II. Meşrutiyet Meclisi’nden Birinci Meclise

23 Temmuz 1908’de Abdülhamid Meşrutiyet ilan ettiğinde, ülke padişahın mutlakiyetçi yönetiminden kurtulmuştu ama kendini diğer etnisitelerden üstün gören “millet-i hâkime” adına göstermelik bir meclisle ve ordudan aldığı destekle ülkeyi istediği gibi yöneten İTC’nin, daha doğrusu, onun içindeki küçük bir kliğin sultası altına girmişti. İpler; Enver, Talat, Cemal Paşalar, Bahattin Şakir, Dr. Nazım ve Cavid Bey’lerden oluşan yönetici kliğinin elindeydi. Ancak bu grup, Abdülhamid’i tahttan indirmekten vazgeçerek aslında devrimci olmadıklarının işaretini vermişlerdi. Daha sonra da kilit noktalara adamlarını yerleştirmekle yetindiler ve esas olarak anayasanın savunuculuğuna soyundular.

30 Temmuz’da hafiyelik kaldırıldı, o gün Rumeli’deki hapishanelerden her türlü mahkûm kaçtı. Anadolu’daki hapishanelerde de huzursuzluk başlayınca 13 Ağustos’ta genel af çıkarıldı. Muhalifler bunu İTC’nin fahiş hatası olarak niteleyecekti. İngilizler durumdan memnundu ama İTC kısa sürede Alman etkisine girdi. Bu fırsattan yararlanan Avusturya, 5 Ekim’de Bosna-Hersek’i ilhak etti. Aynı gün Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. İTC Bosna mallarına (feslerine) karşı boykot örgütledi. Bütün bu olaylar 23 Temmuz sevincini sabun köpüğü gibi söndürmüştü.

1908 Seçimleri

Mebusan Meclisi için ilk seçimlerin aynı yılın Kasım ve Aralık aylarında yapılması kararlaştırıldı. Seçimler, 1877 Meclisi’nde görüşülen, İntihab-ı Mebusan Kanunu’na göre iki dereceli olarak yapıldı.  O günlerin iletişim ve ulaşım olanakları içinde seçimler bir gün içinde yapılamıyor, günlerce sürüyordu. Örneğin İstanbul’da seçimler 5 günde yapılmıştı. İstanbullular henüz seçim yaparken, Trabzon’da seçimler bitmiş, mebuslar İstanbul’a gelmişlerdi bile. Osmanlılar, 30 yıl sonra gerçek anlamda ilk kez oy kullandılar. Her 50 bin erkek nüfusa bir mebus düşecekti. Kimler mebus olamazdı: Birinci seçmen için 25, ikinci seçmen için 30 yaşını bitirmemiş olanlar,  Osmanlı vatandaşı olmayanlar, yabancı devlet imtiyazına sahip olanlar ve Türkçe bilmeyenler, seçim esnasında bir kimsenin hizmetinde olan, iflas ile mahkûm olup itibarları iade edilmemiş olanlar, kötü ahlakla tanınanlar, suçuna karar verilmiş olup bu karar kaldırılmamış olanlar, medeni haklarından mahrum olanlar…

Seçmen olmak için az çok vergi vermek, Türkçe bilmenin yanına bir de Türkçe okumak ve mümkün mertebe yazmak şartı eklenmişti. Her 500 birinci seçmen bir ikinci seçmen seçecekti. Her gün 300 birinci seçmen; başlarında imam, papaz, haham veya muhtarla sandık başına gidiyordu. 121 sancakta seçim yapıldı. Sisam ve Cebel-i Lübnan’da seçim yapılmadı. Limni ile Taşoz birleştirilerek seçime gitti. Tuna üzerindeki Adakale, İstanbul’a bağlandı. Seçime iki fırka (İTC ve Ahrar Fırkası) katıldığı için ilk çok partili seçim oldu. İki parti de seçmen yaşının 21 olmasını, vergi verme şartının kaldırılmasını, her 25 bin kişiye bir mebus seçilmesini programlarına koymuşlardı. İTC aday bulmakta zorlanmıştı. En iyi çalışmayı Rumlar yapmıştı. Ermeni Taşnak Partisi ile Patrikhane’nin arası iyi değildi, Taşnaklar İTC ile birlikte davranıyordu. Yahudiler de Haim Naum Efendi aracılığıyla İTC’yi desteklediler. İTC’nin Türkçü politikalarından memnun olmayan Rumlar, Ermeni Hınçak, Araplar ve Arnavutlar Ahrar Fırkası’nı destekledi. 

