Kent; bireylerin özgürce, eşit biçimde yaşadığı, temel haklardan eşit düzeyde yararlandığı bir varoluş mekânı olmalı. Oysa gerçeklikte, kenti yönetenler, kent yaşamını birlikte paylaştığımız yurttaşların sesini duymazlıktan gelmeye devam ediyor. Seçim döneminde hatırlanan ve türlü vaatlerle sözde eşitlik mesajlarının nesnesi konumuna indirgenen engelliler için kentsel mekân türlü sorunlarla dolu. Tabii sadece ses duyurmak yeterli değil ortak yaşamı inşa etmek için akılcı çözüm önerilerine ihtiyaç var. Ötekileştirmeden, dışlamadan, iç acımasıyla kendini rahatlatmaya çalışmadan bu kenti paylaşan herkesin yaşamına özenle bakmak, derinden kavramak gerek. Ne ki bu konuda yıllardır mücadele eden, fikirler üreten ve sözünü duyurmaya çalışanlar var. Mustafa Ün o isimlerden biri. Mustafa Hün’le Yerel seçimler yaklaşırken engellilerin kent haklarına erişiminin sağlanması konusunda konuştuk:
Mustafa Bey, sizi biraz tanıyabilir misiniz?
Adım Mustafa Ün, Karadenizliyim. İşletmeciyim. Yüzde 74 ortopedik engelliyim. Aynı zamanda aktivistim.
Engelli yurttaşlarımızın yaşadığı sıkıntılar, sorunlar, kent yaşamındaki ihtiyaçları, talepleri hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Şimdi engelli yurttaşlarının kentte yaşadığı ciddi anlamda birçok sorun var. Öncelikle sorunu tüm belediye ya da kent konseyleri, hep fiziksel sorun olarak gördü. Tabii ki fiziksel koşullar var. Mesela belediyelerin en çok yaptığı şeylerden biri, kentin merkezindeki yerleri ya da bilinen yerleri düzeltmek gibi bir projelere eğilmeleri. Mesela bir Alsancak diyelim ya da İstanbul’da merkezi yerler… Ama şimdi o merkezi yere, bir engelli bulunduğu gecekondu mahallesinden nasıl gelsin? Gelemiyor maalesef. Sadece görüntü olarak bilinen şehrin merkezindeki, göbeğindeki eğlence yerlerini düzeltmekle yetiniyorlar. Bu bir. İkincisi de şöyle bir şey var: Engelliler için bir kaldırım ya da bir rampa yaparken bu mimarlar ya da mühendislere soruluyor mu sorulmuyor mu onun şüphesi içerisindeyim. Bir tekerlekli sandalye mesela gidemiyor. Aynı zamanda rampa ya çok dik ya çok dar oluyor. Kaldırımda da birden direk konuyor, çiçek konuyor, böcek konuyor falan filan. Belediyeler sadece gösteriş amaçlı. İşte erişim var deniyor. Belediyelerden de geçtim. Son engelli yasasıyla beraber, bütün işletmelerin, bütün devlet, kamu kurumlarının erişebilirlik noktasına gelmesi gerekiyordu. Ne hikmetse 10 yıldır ha bire ötelendi. 2024 son, artık öteleyemeyecekler. AK Parti’yle MHP’nin oylarıyla erişebilirlik yasası ha bire ötelendi.
Peki fiziksel sorunlar dışında?
Kentteki en büyük sorun olarak psikolojik sorunları var. “Engelliler sokağa çıksın.” Engelliler niye sokağa çıksın? Ya nasıl çıksın sokağa? Ben biraz daha farklı düşünüyorum. Bir engellinin sokağa çıkması aslında onlara psikolojik baskı olmuş oluyor. Nedeni şu: Bir engellinin istihdamı yoksa eğer, bir kafede çay içemiyorsa, yan tarafta oturuyorsa bu da psikolojik bir sorun. Zaten bulunduğu bölgeden merkeze gitmesi büyük bir sorun. Aynı zamanda belediyelerde şöyle bir şey var. Engelli kent konseyleri var mesela. Kent konseyleri sadece toplumun gazını almak adına kurulmuş bir şeydir. Engelli kent konseyleri de var. Ben pek yaptıkları bir şey görmedim. Sadece salon toplantıları. Engellilerle ilgili düzenler belli günlerde toplanıp işte bir bildiri ya da belki eğlence yapmak… Yani engellilere biraz eğlence yaptırmak gibi.
