Geçen hafta ilk yazıda, yeni bir Halkçı siyaset, program ve strateji için görüşlerimi paylaşmış ve bu tezleri uzun vadeli araçlarıyla birlikte somutlaştırmaya çalışmıştım. Elbette bu çabaya devam edeceğim fakat bu hafta, seçim atmosferi çerçevesinde siyasal aktörlere ve tutumlarına odaklanalım, bir ara rapor çıkaralım isterim.
İktidar partisinden başlayalım. Birkaç gözlemi şimdiden yapmak mümkün. İktidar partisi için yıllardır ana strateji, her seçimi bir “beka”, “varlık-yokluk” tartışmasına çevirmek ve tercihleri bu eksen üzerinden oylatmaktır. Bu açıdan yerel seçimlerde adaylar yerel olsa da kampanya hep “merkezi” olagelmiştir. Bu kez, halkın cebini epey etkileyen hayat pahalılığını bir süre için unutturacak/ seçime etki edecek geçici müdahalelerin, durum iyileşecekmiş umudu yaratmaya dönük kozmetik çabaların yokluğu dikkat çekiyor. Bunu tamamlayan olgu ise iktidarın bir “merkezi” stratejisinin olmaması. Yerel seçimlerin iktidara güvenin oylandığı bir referanduma dönüşmesinden duyulan endişeyle de ilişkili olabilir bu, fakat partideki stratejik aklın giderek aşınmasının da payı vardır elbette. Kaldı ki iktidarın giderek bir “tek kişi” merkezli örgütlenmeye dönüşmesinin, partide yeni kadroların gelişmesi/ şekillenmesi ve parlaması önünde de bir engel oluşturduğunu söylemek mümkün. Zira gördüğümüz kadarıyla büyükşehirlerdeki aday profilleri, muhalif kimi aday profillerinin karizmatik otoritesi karşısında oldukça zorlanıyor.
Yeniden Refah’ı İyi Çözümlemek Gerek
Bu merkezi stratejinin ve her seçimi bir “beka” meselesi olarak yansıtarak kendi etrafında en geniş siyasal birliği sağlama ve rakipleri arasına dağınıklık, bölünme ihraç etme taktiğinin işlememesi/ işletilmemesi; belki de en büyük etkisini, genel seçimlerde Cumhur İttifakı içinde yer alan Yeniden Refah Partisi’nin yerel seçimlere kendi adaylarıyla girme kararı almasıyla gösterecek. Büyük olasılıkla birçok seçim bölgesinde seçim sonuçlarına etki edecek bir gelişme. Sadece seçim sonuçlarına da etki etmeyecek; Yeniden Refah’ın Türkiye genelinde, genel seçimlerden sonra oyunu en fazla yükselten merkez-dışı siyasal aktör olarak belirmesi olasılığı, hem Siyasal İslamcı bir iktidarı yeterince İslamcı bulmayan bir muhalefet odağının gelişmesini hem de bu çerçevede, seçimsiz olacağı öngörülen 4 yıl boyunca bu partinin bir baskı grubu gibi siyasal oyun kurucu rolünü pekiştirmesini beraberinde getirecek.
Bu riskleri, dinselleşme pratiği içinde iyi okumak, iyi anlamak ve değerlendirmek gerekiyor. Birkaç yıl önceydi; pandemi etkisi, hayat pahalılığı vs. derken, bir pazarcı esnafıyla sohbet ediyorduk. 3 dönem AKP’ye oy vermişti, şikayete başlamıştı ve arayıştaydı. Sordum: “var mı aklında birileri?” Çok ilginç bir yanıt verdi bana: “Maçoğlu’nu beğeniyorum, bir de Yeniden Refah’ı.” Size şimdi tuhaf gelecek, kafasını karışık bulacaksınız fakat halkın siyasal aktörleri değerlendirme şekli, aydınlar katından farklı. Şimdi TKP Kadıköy belediye başkan adayı olan Fatih Mehmet Maçoğlu’yu Tunceli’de halkın içinde olduğu için seviyordu; demek ki iktidarın halktan koptuğunu düşünüyordu. Maçoğlu, geçen yazıda Marx’tan aktardığım cümlede olduğu şekilde, “bir adam değil, bir programdı.” Yeniden Refah’a yaklaşımı ise, denenmemişlikle ve dinsellikle ilgiliydi. Fakat her koşulda, emeğiyle geçinen sıradan bir yurttaş, geçim şartları ağırlaştıkça, merkez dışı arayışlara giriyor; sağda ve solda daha radikal söylem ve seçeneklere açık hâle geliyordu. Bu hem fırsat hem de riskler barındıran bir tablo.
Bu örneği, AKP’nin daha sağındaki aktörlerin özellikle emekçiler arasındaki yükselişinin, kendisini demokrat, halkçı, ilerici, sosyalist olarak ifade eden parti, hareket ve aktörler için de ciddiye alınması gereken bir mesele olduğunu göstermek ve sahayı kapalı görmek yerine, alternatif bir merkez-dışı siyasal programı, seçeneği halkın yerli-ulusal şarkıları içinde dans edebilir duruma getirmek gerektiğini söylemek için aktardım.
