlendirici ve katılımcı yöntemlerle güvenli, çocuk dostu alanlar oluşturuyoruz. Bunun yanı sıra, okul içinde beslenme desteğiyle yoksulluğun çocukların eğitime erişimi üzerindeki etkilerini azaltmaya çalışıyoruz.”

Çocukların gündelik hayatı: Atölyeler, kütüphane, beslenme desteği
Kalender, SGD’nin bugün temel faaliyet alanlarını doğrudan sıralıyor:
“Temel faaliyet alanlarımız şöyle: Fatih bölgesindeki 6–18 yaş arası çocuklarla, sanat, spor ve oyun gibi araçları kullandığımız hak temelli atölyeler gerçekleştiriyoruz. Dernek kütüphanemizde çocukların ödev yapabildiği, bilgisayar ve internete erişebildiği, oyun oynayabileceği güvenli bir alan sunuyoruz.”
Psikososyal boyut, çalışmanın ayrılmaz parçası:
“Çocuklara ve bakım verenlere yönelik bireysel ve grup çalışmaları içeren psikososyal destek hizmetleri yürütüyoruz. Yetişkinler için güçlendirici, hak temelli atölyeler yapıyoruz.”
Ekonomik krizin ağırlaştırdığı gündelik eşitsizlikler, eğitim ve beslenme başlığında daha da görünür hâle geliyor. Kalender, somut destekleri şöyle anlatıyor:
“Okullarda ücretsiz beslenme desteği sağlıyoruz. Derneğin tüm faaliyetlerini gönüllülerimizin emeğiyle yürütüyor; eğitimler ve düzenli süpervizyonlarla gönüllülerimizi güçlendiriyoruz. Çocukların beslenme hakkı başta olmak üzere haklara erişimini güçlendirecek savunuculuk faaliyetleri yürütüyor, tüm çalışmalarımızı düzenli veri toplama ve değerlendirme ile izlemeye, savunuculuk faaliyetlerine veri sağlamaya devam ediyoruz.”
Bu tablo, Sulukule’de çocukların yalnızca “korunmadığını”, aynı zamanda haklarını kullanabilecekleri koşulların adım adım örüldüğünü gösteriyor. Kalender bunu şu cümleyle özetliyor:
“Tüm bu çalışmaları, çocukların güvenli, destekleyici ve kapsayıcı bir çevrede büyümelerini hedefleyerek; çocuklar, bakım verenler, öğretmenler ve yerel kurumlarla birlikte yürütüyoruz.”
Doğum günü bağışları: Dayanışmanın yeni dili
Derneğin dikkat çeken alanlarından biri de “doğum günü bağışı” gibi kampanyalar. Bu kampanyalar, bireysel destekleri kolektif bir çembere dönüştürüyor:
“Çevrelerini harekete geçirerek bir destek çemberi oluşturmak isteyen kişiler, doğum günleri gibi özel günlerini çocuklara destek için bir fırsata dönüştürebiliyor; kendi inisiyatifleriyle bireysel kampanyalar başlatabiliyor.”
Bu kampanyalar rastgele değil, doğrudan çocukların ihtiyacına göre kurgulanıyor:
“Bu kampanyalar, kişinin doğum günü bağışını hangi faaliyete yönlendirmek istediğine göre birlikte kurgulanıyor. Bugüne kadar yapılan doğum günü bağışları sayesinde çocuklara eğitim materyalleri sağlanması, çocukların atölyelere katılmasının desteklenmesi ve gerçekleştirilen gezilerin hayata geçmesi gibi alanlarda katkı sunuldu.”
Kalender, bu dayanışmanın aynı zamanda politik bir katılım biçimi olduğunun altını çiziyor:
“Bu kampanyalar derneğin çalışmalarına önemli bir kaynak sağlamanın yanı sıra, bireylerin çocukların yaşamlarına doğrudan dokunan ve somut sonuçlar doğuran desteklere katkıda bulunmasını, hedeflenen değişimlerin doğrudan parçası olmasına imkân sağlıyor.”