İkdam, Sabah, Yeni Gazete açıkça İTC’ye tavır almış, Ahrar adayı Sadrazam Kamil Paşa’yı desteklemişti. Onlara Rum ve Ermeni gazeteleri de katılmıştı. İTC’nin kurucusu İbrahim Temo İTC’nin halka yaptığı baskıları protesto etmek için adaylıktan çekilip Romanya’ya dönmüştü.

İstanbul seçimleri 11 Aralık’ta yapıldı. Şehir, eğlence yerine dönmüştü. Türk mahallelerinde davullar çalınıyor, kafileler seçim sandığını mahalleden mahalleye gezdiriyordu. O gün 512 ikinci seçmenden 507’si hazır bulunmuştu. Sandık, allı yeşilli bayrağa sarılmış; bando ile sandık alayı düzenlenmişti. Seçim sonunda İstanbul’da İTC’nin adayları seçilmişti. 5 Müslüman, 5 gayrimüslim seçilmişti. 

Ülke genelinde 288 mebustan biri Ahrarcı (Ankara’da kendi çabasıyla kazanan Mahir Sait Bey) gerisi İttihatçı (160) veya onların desteklediği adaylardı. II. Meşrutiyet’in ilk parlamentosu 17 Aralık 1908’de İstanbul’da Darülfünun binasında büyük bir coşku ile toplandı. 288 üyeli Meclis-i Mebusan’da 147 Türk, 60 Arap, 27 Arnavut, 26 Rum, 14 Ermeni, 10 Slav ve 4 Yahudi mebus görev aldı. 14 Kasım 1909’da Çırağan Sarayı yanında Fındıklı’daki Nazıma Sultan Yalısı’na taşındı. 1909 Kasımında Hamidiye Alay komutanlarından “Kör” Hüseyin Paşa tutuklandı ve elinden alınan bütün toprakları, yasal sahipleri olan Ermenilere iade edildi. Ortaya çıkan olumlu havada Balkanlar, Kafkasya ve ABD’de yaşayan 50 bin kadar Ermeni geri döndü. Hayvan sayısı ve rekolte arttı. Kısacası ülkede bir umut, bir mutluluk havası egemen olmuştu ki Cemiyet’in temel hak ve özgürlükleri genişletmek gibi bir amacı olmadığı kısa sürede anlaşıldı. 

Hasan Fehmi Bey suikastını takip eden 31 Mart Vak’ası’nın bastırılmasından sonra İTC iktidara iyice yerleşmişti. Önde gelen İttihatçılar nazır koltuklarına oturdular. 25 Nisan 1909’da sıkıyönetim ilan edildi ve bu 15 Temmuz’a kadar sürdü. 5 Mayıs 1909’da kurulan Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinde Talat Bey’in Dahiliye Nazırı yapılmasıyla hükümet işleri iyice İTC Merkez Komitesi’nin eline geçti.

17 Haziran 1909 tarihli “Kamu Toplantıları Kanunu” ile protesto toplantıları ve gösterileri yapmak imkânsız hâle geldi. 31 Temmuz 1909 tarihli “Basın ve Yayın Kuruluşları Kanunu” ile basın özgürlüğü ciddi ölçüde kısıtlanmıştı. 11 Ağustos 1909 tarihli “Müslüman Olmayan Vatandaşların Askere Alınmalariyle İlgili Kanun”, 15 Ağustos 1909 tarihli “Grevler Kanunu”, 23 Ağustos 1909 tarihli “Cemiyetler Kanunu”, “Eşkıyalık ve Fesatçılığın Önlenmesiyle İlgili Kanun” ise hem olumlu hem de olumsuz işlevler görebilecek kanunlardı. 