CHP’nin Yeniliği
CHP’ye gelirsek. Yeni bir yönetim geldi, zor bir seçim süreciyle karşı karşıya buldu kendini bu yönetim. Yerel seçim gündemi, parti içindeki kurultay çatlaklarını derinleştirebilecek potansiyele sahipti. Şimdilik büyük bir kırılganlık oluşmadığı ya da bu kırılganlıkların seçim sonrasına ertelendiği söylenebilir. Bir yenilik: Bu kez ittifaklar masa başında değil. Merkezi strateji olarak CHP’nin “Türkiye İttifakı” söylemi etrafında bir taban uzlaşması öneriliyor ve seçmene bu eksende birleşme çağrısında bulunuluyor. Bunun başarısını özellikle mevcut büyükşehirlerin korunması ve yanlarına yenilerinin eklenmesi ile ölçebiliriz. Elbette 2019 seçimlerine göre zorluklar var; İYİ Parti kendi adaylarıyla çıkıyor bu kez; İstanbul’da DEM Parti de aday çıkardı. Dolayısıyla seçimden sonra oluşacak tablo, büyük oranda bu yeni parametrelere göre değerlendirilecek.
Bu noktada, eleştirirken hak da teslim etmeliyiz: Yeni CHP yönetimi değişim söyleminin siyasal-programatik altyapısını doldurmaktan henüz uzak olsa da, özellikle gençleşme söyleminin ve yeni kadroların öne çıkmasının bir dinamizm yarattığı da görülüyor. Örneğin parti genel başkanı Özgür Özel’in gün gün, saat saat, il il ve ilçe ilçe seçim gezilerine ve yansımalarına bakarak; genel merkezden, kapalı kapılar ardındaki masalardan çıkmış, sahada daha fazla görünen, sürekli hareket hâlinde bir genel başkan profilini CHP’lilerin özlediğini gözlemlemek mümkün. Sanıyorum Özgür Özel bu gençleşme ve dinamizm söylemini kendi pratiği aracılığıyla görünür kılıp bu dinamizmin parti örgütlerine ve tabana da yayılmasını amaçlıyor, mantıksız değil. Etkisini göreceğiz.
İmamoğlu ve Maçoğlu
CHP’de bir başka faktör elbette Ekrem İmamoğlu. İktidar partisi bu seçimi geçmişten farklı olarak salt yerel seçime sıkıştırmak istiyorsa bir nedeni de İmamoğlu’nun Türkiye siyasetine etkisinin pekişeceğini ve genel seçimlere etkisinin kaçınılmaz olacağını düşünmeleri. İmamoğlu etkisini yerelde tutma, ulusal sonuçlar doğurmasını önleme kaygısı da diyebiliriz. Bu açıdan, uzun zaman sonra Türkiye siyasetinde hem farklı eğilimlerdeki muhalif partilerden hem de iktidar partilerinin seçmeninden ilgi/ onay gören, görme potansiyeli taşıyan bir ismin öne çıkışı, kuşkusuz ki önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini doğrudan etkileyecek. Bu noktada İmamoğlu’nun bu kez 2019 ittifakları yanında yokken seçimi kazanması, dahası, bunu yaparken, 5 yıl boyunca birlikte çalıştığı kimi kadroları aday yapması neticesinde, kazanılan ilçe ve belediye meclis üyeliği sayısını artırması durumunda, büyük olasılıkla 1 Nisan sabahı bambaşka bir siyasal ağırlık merkezi olarak konuşacağız İmamoğlu hakkında. Aksi durum ise iktidarın elini epey rahatlatacak. Bu nedenle İmamoğlu’nun kazanmasının özel bir önemi var.
Fakat Türkiye siyasetini demokratik bir ferahlamaya kavuşturacak aktörler yanında, bize bu ekonomik programın dışında bir alternatif inşa edecek modeller de gerekiyor. Geçen hafta anlattım. Rize-Fındıklı’da CHP’li başkan Ercüment Çervatoğlu, Meci Modeli ile bunu geliştirmeye çalışıyor. Maçoğlu’nun da böyle bir program temsiliyetinin olduğunu, halk içinde çalışan ve kooperatifler eliyle üreticiyi/ tüketiciyi koruyan bir modeli ülke genelinde duyurduğunu görüyoruz. Demek ki farklı bir iş yapınca hiçbir şey yerelde kalmıyor, halkın gözü ve kulağı, siyasetleri sözde değil işte/ eylemde görmek/ duymak istiyor, pratikte sınıyor. Maçoğlu’nun Kadıköy adaylığı, memlekette metrekare başına en fazla sosyalist düşebilecek ilçelerden biri olan Kadıköy’de yerelden, yerel mücadelelerden beslenen bir adayın çıkarılamamasındaki kadro geliştirme eksiğine yönelteceğimiz eleştiriler bir yana, yine de bir programı ezdirmeme ve güçlendirme seçeneği olarak önümüzde duruyor. Keşke sosyalistler, kendi aralarında daha iyi bir diyalog süreci yönetebilseydi ve Kadıköy’de çoklu adaylık gibi formüller belirmeseydi; yine de seçmen formülü bulur. Belki de en ideali, Maçoğlu’nun belediye başkanlığına ve TİP’in belediye meclis üyeliği listesine oy vermek olabilir sosyalistler açısından. Stratejik oy verme davranışına uzak değil Kadıköy seçmeni. Hem böylece partilerin tepede başaramadığını, seçmenler tabanda gerçekleştirir.
