Depremler, kentlerimizin omurgası üzerinde büyük baskı oluşturan doğal afetlerdir. Bu nedenle, kentlerin yapılaşması ve altyapıları, depreme karşı dirençli olmak zorundadır. TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Şube Başkanı Eylem Ulutaş Ayatar ile gerçekleştirdiğimiz röportajda, kentlerimizin depreme karşı dirençli yapılaşması konusunda atılan adımları ve önümüzdeki dönemde yapılması gerekenleri ele aldık.
Kentsel planlamayı ‘bir kentin mevcut durumunu ortaya koyarak, bunları birtakım verilere dayandırarak, gelecekteki projeksiyonunu görüp plana yansıtma süreci’ olarak ifade eden Ayatar, kentsel planlamanın temel hedefine dair şunları söyledi:
“Kentsel planlamanın temel hedefi, mevcutun değerlendirmesini yapmak ve oradaki veriyi alıp geleceğe dair kentin yol haritasını çıkarmak. Bunun içerisinde de afet risklerinin dikkate alınması gerekiyor. Ne kadar dikkate alındığı konusu önemli burada. Elbette dikkate alınan yönleri var ama yeterince dikkate alınmadığı da bir gerçek. Bunu da sonuçlardan görüyoruz aslında. Aşırı bir doğa olayı söz konusu olduğunda, doğal bir olayla karşılaştığımızda bunun sonuçlarını görüyoruz. Dolayısıyla evet, afet sürecinin de afet risklerinin de planlama süreci içerisinde bir rolü var. Çünkü yapılaşma alanları belirlenirken -sadece konut gibi düşünmeyelim aynı zamanda işyerlerinin, sağlık merkezlerinin, eğitim merkezlerinin planlanmasında- ve buradaki ulaşım yollarınının dizaynında da afet risklerinin değerlendirilmesi gerekiyor. Yeteri kadar dikkate alınmadığını da yaşadığımız sonuçlardan görüyoruz diyebilirim.”
“YASALARI, YÖNETMELİKLERİ DOĞRU UYGULARSAK GÜVENLİ YAPILARDAN SÖZ EDEBİLİRİZ”
Yapılaşma sürecinin; projelendirme, uygulama-imalat ve denetim olmak üzere üç temel aşamadan oluştuğunu aktaran Ayatar, tüm bu aşamaların eksiksiz, yani hem mevzuata uygun bir şekilde hem de tekniğine uygun bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğinin altını çizdi. Ayatar, sürece ilişkin yasal yönetmelikler olduğunu vurgulayarak “Bunları öncelikle tasarımda muhakkak uygulamamız gerekiyor. Daha sonra imalat aşamasına geldiğimizde de yapının projesine tasarlandığı haliyle uygulanabilmesi için doğru bir mühendislik hizmeti alarak uygulanması gerekiyor. Bu da ciddi anlamda denetlenmesi gereken bir süre. Yapı üretim süreci multi-disipliner bir konu, burada birçok aktör var aslında. Birçok meslek grubunu içeren bir olay ve bu meslek gruplarının işbirliği içerisinde çalışması çok önemli. Projelendirme, uygulama ve denetim aşamalarında birbirini destekleyen çalışmaların üretilmesi gerekiyor. Bunları doğru yaparsak, bu hâliyle planlayıp uygulayabilirsek aslında geleceğe dair bir önlem almış oluruz. Afet planlamasında risk azaltmanın öncelikli konu olması gerekiyor. Bugün yaptığımız işlerin doğru yapılması, karşılaşabileceğimiz bir afete karşı daha dirençli yapıları getirecektir. Yasaları, yönetmelikleri doğru uygularsak güvenli yapılarımızdan bahsedebiliriz, doğru yapılaşmayı sağlayabiliriz.” dedi.
