Sol Yerel Yönetimlere Neden Yöneliyor? II

2000 sonrası sol-sosyalist kesimlerin belediyecilik çizgileri bugün altı siyasal eksen etrafında tartışılmaktadır…

1.Toplumcu Belediyecilik: İlk eksen, 1970’lerde Ahmet İsvan, Erol Köse ve Vedat Dalokay gibi belediye başkanlarının öncülüğünde sosyal demokratların sosyalist mücadeleden etkilenen en radikal kesiminin temsil ettiği toplumcu belediyecilik çizgisidir. Kentsel hizmetleri piyasadan satın almak yerine kendisi üreten, kaynak yok diye yakınmayıp kaynak yaratan, belediye siyasetini sınıf hareketiyle, yerel siyaseti ulusal ve küresel ölçekte siyaset ile ilişkili şekilde yorumlayan, demokratik-katılımcı ve tüketim düzenleyici ilkelere sahip toplumcu belediyecilik döneminde ilk kez hükümet ile yerel yönetimleri farklı partiler yönetmiş ve politik yerel yönetim hareketi başlamıştır.

2.Sosyal Belediyecilik: İkinci eksen, 1989 seçimlerinden sonra Karayalçın’ın SHP’li belediyeler için neoliberal bir içerikle kullandığı (SHP ve Karayalçın, sosyal bir piyasa ekonomisini benimsediğini program ve metinlerinde geçirmiştir) ve sonrası süreçte CHP ve AKP gibi partilerce de kabul edilerek belirli dönemlerde sloganlaştırılan “sosyal belediyecilik” anlayışıdır. Bu çizgide toplumcu belediyeciliğin sınıfsal vurgusu ile üretici özelliği büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Diğer taraftan toplumcu belediyecilikteki “toplumculuk” üretilen hizmetin niteliğine vurgu yapmakta iken sosyal belediyecilikteki “sosyal” kavramı ise her ne kadar hedef kitleye işaret etse bile piyasa ekonomisinin 1990 sonrası yumuşatılmış hâlini ifade etmektedir. Benzer kullanımlar, başta İngiliz İşçi Partisi öncülüğünde ortaya atılan 3. Yol anlayışında olmak üzere, dünyanın farklı yerlerindeki sosyal demokrat partiler tarafından yaygın olarak kullanılmaktadır.

3.Demokratik Belediyecilik: Üçüncü eksen DEM Parti’nin 1970’lerde Hilvan, Batman ve Diyarbakır’da yaratılan belediyecilik tecrübelerini miras aldığı, yakın bir zamana kadar “radikal demokrasi” teorisi etrafında sürdürdüğü ve bugün “demokratik yerel yönetimler” anlayışıyla savunduğu yerel yönetim çizgisidir. Bu çizgi Bookchin’ci liberter belediyecilik anlayışını feminist, ekolojist ve otonomcu bir kapsamda yeniden üretmiştir.

4.Sosyalist Belediyecilik: Dördüncü eksen ise toplumcu belediyeciliğin birikimlerini Fatsa’da görüldüğü üzere sosyalist bir edinimle devrim stratejisine bağlayan belediyecilik çizgisidir. Bugün daha ziyade TİP tarafından kullanılan bu slogan, içinden geçtiğimiz koşullar itibariyle çok iddialıdır ve yanlış-eksik bir içerikle kullanıldığında anlam olarak belediye sosyalizmi”nin reformcu çizgisine kayma riski bulunmaktadır. 

5.Komünist Belediyecilik: Bu kullanım TKP’nin 2024 yerel seçim bildirgelerinde yer almaktadır. Kavram, içerik olarak her ne kadar yerel Sovyet-meclis-konsey sistemini model alarak 2. emperyalist paylaşım savaşına kadar uygulama alanı bulan “Küçük Moskova”ları akla getirse de, “komünist belediyecilik”, “sosyalist belediyecilik” gibi yine çok iddialı bir kavramdır. Bugün Marksist güçlerin güçsüzlüğü ve kitle ilişkilerindeki etki alanının darlığı düşünüldüğünde, her ne kadar niyet komünist olsa bile mevcut düzenin koyduğu yapısal politik bariyerlerin bu amacı gerçekleştirmeye izin vermeyeceği aşikardır.