Yapısal eşitsizlikler: Yoksulluk, beslenme, eğitim, çocuk işçiliği
Türkiye’de çocukların karşılaştığı temel sorunları sorduğumuzda, Kalender yanıtına geniş bir çerçeveyle başlıyor:
“Çocukların Türkiye’de karşılaştığı sorunların büyük kısmının yapısal eşitsizliklerden kaynaklandığını görüyoruz. Türkiye’deki derinleşen çoklu krizlerin bir sonucu olarak yoksulluğun arttığı, beslenme ve eğitim hakkına erişimin zorlaştığı, çocuk işçiliği ve suça sürüklenme riskinin yükseldiği bir tabloyla karşı karşıyayız. Son yıllardaki veriler de gerekli adımlar atılmadığı sürece bu risklerin giderek derinleşmeye devam edeceğini gösteriyor.”
Bu eşitsizlikler, en temel hak olan beslenme hakkını dahi ihlal ediyor:
“Birçok çocuğun günlük sağlıklı beslenme ihtiyacını karşılanamıyor. Bu durum hem öğrenme süreçlerini hem de fiziksel ve zihinsel gelişimlerini doğrudan etkiliyor.”
Kalender’e göre, bu yalnızca gelir düzeyi meselesi değil, mekânsal bir adalet sorunu:
“Özellikle dezavantajlı mahallelerde yaşayan çocukların okul materyallerine, nitelikli öğrenme ortamlarına ve destekleyici etkinliklere erişimleri sınırlı. Bu da eğitimde fırsat eşitsizliğini kalıcı hâle getirme riski taşıyor.”
Ekonomik kriz, çocuk işçiliğini ve suça sürüklenme riskini görünür ve görünmez biçimlerde tırmandırıyor:
“Ekonomik güçlükler nedeniyle çocukların erken yaşta çalışmaya başlaması, kayıt dışı işlerde yer alması ve riskli ortamlara maruz kalması yaygınlaşıyor. Güçlü destek mekanizmalarının bulunmadığı bölgelerde, çocuklar akran baskısı, ekonomik baskılar ve güvensiz sosyal çevreler nedeniyle suçla ilişkilenen ortamlara daha açık hâle geliyor.”
Tüm bunların çok katmanlı bir psikososyal etkisi var:
“Tüm bu etkenler, çocukların psikososyal iyi olma hâlini de olumsuz etkiliyor. Ekonomik kriz, göç, deprem ve diğer travmatik deneyimler, çocuklarda kaygı, stres ve uyum sorunlarını artırıyor. Psikososyal destek mekanizmalarının sınırlı olması ise, bu sorunların zamanında tespit edilmesini ve gerekli müdahalelerin yapılmasını zorlaştırıyor.”

Devlet ve siyaset: Kısa vadeli çözümler, uzun vadeli ihtiyaçlar
Kamu kurumlarının ve siyasetin çocuklara yaklaşımını sorduğumuzda, Kalender’in ilk cümlesi oldukça net:
“Türkiye’de kamu kurumlarının ve siyasetin çocuklara yaklaşımının ağırlıklı olarak ‘koruma’ ve ‘hizmet sunma’ ekseninde şekillendiğini, çocukların hak öznesi olarak görülmesi konusunda önemli eksikler bulunduğunu gözlemliyoruz.”
Politika yapım süreçlerinin ufku, çoğu zaman çocukların hayatına gerçekten etki edecek uzun vadeli perspektifi taşımıyor:
“Politikalar çoğu zaman kısa vadeli ihtiyaçlara yanıt vermeye çalışıyor; oysa çocukların karşılaştığı sorunlar yapısal ve çok katmanlı olduğu için uzun vadeli, bütüncül ve kanıta dayalı politikalara ihtiyaç duyuluyor.”
