Ülke ve geleceğimizin şekillendirilmesinde, geleneğimizin geleceğimize taşınmasında fikri takibin sürekli olmasının önemini bilerek yola çıkan Fikir gazetesinin çalışmalarına şimdiden başarılar dileriz. Özellikle yerel yönetim anlayışları ve çalışmaları hakkında yaşanan deneylerden yararlanmamıza ve yarınlarımıza taşınmasında önemli bir rol üstleneceğine inanıyorum.
Yerel yönetim veya belediyecilik konusu gündeme gelince ülkemizde akla ilk gelen Fikri Sönmez ve Fatsa, Vedat Dalokay ve Ankara, Ahmet İsvan ve İstanbul, Erol Köse ve Kocaeli gibi isimler olur. Halkçı / Toplumcu / Devrimci / Sosyal vb. kavramlarla ifade edilmeye çalışılan belediyecilik anlayışının bugün tek bir tanımı yok gibi duruyor. “Belediyecilik mi, yerel Yönetim mi?” sorusunun da geçmiş deneylerimizden yararlanarak bu yüzyılda tanımlanması gerekiyor.
Kamusal bir alan olan belediye hizmetleri kamunun elinden çıkmış, ticarileşmiş ve rant yönetimine dönüşmüş olarak durmakta ve halktan uzaklaşarak yöneten-yönetilen ikileminin derinleşmesine yardımcı olmaktadır. Kapitalizmin vahşi bir biçimde daha fazla kâr güdüsü ile yaşam alanlarımızın her noktasını rant olarak görmesi toplumsal ihtiyaçlarımızın kamunun eliyle eşit ücretsiz olarak sağlanmasının önünde önemli bir engel olarak durmakta. Yönetimlerin ve güçlerin küçük bir zümrenin veya bireylerin elinde durması da bunun yansıması olup birbirini beslemektedir. Ülkemizde geldiğimiz bu noktada belediyelerimizin de bu süreçlerden etkilenmediğini söylemek mümkün değildir. O nedenle yukarıda sorduğumuz soru ile başlamak gerekir.
Belediye mi, yerel yönetimler mi?
İnsanlık toplu yaşama başladığı günden bugüne ortak ihtiyaçların karşılanmasında yeni yapılanmalara ihtiyaç duymuştur. Kırsal yaşamın kentsel yaşama doğru evrilmesi, yani sanayi toplumunun oluşmasıyla bu yapılanmalar belediyeler çatısı altına örgütlenmiş ve yöneten-yönetilen ikileminde halkına en yakın yapılar olarak ortaya çıkmıştır. Ortak yaşam alanları olan kentlerin temel ihtiyaçlarının karşılanması, sağlıklı ve güvenli alanların oluşturulması için misyon yüklenmiş olan belediyelerin bugün gelinen noktada bu misyonların ötesinde çok daha karmaşık ve fazla görevleri olduğu açıktır. Artık kentlerin ihtiyaçlarının tek merkezden karşılanamaması ve kentsel yaşamın üzerinde çok sayıda merkezi yapılanmaların/ kurumların söz sahibi olması, hizmetlerin kamusal anlayışla değil de ticari anlayışla yapılmaya başlanması, kent halkının ve sakinlerinin müşteri olarak görülerek çalışmalar yürütülmesi halkımız üzerinde büyük yükler doğurmaktadır. Merkezi iktidarın her alanda tek merkezden müdahale etmesi yerel demokrasileri yok saymakta, kentlerimizin yönetilemez hâle gelmesini sağlamaktadır. İşte bu noktada demokrasilerin ve halkın kendini yönetmesinin en önemli organizasyonlardan/ araçlardan biri olan belediyeleri yerel yönetim olarak tanımlamak gerektiğine inanıyorum.
Peki, nasıl bir yerel yönetim?