6.Halkçı Belediyecilik: SMF’nin (Sosyalist Meclisler Federasyonu)  2009 yerel yönetimler programında içeriğini belirlediği, 2011 ve 2012 arası dönemde “devrimci-halkçı yerel yönetimler” olarak adlandırdığı belediyecilik çizgisi, bugün “demokratik-halkçı belediyecilik” kavramıyla SMF metinlerinde geçmektedir. 2000 sonrası Dersim ve ilçelerindeki belediyecilik tecrübeleri göz önüne alınarak geliştirilen bu kavram, diğer sol partilerin belediyecilik iddialarının yanında daha mütevazı bir çizgiye işaret eder. Günümüzde ÖDP, EMEP, Halkevleri vd.’nin yerel yönetim bildirgelerinde vurgulanan “eşitlikçikamucu yerel yönetimler” yaklaşımı da “halkçı belediyecilik” kavramıyla benzer bir içeriğe sahiptir.

Türkiye’de Sol Belediyecilik Deneyimleri

Sol-sosyalist ve demokratik güçlerin 1970’lerden sonra belediyelere yönelmeleri ve yerel seçim başarıları esas olarak 1999 yılı ile başlamıştır denebilir. Sol Parti (eski adıyla Özgürlük ve Dayanışma Partisi)  1999 yılında ilk kez girdiği yerel seçimlerde iki belde belediyesini, 2004 seçimlerinde Hopa ve Bahadın belediyelerini,  2009 seçimlerinde ise Samandağ ve Aknehir ve dolaylı olarak Çamlıhemşin belediyelerini kazanmıştır. 

Yine ilk yerel seçimlere 1999 yılında dahil olan “Kürt Siyasal Hareketi”nin omurgasını oluşturduğu DEM Parti, farklı adlar altında kayyumlara kadar, özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun birçok kentinde belediyeler yönetmiştir.

Yerel seçimlerde başarı elde eden bir diğer hareket olan Sosyalist Meclisler Federasyonu da (SMF) 2004’ten bugüne iki dönem Hozat, iki dönem Mazgirt, bir dönem Ovacık’ı yönetmiş olup şu anda Dersim Merkez ilçesinde yönetimdedir.

2000 sonrasında CHP’li belediyeler açısından öne çıkan örnekler arasında ise Dikili, Eskişehir ve Fındıklı’yı gösterebiliriz.

Yine Karadeniz ve ülkenin farklı yerlerinde Halkevleri, EMEP vd. siyasal grupların etkin olduğu köy ve mahalle yönetimleri bulunmaktadır.

Yukarıda bahsi geçen örneklerden Eskişehir ve çeşitli Kürt belediyelerini ayıracak olursak, sol-sosyalist güçlerin belediyecilik politikaları uygulama alanlarının; genel olarak az nüfuslu, tarımsal üretimin baskın olduğu, Türk-İslam kültürüyle çatışmalı kültürel kimliklerin yaşadığı, sağ görüşlü komşu kentlerle gerilimli ilişkilere sahip, sarp coğrafi konumda olan, küçük ölçekli kentler olduğu görülecektir.

Bu ilçelerde hayata geçirilmeye çalışılan belediyecilik politikaları, sol güçler tarafından her ne kadar farklı kavramlar etrafında tanımlansa da uygulama boyutu itibariyle benzer amaçlar taşımaktadır. Örneğin yukarıda bahsi geçen bütün belediyeler başlangıçta halkı yönetime katma amaçlı halk meclisleri kurmaya çalışmış fakat bu meclislere halkın katılımını süreklileştirecek politikalar üretememişlerdir. 

Bununla birlikte halkın kolektif bir ruhla üretim süreçlerine dâhil olabileceği kooperatif çalışmalar, Ovacık Belediyesi hariç, eksik bırakılmıştır. Belediyelerin üretim süreçlerine kayıtsız kalması kaynak yaratma konusunda da bu kurumları AB fonlarına ve merkezi yönetime mahkum ve muhtaç hâle getirmiştir. 