“KÂR ELDE ETME GÜDÜSÜNÜN YAPININ GÜVENLİĞİNİN ÖNÜNE GEÇMEMESİ LAZIM”
En büyük eksikliğin uygulama kısmında olduğunu dile getiren Ayatar, yetkin mühendislerin önemine vurgu yaparak, her şantiyede bir şef olması gerektiğini ifade etti. Şantiye şefliğinin tam zamanlı olarak yapılması ve şefin başından sonuna kadar yapının denetiminde bulunması gerektiğini belirten Ayatar, şantiyede çalışan ustaların ve işçilerin de kalifiye olmalarının, işlerini belirli bir yetkinlikle yapmaları gerektiğinin önemine dikkat çekti. Öte yandan diğer aktörlerden de söz eden Ayatar, kâr elde etme güdüsüne ilişkin şu ifadeleri kullandı:
“Elbette bir de müteahhitler var. O noktada da işin güvenliği bir kenara bırakılmış durumda… Bir sermaye sahibi açısından baktığımızda, daha çok kâr yaratmak gibi bir derdi olabilir ama oradaki kâr elde etme güdüsünün yapının güvenliğinin önüne geçmemesi lazım. Aslında bu, kendisi açısından da bir güvence. Muhakkak kendilerinin de, geleceğe dair ortaya çıkabilecek sorunları önleme anlamında dikkat etmesi gerekiyor.”
“YÖNETMELİKLERE UYULMASI BEKLENİYOR AMA UYGULAMA KONUSUNDA BÜYÜK PROBLEMLER VAR”
Mevcut yapı stoğunun güvenli hâle getirilmesi için uygulanan standartlar ve yöntemler hakkında bilgi veren Ayatar, mevcut durumu değerlendirerek, “Öncelikle mevcut yapı stoğuna dair bilgi sahibi olmamız gerekiyor. Bu yüzden bu yapıların taranması ve bilgi toplanması lazım. Aslında zaten resmi olarak oluşturulan planların içerisinde bunlar var ancak bunu harekete geçirme konusunda çok geri kaldık, çok yavaş ilerleyen bir süreç bu. Örneğin İzmir’in Balçova ve Seferihisar ilçelerinde, 30 Ekim depremi öncesinde bir risk değerlendirmesi yapılmıştı. Deprem sonrasında Bayraklı ve Bornova ilçelerindeki yapı stoğunun da inceleme çalışması yapıldı. Fakat bu incelemelerin, tüm kente yayılması, Türkiye’nin her yerinde yapılması gerekiyor. Risk değerlendirmesiyle birlikte bölgede öncelikli olarak hangi yapılarda ağır hasar/ yıkım görme ihtimalimiz daha fazla, onları ortaya çıkarıyoruz ve o yapıların belli bir kısmını güçlendiriyoruz. Kurtulabilecek olan yapılar varsa güçlendirerek kurtarmak ya da yıkıp yenisini yapmak ve can kayıplarını önlemek gibi bir yöntemin uygulanması gerekiyor. Ulusal ve uluslararası standartlar var, bunları mevzuatta düzenleyen kamu kurumları/ kamu idareleri var. Örneğin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da, AFAD da yönetmelikleri belirleyen idareler. Bu yapıların oluşturduğu kurullarla yönetmelikler hazırlanıyor ve yayımlanıyor. Bu yönetmeliklere uyulması bekleniyor ama uygulamada büyük problemler var.” ifadelerini kullandı.
“POLİTİKANIN BELİRLENMESİNDE ORADA YAŞAYAN HERKESİN SÖZ HAKKI VAR”
Ayatar; dirençli kenti, ‘olası bir afet riskine karşı mümkün olduğu kadar az yara alacak ya da o yarayı aldıktan sonra hızlıca toparlanacak kent’ olarak tanımlarken, bunun ancak varolan her yapının sürece aktif katılımıyla mümkün olabileceğini vurguladı. Ayrıca kentsel planlamadan ve politikanın belirlenmesinden bahsedildiğinde katılımcılığın çok fazla ön plana çıktığını belirterek şunları söyledi:
“Kağıt üzerinde birçok şey hazırlanabilir, ki bizim hâlâ kağıt üzerinde de eksiklerimiz var. Mesela ‘her şantiyede bir şef olması gerekiyor’ örneğini verdim fakat hâlâ böyle bir yönetmeliğimiz yok. Deprem yönetmeliği iyi düzeyde diyebileceğimiz bir yönetmelik ama yönetmeliklerimizde ve yasalarımızda hâlâ uygulamaya yönelik eksiklikler var. Kentsel planlamada da sürdürülebilirliği yakalayabilmek için birçok kesimi bir araya toplayıp politikanın belirlenmesi noktasında yol haritasını birlikte çizmek lazım, yoksa eksik kalır. Kâğıt üzerinde her şeyi yazarız ama uygulayıcılar o sürecin içerisine dâhil edilmezse o zaman gerçekleşmez. Yaşadığımız şeylerin bir parçası buna da bağlı aslında. Evet, planlamanın daha teknik yönleri de var ama politikanın belirlenmesinde orada yaşayan herkesin söz hakkı var. İlerleyen süreçlerde karşılaşacağımız bir afet durumunda destek alınacak kişilerden biri hiçbir yapıda örgütlü olmayan bir kentli, bir yurttaş da olabilir. O yüzden politikanın belirlenmesi sürecinde ciddi bir örgütlenmeye ihtiyaç var.”