Meclis Kanun-i Esasi’de büyük değişiklikler yaparak padişahın yetkilerini önemli ölçüde kısıtlamış ve yemin etme mecburiyetini getirmiştir. Buna göre; padişah; şeriata, anayasaya uymaya, vatan ve millete sadakate yemin edecekti. Sadece sadrazam ve şeyhülislamı tayin edebilecekti. Barışa, ticarete, arazinin ilhak veya terkine ait antlaşmalar meclisin onayına sunulacaktı. Meclis başkan ve vekillerini meclisin kendisi seçecekti. Ayrıca kanun teklifinde bulunmanın ön şartı da kaldırılmıştı. 21 Ağustos 1909’da yürürlüğe giren bu değişikliklerle bir bakıma yeni bir Kanun-i Esasi yapılmış oluyordu. 

30 Ocak 1910’da Ahrar Fırkası kapatıldı. 9 Haziran 1910’da Sada-yı Millet Başyazarı Ahmet Samim Bey’in, 10 Temmuz 1911’de Şehran Gazetesi Başyazarı Zeki Bey’in öldürülmeleri ortamı iyice gerdi.  Hükümet, ortada dolaşan söylentilere dayanarak muhalifleri tutukladı. 

1912 Sopalı Seçimleri

21 Kasım 1911’de Prens Sabahattin’in sabık Ahrar Fırkası’ndan bir grup, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı (HİF) kurmuştu. Ancak dönemin tanıklarına göre iki parti arasında ciddi bir fark yoktu. Örneğin İstanbul’daki Rus Sefareti’nin Baştercümanı A. Mandelştam’a göre İtilafçıların ayırt edici özelliği Jön Türklere (İttihatçılara) duydukları kişisel nefretti. Zaten partinin sloganları “İttihatçıların tümü masondur, Yahudi’dir”, “Yahudiler Osmanlı borçlarının başını çekiyor”, “Kırmızı-beyaz mason renkleridir”, “Yahudilerin hepsi İttihatçıların casusudur”, “31 Mart’ı hazırlayanlar dönmeler, Yahudiler ve İttihatçı masonlardır” gibi laflardı. Buna rağmen Prens Sabahaddin’in formüle ettiği adem-i merkeziyetçiliğe bağlılığını açıkladığı parti programı özellikle 26 Rum mebusunun dâhil olduğu Rum fırkasını etkilemişti. Radikal görüşlü Ermenilerin bir bölümü de sırf Taşnaksutyun’a muhalif konumda kalabilmek için İTC’nin muhalifi HİF’te birleşmişti. Arap ve Arnavut mebusların kurduğu Mutedil Hürriyetperveran Fırkası, muhafazakâr Türk mebusların kurduğu Ahali Fırkası, ayrıca Ahrar Fırkası, Osmanlı Demokrat Fırkası ve Osmanlı Sosyalist Fırkası mensupları, Hürriyet ve İtilaf Fırkası etrafında toplanmışlardı. 

İki taraf kozlarını; İstanbul Mebusu ve Hariciye Nazırı Rıfat Paşa’nın Londra Büyükelçiliğine atanmasıyla ortaya çıkan boş üyelik için Aralık 1911’de yapılan ara seçimde paylaştılar. HİF’in adayı tanınmamış genç bir gazeteci olan Tunuslu Tahir Hayreddin Bey, İTC’nin güçlü adayı Dahiliye Nazırı Memduh Bey’e karşı tek oy farkla (195’e 196 oyla) kazanınca İTC’de alarm zilleri çalmaya başladı.

Güçlü bir çoğunluğun sağlanması kararını alan İttihatçılar, Kanun-i Esasi’yi değiştirme istekleri çıkmaza girince, 18 Ocak 1912’de meclisi feshettirerek seçime gittiler. Bu, ilk erken genel seçimdi. Ülke genelinde Ocak-Mart aylarında, bazı yörelerde Mayıs ayına kadar süren seçimlerde İttihatçılar askeri ve sivil devlet memurları kullanarak seçmenlere müdahale ettiler. Pek çok kaza ve sancakta mülki amirler değiştirildi. Başkalarının adına oy kullanmak, oy sayımı sırasında hile yapmak gibi yolsuzluklar da İTC muhalifi filozof Rıza Tevfik, Büyükada’da verdiği konferansı yetkililere bildirmediği gerekçesiyle 25 gün hapse mahkûm edildi; polis, konferansı dağıtmak için sopa kullandı. HİF ise İTC’nin halkı dinsizleştireceğini, çocuklara şapka giydirileceğini, giymeyenleri keseceklerini, camilere çan takacaklarını söylüyordu.