Engellilerin kent konseylerinde temsiliyeti var mı peki?
Temsiliyeti var. Engelli komisyonları falan var. Kent konseyleri falan var ama ben çok da böyle hani dişe dokunur projelerin olduğunu sanmıyorum. Ve de yok olarak biliyorum. Hani sadece görüntüde var. Eğer gerçekten kent konseyleri olsaydı, bir iş yapsalardı, şu an Alsancak’taki engellilerin, siz de çok dikkat etmişsinizdir, yürüyecek hâlleri yok. Yolları görüyorsunuz, kaldırımları görüyorsunuz. Rezillik içinde yani. Hatta kent konseyi şurada yani. Yani kabul etmiyorum. Kent konseylerinin amacının dışında bir yaptırım gücü yok zaten. Yaptırım gücü olmayınca bir anlam ifade etmiyor. Yani belediyenin çatısı altında bir dernek açıldığında belediyeyi eleştirme hakkı yoktur. Kent konseyleri de böyle bir şey.
Toplumsal algıda bir beklenti var ve onu karşılayalım gibi sözde bir yaklaşım mı yani?
Ya sözde, sadece görüntü olarak açılmış bir şeydir kent konseyleri. Yani müdahale edici değil, yaptırım gücü yok. Sadece” hani biz bak kent konseyleri kurduk.” Yani ne diyeyim bir protesto ya da bir şeyi engellemek adına konan şeyler bunlar. Toplumun gazını almak amaçlı bir kurum olarak görüyorum.
Belediyelerde, yerel yönetimlerde de aday gösterilen engelli yurttaşlar var mı? Bu konuda da bir duyarlılık yok sanırım.
Nedeni şu: ideolojiler hep sağlamcı kafayla düşünürler, sağlamcı bakış açısıyla düşünürler. Bütün mimarlar sağlamcı, bütün belediye başkanları sağlamcı bakış açısıyla hareket ettikleri için engelliler sanki öteki insanlarmış gibi. Aslında engelliler sessiz bir çoğunluktur. Bu çoğunluğu görmüyorlar ve görmek de istemiyorlar. Hatta bunu sosyal deneyim olarak da yapabiliriz yani. Herhangi bir parti ya da belediye başkanının odasına gitmeyi deneyince, yüz ifadesinden direkt şu çıkacaktır size: “Acaba ne isteyecek? Ne derdi var?” Bu bakış açısıyla seni aşağıladığını görebilirsiniz. Bir dilenci gibi gösteriliyor engelliler. Bir dilenci gibi lanse ediliyor. Ve bu da belli zaten engellileri belli aylarda toplayıp yemek yedirirler, işte ne bileyim bir etkinlik yaparlar falan. Ama tekerlekli sandalye vermeyen bir belediye başkanlığı var. Cumartesi günü bastonun kırılırsa eğer, belediyeden almak istersen belediyeler kapalıdır. Yani bunun bir deneyimini yaptım ben. Aradım bastonum kırıldı dedim. Dediler ki biz cumartesi günü kapalıyız. Nereyi aramam gerekiyordu? Aradım sağlık şeyini. Dedim ki ayağım kırıldı. Neyi var, gelebiliyor musunuz? Gelemiyorum, bastonum dedim, ayağım. Ona biz bakmıyoruz dediler. Polisi arayın dediler. Polis dedi ki biz de ona bakmıyoruz. Yani hırsızlık olsa gelebilirdik. Yani cumartesi, pazartesi bir engelli bastonu kırıldığı anda orada kalır.
Aziz Nesin hikâyesi gibi. Sağlamcı bakış açısı demiştiniz ya, onu açabilir misiniz biraz?