Gebze’de TİP: Erkan Baş’ın Adaylığı Niye Önemli?
Diğer yandan, Türkiye İşçi Partisi genel başkanı Erkan Baş’ın Gebze gibi bir işçi kentinden adaylığı açıklandı; bu seçimin en önemli, sonucunu en çok merak ettiğim gelişmelerinden birisi olduğunu belirtmeliyim. Nedenini anlatayım: Sosyalistler uzun süredir CHP’nin taban desteğinin en güçlü olduğu yerlere odaklanarak; AKP-MHP’ye oy veren seçmenlerin yoğun olduğu, siyasi çalışmanın daha zor görüldüğü bölgelerden uzakta durarak görece rahat bir siyaset hattı inşa ediyor. CHP’den duyulan rahatsızlık, bir alternatif olarak kısmen/ yer yer bu partilere yöneliyor. Oysa Gebze; işçi sınıfı kenti, burası da yoksulluğu ve sömürüyü yakından duyuyor ve seçmenlerin çoğunluğu, ülkeyi yöneten sağ partilere oy veriyor.
Burada iki kritik gelişme var: İlk olarak, TİP Genel Başkanı Erkan Baş, demokratik muhalefet partilerinin ana aktörlerinin aday çıkarmaması sonucunda, Gebze’de iktidar bloğuna karşı ana muhalefeti temsil ediyor. Sanıyorum bunu bir parti genel başkanının üstlenmesi nedeniyle de bu seçimdeki tek örnek. Dolayısıyla buradaki ana zıtlık ekseni sadece AKP ile TİP arasında değil şimdi, neoliberal talan ve sömürü programıyla Halkçı-Kamucu program arasında aynı zamanda. Baskı rejimiyle demokratik rejim arasındaki siyasal zıtlık, burada ezilenlerden yana bir sosyal program ile zenginleştirilebilir; siyasal demokrasi hedefi, daha sınıfsal bir içerik ve tabanla geliştirilebilir. İki seçenek ve iki model tartışmasını mikro ölçekte yürütmek, görünürleştirmek, bunu Türkiye siyasetinde yerel seçimden sonra genelleştirmek adına büyük bir olanak.
Görülüyor mu, fark ediliyor mu, sahada çalışma buna göre yürüyor mu; daha fazla öğrenmek isterim. Ülkenin ağır bir sömürü ve baskı düzenine yöneldiği koşullarda, sosyalist bir adayın diğer demokratik siyaset güçlerinin desteğini de alarak anti-düzen koalisyonunun öncülüğünü üstlendiği ilginç bir mikro ölçekli durumla karşı karşıyayız çünkü. Metropoldeki Cumhuriyetçi taban ile metropole göç etmiş Kürt emekçi arasında yeni bir tarihsel blok inşasında sosyalistlerin birleştirici rolü olacaksa, böyle modellerin başarılı kılınmasıyla olacak. Emeği sömürülen işçi sınıfının din ve milliyetçilik sömürüsü altında sağ partilere oy verdiği yerlerde bir seçenek yaratıldıkça, Türkiye’de halkçı ve cumhuriyetçi bir demokratik yenilenme umudu da artacak. Bu nedenle Erkan Baş’ın adaylığının zayıf düşmesini engellemek ve hatta gelecek projeksiyonu için bu birleştirici, somut alternatif programı daha fazla görünür kılmak gerekiyor.
İkinci kritik gelişme de şu: Sosyalistler ve halkçılar için seçimler, kulakları seçim zamanı farklı seslere daha fazla açık olan halk kitlelerine modeli anlatma, konuşma, alternatifi görünür kılma fırsatıdır. Fakat bir de, öğrenme, eksikleri görme, gelen eleştirilere göre kendine çekidüzen verme, stratejik/ taktik düzlemde kadroları bu somut gerçekliğe göre eğitme fırsatı sunar bu temaslar. Dolayısıyla Gebze seçimi, sağ partilere oy veren işçi sınıfının inanç, kimlik, değerler bakımından daha iyi tanınmasına, buna uygun olarak siyasal söylemin güncellenmesine olanak vereceği ölçüde de nitel kazanım şansıdır. Gebze seçimine özel ilgi duymam, sonuçlarını merakla beklemem, sahadaki deneyimlerin yazılı hâle getirilmesini arzulamam da bundandır.
Haftaya Gebze’den Manisa Gördes’e, İbrahim Büke’nin seçim kampanyasına/ stratejisine uzanacağız. Orada da bir başka model, önemli iş yürüyor.