“ÖNLEM SÜRECİ, YAVAŞ YAVAŞ İLERLETİLEBİLECEK BİR SÜREÇ DEĞİL”
Depremlerle mücadelede alınan önlemler, toplumun güvenliği için hayati önem taşıyor. Ancak, Ayatar’ın da belirttiği gibi, mevcut önlemler yeterli değil. Ayatar, hızlı bir şekilde daha etkili adımlar atılması gerektiğine vurgu yaparak konuya ilişkin değerlendirmesinde şu sözlere yer verdi:
“Afete yönelik muhakkak önlemler alınıyor; iyileştirme yönünde yapılan her türlü uygulamanın bir katkısı var ancak sonuca baktığımızda, yarın yaşadığımız bir depremde çok sayıda binanın yıkılacağını ve çok sayıda insanı kaybedeceğimizi bir gerçek olarak biliyorsak doğru önlemleri tam anlamıyla almadık demektir. Yavaş yavaş ilerletilebilecek bir süreç değil önlem süreci. Çünkü depremi ne zaman yaşayacağımızı da bilmiyoruz. Her an olabilir ve karşılaşacağımız sonucu da biliyoruz. Aslında yaşadık da… İki yılda bir yıkıcı depremlerle karşılaşıyoruz. Zaten 6 Şubat depremleri de çok acı bir şekilde gösterdi bize yeteri kadar önlem almadığımızı. Burada konu hani ‘1 ya da 0’ derler ya, 1 olması lazım 0.5 kurtarmıyor. Evet, 0’da değiliz, ilerlemeler söz konusu ama onu 1 yapmak durumundayız. Bazı yönetmelik değişiklikleri ve kamu idaresinin bu konudaki net tavrı ile bir anda 1 de yapılabilir, bazı şeyler doğrudan da iyileştirilebilir.”
RUTİN KONTROLLER HAYAT KURTARIYOR
Son olarak yapıların periyodik kontrollerinin önemine değinen Ayatar, günümüzde yeni yapılan yapılar için periyodik kontrol geldiğini ancak mevcut yapılar için böyle bir sistem olmadığını belirterek yapıların uğradığı değişime dikkat çekti. 2000 yılında kente hazır beton geldiğini, 1995-1996 yıllarında inşa edilen yapılarda zemin etütlerinin yapılmadığını belirten Ayatar, bir sürü imalat eksikleri ve hatalarıyla, işçilikleriyle bugüne gelen bir yapı stoğu olduğunu hatırlatarak şunları dile getirdi:
“Eksikler/ hatalar olmasa dahi, bugün o yapı yine eski hâlde değil. Dolayısıyla yapıya muhakkak bakım sağlanması gerekiyor. Örneğin, suyun binayla etkileşiminin olması bir tehdittir. Yalıtım açısından da önlemlerinin alınması ve bakımlarının yapılması gerekiyor. Bir de bizim yapılarda değişiklik yapmayı seven bir bakış açımız da var. Dolayısıyla kolon, kiriş gibi taşıyıcı sisteme müdahaleler de yaşanıyor maalesef. Bütün bunların hesabının yapılması gerekiyor; taşıyıcı sisteme müdahale etmemek gerekiyor ya da duvar tadilatında dahi, tadilatın yapıya etkisini ölçmemiz gerekiyor. Yapı, tasarlandığı gibi durmayabilir ve dolayısıyla yapıya gidip belli aralıklarla bakmamız lazım. Bu açıdan rutin kontrollerin yapılması önemli. Sıkça araba örneği veririz bu konuda. Arabaların neden periyodik bakım yapılır? Çünkü o araba, aldığımız gibi değil. Belirli bir kilometre ve belirli bir zaman geçtiğinde belli eskimeler söz konusu oluyor. Yapılarda da aynı şey aslında. Fiziksel bir eskime söz konusu. Birçok çevresel etkiye maruz kalmış ve ideal ortamda durmuyor yapılarımız. Dolayısıyla bizim o yapıları incelememiz ve periyodik olarak kontrol etmemiz gerekiyor.”