Kalender, hangi alanlarda somut adım gerektiğini şöyle sıralıyor:
“Çocuk yoksulluğu, beslenme yetersizliği, eğitimde fırsat eşitsizliği, çocuk işçiliği ve suça sürüklenme gibi alanlarda düzenli veri üretilmesi ve bu verilerin politika ve bütçe süreçlerine yansıtılması gerekiyor. Kamu kurumlarının çocukları yalnızca hizmet alanlarda değil, aynı zamanda söz hakkı olan ve karar süreçlerine katılan bireyler olarak konumlandırması önemli bir ihtiyaç. Koruyucu ve önleyici sosyal hizmetlerin güçlendirilmesi, mahalleler arası eşitsizlikleri azaltan sosyal politikaların hayata geçirilmesi ve çocuk katılımının sistematik olarak desteklenmesi, bu anlamda kritik gördüğümüz başlıklar arasında yer alıyor.”
Sivil toplumun daralan alanı ve ısrarı
Çocuk alanında çalışan sivil toplum örgütleri için de tablo çelişkili: Hem kritik bir rol hem de daralan bir alan söz konusu. Kalender, bu çelişkiyi şöyle anlatıyor:
“Türkiye’de çocuk alanında çalışan sivil toplum örgütleri, tüm zorluklara rağmen sahaya yakınlıkları, yenilikçi programları ve hak temelli yaklaşımları sayesinde kritik bir rol üstleniyor. Çocukların ihtiyaçlarını hızla tespit edebilmek ve ailelerle güven ilişkisi kurmak, sivil toplumun en güçlü yönlerinden biri.”
Ancak son yıllarda bu alan daha kırılgan hale gelmiş durumda:
“Bununla birlikte, alan son yıllarda belirgin bir şekilde daralıyor; mevzuat düzenlemeleri, artan bürokratik yükler ve kamusal politikaların kısıtlayıcı etkileri nedeniyle STK’ların çalışma alanları daha kırılgan hâle geliyor. Sürdürülebilir kaynaklara erişimde yaşanan güçlükler, örgütler arası kapasite farklılıkları ve politika yapım süreçlerine sınırlı katılım da bu daralmayı derinleştiriyor.”
Tüm bu baskılara rağmen, sivil toplumun ısrarcı rolü devam ediyor:
“Buna rağmen çocuk katılımı, güvenli alan yaratma, beslenme ve eğitim hakkı gibi alanlarda yürütülen programlar ve dayanışma temelli işbirlikleri, sivil toplumun etkisini sürdürdüğünü gösteriyor. Önümüzdeki dönemde hem kaynakların güçlendirilmesi hem de politika süreçlerinde sivil toplumun daha fazla yer almasının sağlanması, çocuk hakları alanında kalıcı ve bütüncül bir etki yaratmak için hayati önem taşıyor.”
20 Kasım bir günden ibaret değil
20 Kasım Çocuk Hakları Günü, afişlere ve sosyal medya postlarına sıkışmış bir “farkındalık günü” olmanın ötesinde, çocukluk deneyimlerinin en kırılgan olduğu yerleri hatırlatan bir gün. Sulukule’de, dernek kütüphanesinde, okul koridorlarında, atölye odalarında kurulan her ilişki, Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin soyut maddelerini günlük hayatın somut pratiğine çeviriyor.
Kalender’in cümleleriyle söyleyecek olursak, mesele yalnızca çocukları “korumak” değil; çocukları hak öznesi sayan, iyi olma hâllerini ve söz hakkını önceleyen, uzun vadeli ve bütüncül bir yaklaşımı ısrarla savunmak. 20 Kasım’ın yükümlülüğü, tam da burada, yılın tüm günlerine yayılan bu ısrarda saklı.
Etiketler:
çocuk hakları, 20 kasım çocuk hakları günü, sulukule gönüllüleri derneği, çocuk yoksulluğu, çocuk işçiliği, çocukların beslenme hakkı, çocukların eğitime erişimi, istanbul sulukule, hak temelli sosyal çalışma, sivil toplum ve çocuk hakları