Sağlamcı bakış açısı şu: Akademisyenlerimiz vardır. Akademisyenler ya da sanat anlamında, sinema anlamında, belediyecilikte, siyasette genelde herkes sağlamcı. Yani sağlam kafa sağlam vücutta bulunur kafasıyla hareket ettikleri için onları görmüyor. Onların beynine bakmıyorlar. Onların düşüncelerine bakmıyorlar. Bedensel bakıyorlar. Yani bu da Nasreddin Hoca’nın ‘ye kürküm ye’ noktasına bakıyorlar. İdeoloji de böyle zaten. Türkiye’nin genel yapısı itibariyle, yani siyaseti itibariyle sağlamcı bir bakış açısı olarak gösteriliyor. Ha, devlet bir tek nerede sağlamcı düşünmüyor, yaşadığım için söylüyorum, cezaevine atarken kesinlikle sağlamcı düşünmüyor. Sağlamcı bakış açısı yok. Herkesle bir atabiliyor seni cezaevine.
Orada eşitlik var yani.
Devletin bir tek eşitliğinin şey yaptığı yer orası.
Bu sağlamcılığın en çok uygulandığı yer zihinsel yapı ve dil olabilir mi? Bununla ilgili neler söylersiniz?
Ya dilde mesela şöyle bir şey. Yani… Bunu anlatmakta zorlanıyorum. Mesela biri böyle seni gördüğü zaman vah vahçı, şükürcü. Mesela her zaman şunu söylüyorum ben. Benim Tanrı’dan alacağım var. Çünkü beni gören insan tövbe ediyor. Beni gören insan Allah’a şükrediyor. Demek ki benim sayemde Allah’ını hatırlıyor. Yani bazen de örnek veriyorlar. İşte bak Peygamber görmeyen bir vatandaşımızı savaşa çıktığı zaman hazinenin başına koymuş. Ya burada bile bir aşağılama var aslında. Yani görmeyen birini. Niye hazine yani? Görmeyen ne alabilir ki? Orada bir çıkar var. Çıkar demişken belediyelerin yaptığı, derneklerin yaptığı şeyler var mesela. Hani mağduriyet üzerinden. “Bak biz engellilere bunu yaptık.” Ya da engelli biri gerçekten sanatsal anlamda çok yetenekli mesela. Onun sanatını değil de engelli oluşu ön plana çıkartılıyor. Diğeri de biz destek olduk falan diyor. Gene bir aşağılama var. Yani dil olarak zaten biliyorsunuz; bir dönem sakat demeyelim, engelli diyelim, dendi, bir dönem topal demeyelim, düşünmeyelim. Ben sakat, engelli falan demiyorum. Sakat zaten politik bir şeydir, politik bir duruştur aslında aynı zamanda. Ama bizim bunları nasıl duyacağımızı, nereden hareket edeceğimizi yönlendirmemiz gerekiyor. Eee siyasette mesela deniyor ki engellilik siyaset üstü bir şeydir. Hayır abiciğim. Tam da siyasetin göbeğidir aslında engelliler. Tam da siyasetin çözmesi gereken şeydir. Ve siyaset alanlarında engellilerin belediye başkanlığından tutup belediye meclis üyeliklerine kadar milletvekillerine kadar gitmesi gerekiyor. Hani göstermelik olarak değil böyle birkaç tane. Hani kadın kotaları koyuyorlar, engellil kotaları var. İstihdam noktası zaten onu hiç anlatmaya gerek yok. Bu ülkede keşke çocuğum benden önce ölsün diye bekleyen aileler var. Çünkü ben ölmüşsem diyor çocuğuma kim bakacak diyor. Yani Allahaşkına siz de biliyorsunuz şurada devlet elinde dilendirilen insanlar var. MS hastası çocuklar var. Yani devlet eliyle dilendiriliyor.
Toplumdaki algı hakkında neler söylersiniz?