1912 seçimleri sırasında Nesibe Hanım İngiltere’deki oy hakkı mücadelesini anlatırken “Biz daha bir hakk-ı siyasi isteyecek kadar cüretkar değiliz hanımlar! Yalnız şimdilik hukuk-ı medeniyye, insaniyyet hakkı, yaşama hakkı istiyoruz” diyordu. 

İttihatçıların yaygın terörü karşısında, fiilen 278 veya 284 üyeli meclise ancak 15 muhalif mebus girebildi. Bu 15 üye de açıktan muhalif olmayıp bir kanuna red oyu verdikleri için sonradan “muhalif grup” sayılmışlardı. Muhalifler bu yüzden meclise ‘meclis-i mensuban” adını takmıştı. 12 Nisan 1912 günü Fındıklı’da Nazıma Sultan Yalısı’nda açılan meclise 284 mebustan ancak 105’i geldi. İtalyanların Trablusgarp Savaşı’ndan dolayı Çanakkale Boğazı’nı ablukaya almaları yüzünden Yemen milletvekilleri gelemedi. İTC, ezici çoğunluğuna rağmen meclis dışı güçlü muhalefet yüzünden iktidar oldu ama muktedir olamadı. Ordu içinde gelişen Halaskar Zabitan Grubu’nun da baskısıyla İttihatçı Said Paşa Kabinesi 15 Temmuz’da 4’e karşı 194 oyla güvenoyu almasına rağmen 16 Temmuz’da istifa etmişti. Sait Paşa yerine gelen tarafsız Gazi Ahmet Muhtar Paşa kabinesi, Anayasa’nın 43. Maddesini yorumlayarak 5 Ağustos 1912’de meclisi feshetmiş, İttihatçılar da Meclis Başkanı Halil Menteşe başkanlığında toplanarak güvensizlik oyu vermişler ve Halil Bey’in davetiyle meclisin süresiz tatil edilmesi kararını almışlardı. 

“Dünyaya dehşet veren Osmanlılarız/ Osmanlı demek asker demek/ Yaşasın Ordu yaşasın harp/ Arş Osmanlılar Tuna hattına”, “Filibe’ye hücum! Sofya’ya hücum!” sloganlarıyla girilen Balkan Savaşı’nın beklenen sonucu vermemesi, İttihatçılar’ı daha sert adımlar atmaya itti.  23 Ocak 1913 günü İttihatçılar büyük bir kalabalık hâlinde Kamil Paşa Hükümeti’nin düşmana terk etmeye hazırlandığı Edirne için sloganlar atarak Babıali’ye yürüdüler. Enver Bey ve 20-30 kişilik grubu, “kendi menfaatlerini düşünen” “kabiliyetsiz ve enerjisiz paşaların” memleketi uçuruma götürdüğünü düşünüyor ve “genç insanlar ve hakikî vatanseverler”in yardımıyla “titreyen elleriyle birkaç ihtiyarın her şeyin üstünde sevdiği vatanının vasiyetnâmesini imzalamalarına karşı” harekete geçiyordu. Muhafızlar gelenlere engel olmadılar, çünkü kumandanları elde edilmişti. Girişte engel olmak isteyen iki subay ve bir komiser vuruldu. Bu sırada Nazım Paşa küfrederek “Siz beni aldattınız” diye çıkışırken Yakup Cemil tarafından öldürüldü. Sadrazama silah zoruyla istifaname yazdırıldı. Dahası Enver Bey görülmemiş bir cüretle silahlı olarak Padişah’ın karşısına dikilip Mahmut Şevket Paşa’yı Sadrazam tayin ettirdi. Tarihe Babıali Baskını diye geçen bu olayla İttihatçılar başımızın üstünde hâlâ “Demokles’in Kılıcı” gibi duran “darbe” geleneğini başlatmış oldular. İstanbul’da sıkıyönetim ilan edildi, muhalif gruplara karşı tam bir “sürek avı” başlatıldı. 30 Mayıs’ta Edirne’nin tüm mücadelelere karşı kesin olarak kaybedilmesinden sonra Enver’in itibarı çok azalmıştı ama 11 Haziran 1913’te, Mahmut Şevket Paşa’nın Harbiye Nezareti’nden çıktığı sırada öldürülmesiyle durum tersine döndü. O sırada, İstanbul Polis Umum Müdürü olan Cemal Paşa, anılarında bu suikasttan hükümetin haberi olduğunu söyler. Cemiyet’in bu suikasta kasıtlı olarak göz yumdukları, bu yolla hem Mahmut Şevket Paşa’dan hem de muhaliflerden kurtulmayı planladıkları anlaşılır. Aralarında devlet memurlarının da bulunduğu 320 kadar muhalif Bahr-ı Cedid Vapuru ile Sinop’a sürüldü. Cemiyet’in şansı Edirne’nin bir şans eseri geri alınmasıyla döndü ve Birinci Dünya Savaşı’na kadar da sürdü. 