Aynı zamanda söz konusu kentler, 1970’lerden itibaren sosyalist hareketin tabanının güçlü olduğu yerlerdir. Bu gücü daha çok devrimci bir romantizm zemininde yerel seçimlerde kazanıma dönüştüren sol-sosyalist hareketler, her ne kadar belediyelerde yönetime gelmiş iseler de, daha sonra kendilerini yönetime taşıyan halkın ihtiyaçlarına cevap verebilecek siyasalar üretememişlerdir. 

Ayrıca, seçilen belediye başkanları ile partili kadrolar arasında bir süre sonra başlayan sorunlar; zamanla boyutlanarak derinleşmiş; kişiler, kurum ve programların önüne geçmiş; ‘Parti’leri destekleyen kesimler ile ‘Başkan’ı destekleyenler arasında gerilimlere dönüşmüştür. 

Sosyalist kesimlerin dışında Radikal Demokrat Belediyecilik akımını temsil eden DEM Partili Belediyeler konusunda ise, daha önce Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapmış olan Osman Baydemir’in danışmanı Cuma Çiçek’in değerlendirmesiyle; yalnızca kültürel kimlik ve kadın politikaları alanında başarı görülmektedir. Çiçek, belediye siyasetinde daha çok sınıfsal bir duruşa işaret eden üretimci ve katılımcı politikaların ise DEM Parti’nin zayıf karnını oluşturduğunu iddia etmiştir. Bütün bunların ötesinde Kürt siyasal hareketi üzerindeki baskılar ve kayyum rejimi, DEM Parti’yi değerlendirirken göz önüne alınması gereken dışsal faktörlerdir.

Söz konusu deneyimlerden farklı olarak özellikle üretici özelliğiyle toplumcu belediyecilik unvanını hak eden tek belediye Ovacık Belediyesi’dir denebilir. Fakat Dersim merkez pratiği de dâhil olmak üzere SMF’nin bu örnek dışındaki diğer belediye pratikleri ile ÖDP’nin deneyimleri sosyal ve toplumcu belediyecilik arasında bir yere oturmaktadır.

Günümüzde birçok CHP’li belediye ise hem sermayenin hem de emeğin yeniden üretiminde dengeci bir politika izleyen sosyal belediyecilik çizgisinde faaliyet yürütmektedir. CHP’nin Dikili, Fındıklı ve ölçek olarak üst kademede bulunan Eskişehir deneyimlerini ise yine sosyal ve toplumcu belediyecilik arasında konumlandırabiliriz.

Yerel Yönetimlerde Sosyalist Ölçek Sorunsalı

Ölçek kavramı, her ne kadar 1990’larda mekân tartışmalarıyla iç içe geçtiği için, bu dönemde daha vurgulu şekilde tartışılsa da, 19. yüzyılda kapitalizmin gelişimi ile birlikte farklı sosyalizm akımları açısından hep güncel olmuştur. Marksist kuramcılarda ise, siyasal mücadele ölçeği, zamanın siyasal güç ilişkilerine bağlı olarak yerel-ulusal-bölgesel-küresel düzeylerde sürekli aşağı ve yukarı yönlü kaymalar göstermiştir. Gough’un tanımını temel alacak olursak ölçek, “iç içe geçmiş yersel birimlerin hiyerarşik yapıları içinde toplumsal sistemlerin ve ilişkilerin dikey dizilişi” şeklinde açıklanabilir. Mustafa Kemal Bayırbağ’ın ifadesiyle ise ölçek, toplumsal mekânın siyasal ve ekonomik süreçler çerçevesinde yıkılıp yeniden inşa edildiği bir ilişki biçimidir. Yerel yönetimler ve yerel mücadeleler kapsamında, küçük ölçekli tecrübeleri araştıran sınırlı çalışmalar dışında, Diyarbakır ve Eskişehir gibi üst ölçek deneyimlerini derli toplu ve mekânla ilişkili biçimde ele alan Marksist yayınlar Türkiye’de çok sınırlı sayıdadır. 

Bugün sol-sosyalist güçlerin tartışma konusu yerel yönetim politika ve çizgilerinin, mekânla ilişkili şekilde dört temel ölçek etrafında tartışılması doğru olacaktır.