Şimdi engeller toplumda cinsiyetsiz olarak algılanıyor. Baktığı zamana cinsel yaşamı yokmuş gibi algılanıyor. Öyle görülüyor, acımakla görülüyor. Bu da şeydir hani bu bir vatandaş kızını bir damat adayı alırken söylediği cümle şudur: Eli ayağı düzgün olsun. Ama beyni düzgün olsun diye bakılmaz. Eli ayağı düzgün olsun. Ondan sonra hani bu bazen yaşadığım şeyler tutup Allah sizi niye yarattı biliyor musun işte biz sizi görelim ders alalım diye yarattı cümleleri. Ondan sonra şey var Allah sevdiği kula acı çektirmiş. Siz ondan böyle, siz değerli insanlarsınız dediğinde o adama şey dediğimde ya o zaman kızını bana verirsin ya olur mu öyle şeyle karşılaşıyoruz. Yani bunların hepsinin altında sağlamcı bakış açısı yatıyor.
Bunlar biraz da psikolojiyi rahatlatmak için değil mi? Sağlamcı bakanlar kendi psikolojilerini, oradaki o karşılaştıkları, yüzleşmek istemedikleri gerçekle bir duvar örüyorlar aralarına. Hem dinsel noktadan hem de toplumsal açıdan rahatlatıyor onları.
Tabii canım. Yani burada şey var, bu ülkede biliyorsunuz sokakta sosyal hizmetlerin olduğu bir yerde, Sosyal devletin olduğu bir yerde sokakta yaşayan hem engelliler hem de sokakta yaşayan çocuklar, gençler var. Bunların olduğu bir yerde hâlâ varsa, devam ediyorsa, derneğin de, devletin de orada olmadığının kanıtıdır zaten. Devlet seni nerede arar? Devlete karşı bağırırsan, küfredersen hatırlanır. Ya da askere gitmek istiyorsan, askerlikte aranırsın. Yani engelli de olsak, GBT’ye girdiğinde asker kaçağı gözükürsün. İşte o zaman seni tanır, hastaneye götürür. Ha engelli, at tamam bundan da olmaz kafasıyla gidiyor. Onun için engellilere çağrım, artık bu zihniyetten kurtulup, ciddi anlamda birleşip hakikaten sarsabiliriz. Engelli derneklerinin birçoğunu ben çok iyi biliyorum. Bir yerden ruhsat alabilmek için engellileri kullandığını, derneğini kullandığını, federasyonunu kullandığını. Ya engellilerin federasyonları da var, konfederasyonları da var. Ama bir şey yok, yaptırım güçleri yok. Yaptırım gücü de nasıl olur? Öyle devletten beklemezsin ya da siyasetten beklemezsin. Siyasete karşı eylemini koyarsın.
Peki burada nasıl bir strateji yürütmeli? Hem merkezi siyaset hem yerel yönetimler. Strateji ne olmalı? Bakış açısı nasıl değişmeli?
Bir kere öncelikle toplumun zihnini değiştirmek gerekiyor. Toplumun bakış açısını, algısını değiştirmek gerekiyor. Yani burada siyasette ciddi engelli politikaları üretilmesi gerekiyor. Ciddi anlamda engelli politikaları üretilmesi ve asla bunun şeyi olmaması gerekiyor. Ne derler, yasası oldukları zaman yasayı ötelemek gibi bir şey olmaması gerekiyor. Siyaset alanında, bürokrasi alanında, adalet alanında, bütün devlet kurumlarında engellilerin olması ve hak ve söz sahibi olmaları gerekiyor. Belediyeler noktasında da ben muhtarlıkları harekete geçirmek gerektiğine inanıyorum. Yani muhtarlıkların şu anda bir işlevinin olduğunu çok sanmıyorum. Ve