Balkan Savaşları’nın sona ermesinin hemen ardından 13 Ekim 1913’te hükümet seçim kararı alıp padişah iradesini çıkartmıştı. Seçimlerden önce seçim yasasında bir önemli değişiklik yapılmış, ordu mensuplarının, askerlik hizmetinde bulundukları süre içinde birinci ve ikinci seçmen olamayacakları hükme bağlanmıştı. Bu seçimlerde de kadınlar ne yapıyor derseniz, Osmanlı Müdafaa-ı Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’nin tüzüğünde “Şüphesiz ki bugün memleketimiz bir devre-i inkilab ve intibah yaşıyor. Biz Osmanlı kadınları erkeklerimizin siyasiyatına henüz akıl erdiremeyiz, karışamayız. Fakat bir hayat-ı içtimai sahibi olmak itibariyla ittihad edip terakki yoluna girerek hayat-ı mesaimizi tanzime, irfan ve seviyemizi ilaya çalışabiliriz. Bu hakk-ı  meşrumuzu takib eder ve mevcudiyet gösterebilirsek biz de memleketimizin bir uzv-ı nafi ve mühimmi olmuş oluruz.” diye yazıyordu. Dernek ve yayın organı Kadınlar Dünyası önce Batılı kadınların siyasi haklar konusunda yaptıkları eylemleri duyurma, uyguladıkları yöntemleri ve kazanımları aktararak başladıkları propagandayla Osmanlı kadınlarını cesaretlendirme yoluna gitmiş ancak siyasi haklarla ilgili açık taleplerini dile getirmeleri uzun sürmemişti. 

Ocak-Nisan 1914’te yapılan beşinci genel seçimler tek partili seçimlerdi, parlamentonun neredeyse tamamı İttihatçı adaylardan oluşmuştu. Parlamento, 14 Mayıs 1914 tarihinde açıldı. Bu mecliste 144 Türk, 84 Arap, 13 Rum, 14 Ermeni, 4 Yahudi olmak üzere 259 mebus görev yaptı. Arnavutluk, Makedonya ve Trablusgarp gibi yerlerin kaybedilmesinden dolayı mecliste bu bölgelerden mebus yoktu, daha önceki parlamentodaki 18 Arnavut da yoktu. Arap mebus ise 16 artmıştı. Osmanlı İmparatorluğu bu meclisin görev süresi içinde I. Dünya Savaşı’na girmiş ve yenilmişti. Mondros Müterekesi’ni Ahmet İzzet Paşa Kabinesi imzaladı. Rumi Takvim’den Miladi Takvim’e geçişi de bu meclis kabul etti. Bu meclis, Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından kısa bir süre sonra Padişah VI. Mehmet Vahdettin’in Meclis-i Mebusan’ı “zorunlu siyasi sebeplerden” dolayı kapattığına dair iradesinin Dahiliye Nazırı Mustafa Arif Bey tarafından okunmasından sonra 21 Aralık 1918 günü sona erdi.