  • İlk grup; Hozat, Mazgirt, Ovacık, Samandağ, Hopa, Akdeniz örneklerindeki az nüfuslu, Türklük ve Sünni Müslümanlıkla çelişkileri bulunan, tarım ve hayvancılığın baskın olduğu ve sosyalist geleneklerin eskiden beri kuvvetli olduğu alt ölçek kentleridir. Bu kentlerde karar süreçlerine katılım kanallarına erişmek, aynı zamanda belediye başkanları ve meclis üyelerine ulaşmak daha kolaydır. Bununla birlikte kooperatifçilik temel ekonomik ve politik örgütlenme alanıdır. Ek olarak politik mücadele yükseldiğinde sosyalist örgütler belediye siyasetinde önemli aktörler olmuşken, düştüğünde ise akraba-aşiret bağlarına yönelen halk yerel yönetimlerle apolitik klientalist ilişkiler geliştirmiştir. Belediye siyasetinde sol-sosyalist güçlerin çatıştıkları temel kesim ise genelde zengin tefeci ve tüccarlardır.
  • İkinci grup; Dersim, Bağlar, Sur vd. orta ölçekli kentlerdir. Bu kentler kırsal üretimle ilişkili olsalar bile küçük sanayi ve hizmet sektörünün görece gelişmiş olduğu yerlerdir. Düşük nüfuslu alt ölçek kentlerde görülen akrabalık ve topluluk bağları buralarda zayıflar. Aynı zamanda karar süreçlerine ve kaynaklara erişimde yöre dernekleri, sendikalar ve çeşitli cemaat (dinsel içerikte olmayanlar da dahil)  toplulukları etkindir.
  • Üçüncü grup, Eskişehir, Kadıköy, Diyarbakır gibi üst ölçek kentlerdir. Bu yerlerde oy verme davranışı ulusal siyasetle önemli çakışmalar göstermektedir. Her ne kadar çeşitli cemaat benzeri yapılar bulunsa da sosyo-kültürel alanda aile ve birey üzerine kurulu toplumsal ilişkiler ön plandadır. Aynı zamanda karar süreçlerine erişimde korporatist patronaj ilişkiler yaygındır. 
  • Dördüncü grup ise, yönetim merkezi Ankara, “küresel kent” İstanbul, turizm ve hizmet sektörü alanında giderek yıldızı parlayan İzmir’i içine alan ve uluslararası alanda ülkenin ekonomik-diplomatik bağlantısını kuran büyük ölçekli kentlerdir. Söz konusu 3 büyük kent gayri safi yurt içi hâsılada önemli bir paya sahip büyük nüfuslu metropollerdir. Bu metropoller, merkezi yönetimdeki başkanlık sisteminin benzeri şekilde devasa yetkilerle donatılmış büyükşehir başkanları tarafından yönetilmektedir. Bu başkanlar aynı zamanda gelecekteki parti başkanlığı veya cumhurbaşkanlığının da doğal talipleridir. Yerel siyaset sahnesindeki güç dengelerinde baskın olan aktörler ise yalnızca ulusal sahada değil, ulus üstü düzeyde de etkin olan sermaye kesimleri ve bürokratlardır.

Kürt siyasal hareketini bir kenara bırakacak olursak, şimdiye kadar üst ölçek kentlerde başkanlığa talip olmuş ve seçimleri kazanma ihtimali bulunan iki sosyalist aday çıkmıştır denebilir. İlki 2019 seçimlerinde Beyoğlu yönetimine aday olan Alper Taş, diğeri de bugün Kadıköy yönetimine talip olan Kadıköy Halk Dayanışması’nın adayı Maçoğlu’dur. 

Sosyalist ölçek stratejileriyle uyumlu kentsel politika setine sahip olunup olunmadığını, ölçek büyürken buna paralel olarak kadro ve taraftarlarda gerekli coşkunun yaratılıp yaratılamadığını bir kenara bırakacak olursak, Kadıköy adaylığındaki en büyük handikapın, daha önce Alper Taş’ın Beyoğlu örneğinde deneyimlendiği üzere, sol-sosyalist kesimlerin güçlü desteğinin alınamaması olduğu görülecektir.