çok ciddi de muhtarlıklara para verdiğimizi düşünüyorum yani devlet tarafından. Ne yapılması gerektiğiyle ilgili yerel yönetim noktasında şöyle bir sistem düşündüm ben: Entegrasyon ve buton sistemi. Herhangi bir engelli herhangi bir ile geldiğinde Nüfus Müdürlüğüne kaydedildiğinde hangi mahalleyse o mahallenin muhtarına bir kod gitmesi gerekiyor. “Senin mahallenin şu sokağında bir engelli vardır, durumu şu, şudur” diye aciliyetine göre belirtilmesi gerekiyor. Ve her mahallede muhtarların arkasında bir depo olması gerekiyor. O mahallede yaşayan engellilerin ihtiyaçlarının orada olması gerekiyor. Deprem olduğu zaman nerede oturduğu tespit edilerek o noktaya doğru gitmesi gerekiyor. Yani bir engelli şehir merkezine kadar gelmemeli bir bastonu alabilmek için. Muhtarlığın destek olması gerekiyor. Muhtarlığın deposuna. Bir de yaşlı insanlarımız var. Gerçekten çocuğuyla yaşayan annelerimiz var. Çocuğunu bırakıp gidemiyor. İşte o buton sistemine bastığında ilaç ayağına gelecektir. İhtiyacı ayağına gelecektir. Bu da muhtarlık, sosyal hizmetler, Sağlık Bakanlığı, Valilik, Belediye protokolü. Aslında protokol değil, bunun bir yasa olması gerekiyor. En basiti, Bornova’da oturan bir engellinin Alsancak’ta bastonu kırıldığı zaman ikametgâhına bakılıyor. İkametgâhın orası deniyor. Sorun neredeyse orada müdahale etmesi gerekiyor.
Engelli yurttaşlar kente ait, kentin bireyi gibi hissediyorlar mı? Kente entegrasyon için hem psikolojik olarak hem de fiziksel olarak neler yapılması gerek?
Bir kere engelliler hani entegrasyon dediğimizde gene engellileri ayrıştırmış oluyoruz yani. Kentte yaşıyorsa bir engelli bir vatandaştır. Kente entegrasyon olabilmesi için önce kentte yaşayan insanların engelli bilinci olması gerekiyor. Engelli bilincinin yanında belediyelerin, yerel yönetimlerin, muhtarlıkların o bilinçte olup o bilinçte hareket etmesi gerekiyor. Yani bir kaldırımı yapmak ya da erişilebilmeyi yapmak sadece engelliler için önemli değil. Çocuklu aileler için de çok önemli, yaşlı insanlar için de çok önemli. Yani bu sadece engelliler için değil, herkes için önemli. Bunlar olmadığı zaman engellilerin psikolojik sorunları başlar. Ayrıştırma olduğu için, bakış açıları değişmediği için bazı engelliler sokağa çıkmak istemezler. O bakışlarla rahatsız oldukları için. Hani evden çıkmıyorlar. Onun için önce toplumun psikolojisini ele almak, yerel yönetimde, yerel yöneticinin, valiliğin, kaymakamlığın falan bir kere önce beyindeki engelleri kaldırmaları gerekiyor. Yani bakış açıları fiziksel değil, beyinsel noktalarını onlar kaldırmaları gerekiyor. Ondan sonra engelliler için yaşanabilen, çok basit bir şekilde yaşlı insanlar için, çocuklu aileler için, hamile kadınlar için kurulabilir. Sadece bakış açısı değişecek.
Burada yük daha çok engellilerin kendisinde kalıyor gibi. Bir dayanışma var mı? Sendika benzeri bir örgütlenmeden bahsedebilir miyiz?