Ülkemizde yerel yönetimleri, görme engelli birinin büyük bir nesneyi dokunduğu yerden tanımlaması gibi tanımlamaktayız. Elbette yerel yönetimlerin coğrafi, kültürel ve siyasal açıdan kendi coğrafyalarında farklılıklar göstermesi doğaldır. Oysaki gerek ülkemizdeki gerekse dünyamızın çeşitli coğrafyalarındaki deneylerden yararlanarak temel bir yaklaşım oluşturmamız mümkündür. Asgari koşulları tanımlı olan ve uygulamalarda farklılığın sadece coğrafi farklılıklardan kaynaklı olabilecek farklılıkların olmasını sağlayacak bir yaklaşımı oluşturmamız anlamlı. Bu nedenle toplumcu yerel yönetim anlayışını, kamucu yaklaşımla inşa etmeye çalışmamız gerekiyor. Günümüzde farklılıklar gösterse bile bu yaklaşımla yerel yönetimleri örgütleyen ve halkın yönetime katılmasını önemseyerek kamucu bir yaklaşımı inşa etmeye çalışan belediyelerimizin varlığını da yok saymamak gerekiyor. Eğer siz bu yaklaşımı hayata geçirmeye kararlı olarak hareket eder ve inşa ederseniz karşılık bulmamanız söz konusu değil diye düşünüyor ve bunu hissediyorum. Sorun bunu yapmak isteyip istemememizle ilgilidir bence. Yaratılacak örnek deneylerin kurumsallaşması sağlanmalı ve yerel yönetim anlayışının asgari bir tanımı yapılabilmeli. Kent hizmetlerinin özellikle kent yoksulları için meta olmaktan çıkarılmasını sağlamak mümkündür. Eşitlik ilkesinin adaletle hayata geçirilmesini sağlamak mümkündür.
Bunları yapabilmenin yolu da yöneten-yönetilen ikilemini kaldıracak olan üretenin yönetimde söz sahibi olmasını sağlama amacıyla karar süreçlerinin demokratikleşmesini, söz hakkının asıl halkta olması gerektiğini ve yetki süreçlerinin bir yerde toplanmasından ziyade yine halkın kendisinde olmasını sağlamakla mümkün olacaktır. Toplumcu Yerel Yönetim anlayışında karar alma süreci demokratikleşmeli, halkın katılımı sağlanmalı, eleştiri özeleştiri mekanizması işletilerek saydamlık, hesap verilebilirlik ilkesi tanımlanabilmelidir. Kent hakkı olarak kentte yaşayanların, yaşam alanlarına ilişkin söz ve karar sahibi olmasını sağlayabilmek, kent sakinlerinin müşteri değil kentin sahibi olarak tanımlanması sağlanmalıdır. Bu, kent hakkının mülkiyete dayanmayan, bireysel olarak kullanılacak bir hak değil toplumsal olarak kullanılacak bir hak olarak adlandırılması benimsenmelidir. Yerelleşmenin sağlanması sadece hizmetlerin yerelden örgütlenmesi anlamına gelmemeli, yerel birimler özerkleştirilerek halkın denetimine tâbi tutulmalı. Yerel demokrasinin inşası için belediyeler idari ve mali özerkliğe kavuşturulmalı.
Yukarıda kısaca tanımlamaya çalıştığım yaklaşımların zenginleştirilerek bir anlayış hâline getirilmesi, geleceğe dair hayallerimizin varlığını ortaya çıkaracak olup, belediyecilik hizmetlerinin ve Toplumcu Yerel Yönetim anlayışının coğrafyaya veya büyüklüğe göre değişmemesini sağlayabilecektir.
Son söz olarak demokrasiyi inşa etmemiz için önce kendimizden başlayarak müşterek olduğumuz alanlarda üretmeye, ortaklaşamadığımız alanlardaysa bilimi ve tekniği kullanarak tartışıp süreç içerisinde ortaklaşarak üretmeye ihtiyacımız var.