Sadece sendikal olarak duyduğum, gördüğüm kadarıyla sadece sendikaların içerisinde engelli sendika memurları gibi öyle bir sendika var. Dernekler var. Bir sürü dernek var. Bir sürü derneğin olduğu yerde hiçbir şeyin olduğu yok. Zaten görünüyor. Yaptırım güçleri yok. Yaptıkları bir şey yok. Ya engellilere Kuran dersleri öğretiyorlar. Ya da topluyorlar incik boncuk takı falan bulundukları yerlerde. Zaten her dernek bir belediyeye bağımlı olduğu için maddi güçleri olmadığı için, belediyelerden destek aldığı için belediyeleri eleştiremiyorlar. Yani belediyeler de şunu yapıyor ve engelli dernekleri de buna prim veriyorlar. Hani bizi eleştirmeyin, biz de olabildiğince destek oluyoruz gibi. Onun için de ciddi bir muhalefet yok. Engelli muhalefeti yok. Ciddi bir dernek çalışmaları yok. Yani bu şeye benziyor. Biliyorsun dünyada en çok satılan kitap kişisel gelişim kitaplardır. Eğer insanlar çok gelişseydi bu kadar kitap yazılmazdı zaten. Engellilerle ilgili ya da daha farklı alanda bu kadar çok sivil toplum kuruluşunun olduğu yerde, hâlâ sorunlar tartışılıp baskı olarak güç oluşturamıyorsa bu da her siyasi partiye angaje olan derneklerle alakalı bir durum. Önce engellileri bence bu derneklerden kurtarmakla başlıyor.
Kamuoyunda özellikle toplumsal bilinci oluşturmak için somut hangi adımları atmak lazım? Kim atar bu adımı?
Bu adımı gene engellilerin atması gerekiyor. Bu adımı gene evde yatan insanların atması gerekiyor. Kadınların, çocuklu ailelerin atması gerekiyor. Küçük çocuğu olan, çocuk arabalı ailelerin atması gerekiyor. Tabii iş burada engellilere düşüyor. Önce bu derneklerden feragat edip, ciddi anlamda hangi siyaset, hangi din, hangi düşünce diye bakmazsızın sadece haklar temelinde birleşip eylemler ve ironik hareketler yapması gerekiyor.
Siyasetteki temsilden konuştuk. Yerel yönetimlerin bu konuda nasıl yetersiz olduğunu belirttiniz. Bir de kültürel üretimler içerisinden de bakınca bu eksik bakış açısı orada da devam ediyor mu?
Şimdi engelliler aslında alternatifleri olmadığı için çok üreten insanlardır. Bu konuda engellilerin, çok ürettiği şeyler var aslında. Yani dünyada bunun örnekleri de çok var. Türkiye’de de çok var. Ama ürettiği şeyden daha ziyade onun engelliliğini ön plana çıkartılarak paylaşılıyor. Sinemada bir engelli yönetmen yok mesela. Yapımcı yok. Oyuncu yok. Yani gerçekten o kadar engelli dururken oyuncular engelli rolüne bürünüyorlar. Engelliyi de eğitebilirsin. O da iyi bir oyuncu olabilir. Ha bu da neyi gösteriyor? Toplumun kafasındaki engeli gösteriyor. Yani o baştan söylediğim sağlamcı bakış açısı aslında. Bizim bu sağlamcı bakış açısını değiştirmemiz gerekiyor. O zaman her şey değişebilir. Ve burada eğitimlerle, insanlarla, toplanarak, ironik eylemler yaparak farklı bir yol ve politika izleyerek olabilir ancak.
Son olarak ne eklemek istersiniz?
Engelli yurttaşlara söylemek istediğim şudur: Biz güçlüyüz. Gücümüz var. Sadece toplanıp bir araya gelip ciddi eylemlilikler oluşturmak, burada bunu oluştururken kimin hangi siyasi partide olduğunu, ırk, dil, cinsiyet ayırmaksızın hep beraber haklar temelinde birleşmek, yaşadığımız kenti bizim de yaşayabileceğimiz bir kent düzeyine getirmek olarak söyleyebilirim. Biraz da şey, derneklerin başkanlarına kendimizi teslim etmeyelim.
Şöyle de olacak iş değil değil mi? Her iş yerinde belirli bir oranda engelli vatandaş çalıştırılması öngörülüyor mesela yasada.
Tabii tabii yani görülüyor. Bir kere devlet kendi oranını tutturabilmiş mi? Tutturamamış. Burada şimdi herhangi bir kafeye gittiği zaman gerçekten engelli çok iyi kahve yapar, şunu bunu yapıyor. Gerçekten vardır. Ve bunun baristalığını almıştır. Ve mükemmel yapıyordur bu adam. Ama ilk bakışta almaz onu. Çünkü o bakış açısı her şey.