Allah Allah, Kim (Kime) Kazandıracak?

Bir seçimin daha son düzlüğüne girdik. Bir hafta sonra çanak çömlek patlayacak ve kentlerin zaten belli kaderlerinin göstermelik yöneticileri makamlarına kavuşacak. Bülent Batuman’ın afet kentleşmesi olarak adlandırdığı*, şehirleri rant kaynaklarının paylaşım nesnesi olarak gören anlayışta, kentlerimizin kırılganlığında bir değişiklik olmayacak gibi görünüyor. Otomatik pilottaki kentlerin göstermelik makamlarına yeni oturacak isimler tabii ki rant taksiminde bazı değişikliklere gidecekler. Gidişat değişmeyecek; en fazla bal tutup parmak yalayanlar farklılaşacak.

Kentlerin adil, demokratik, güvenli bir şekilde yönetilemeyeceğine dair iddiamın arkasında seçim pusulasında tercih edeceğimiz isimlerin böyle bir politik dönüşüme değil, kazandırmaya aday olduklarına dair kanaatim var. Dolayısıyla asıl soru bize ne vadettikleri değil, kime, neyi kazandırmaya aday oldukları. Bu yazıda, “kazan(dır)acak aday” önermesini irdelemek istiyorum.

Siyasi partilerin “kazanacak aday” teranesi ile başlayalım. Siyasi partilerin aday belirlemedeki ilk öncelikleri çok satan kitap basan yayıncılarınınkine çok benziyor. Meşhur fıkrayı bilirsiniz: “Temel bir gün bir kitap yazmaya karar verir. Yayınevine gider. Yayıncı Temel’e günümüzde bir kitabın tutması için içinde dört öğenin bulunması gerektiğini söyler: Asalet olacak, merak uyandıracak, cinsellik içerecek ve din öğeleri barındıracak. Uzun git-gellerden sonra Temel başlığı bulur: Allah Allah, Kontesle Kim Yattı?” 

Siyasi partilerin de seçmenlerin teveccühüne mazhar olacak adaylar konusunda böyle bir tarifleri var sanki: Etnik, dini, kültürel bir sermayesi olacak (nereli, kimlerden?), halkla ilişkisi iyi olacak (sizden biri), bir teknik yeterlilik vaadi taşıyacak (bizden, uzmanlardan biri) ve varsıl olacak (kampanya için ağzını açacağı dolu bir kesesi olacak). Çok satacak bir adayın temel özellikleri kabaca böyle. Politik duruşu, savunduğu ilkeler, sunduğu kent anlayışı gibi detaylar pek önemli değil sonuçta. Kazanacak bir aday peşindeki partilerin, bu kişilerin kentlere ne kazandırıp ne kaybettireceğini düşünecek lüksleri yok. Dolayısıyla oy pusulasındaki isimler öncelikle siyasal partilere seçim kazandırma kriterlerinin ışığında belirleniyor.

Kazanacak adaya yüklenen bu özellikler insanın alnında yazan nitelikler değil tabii ki. Onun da bir inşa ve pazarlama süreci var. İyi aday, daha seçilmeden kazandırmayı bilen aday anlamına da geliyor. Danışmanlık, halkla ilişkiler, (sosyal) medya yapım, basım-yayın, araştırma şirketlerinden oluşan çok büyük bir pazardan bahsediyoruz. Seçimler yapılacak, adaylar çıkacak ki bu işletmeler var olabilsin, kâr edebilsin. Boy boy fotoğraflar basılacak, rötuşlanacak, billboardları, broşürleri, sosyal medya hesaplarını bulacak, sloganlar yaratılacak, konuşmalara hazırlanacak, arabalar giydirilecek, bayraklar asılacak, şarkılar bestelenecek, otobüsler dolaşacak, seçim ofisleri kiralanacak, anketler yapılacak, hediyeler dağıtılacak, yemekler, kahvaltılar, iftarlar verilecek. Ne kadar büyük bir ekonomiden bahsettiğimizin farkında mısınız? Böyle bir ekonomi içinde siyasi partiler kadar bu işletmelere de kazandıracak adayların öne çıkmasına şaşırmamak gerekiyor. Çünkü ne yazık ki bu devirde artık kişinin ayinesi kampanya, işini düşünen yok.

Siyasi partilere ve kampanya işletmelerine kazandırma vaadi, asgari koşul olarak düşünülebilir. Neticede bu iki koşulu sağladığı iddiasını taşıyan birçok aday çıkabilir. Dananın kuyruğu hangi adayın seçimden sonra ne kadar kazandıracağına dair vaadinde kopuyor çünkü seçimden önce ve seçimdeki kazanç, sonraki beş yılın vadettiği kazancın yanında devede kulak. 80’lerle birlikte bir rant membasına dönen kentlerin yöneticileri aslında bu suyun başını tutacak kişiler oluyor. Suyun başını kimin tuttuğu da kimin bu sudan içebileceğini belirliyor. Adayın seçim öncesi kurduğu ilişkiler, seçilirse kimlere parmak yalatacağının da emarelerini taşıyor. Böylece adayın belirlenmesi, müstakbel başkanın kente ne katacağından, ilişkide olduğu kliğe ne vadettiğine daha çok dayanıyor. Siyasetin profesyonellerini, kentinizin ne kadar demokratik, adil yönetildiği, hizmetlerin ne kadar eşit ve nitelikli sunulduğu değil, parti içindeki konum ve iktidarlarının seyri ilgilendiriyor. Kurultayda vadettiğiniz delege sayısı ve yönelimi, toplu taşıma ya da kamusal alanlara dair vaatlerinizin önünde geliyor. 

Hâl böyleyken kentleri kim yönetti ve yönetecek sorusu da bir muamma olmaktan çıkıyor: Kentlerimizi -ne yazık ki bir süre daha- siyaseten pazarlanabilir, ticari olarak kullanılabilir ve parti içi iktidar dengelerine hitap edebilir şahsiyetler yönetecek.

Ta ki seçmenlikten istifa edip hemşehri toplulukları ve örgütleri kurana, kentlerimizi kendimizin belirlediği öncelik ve ilkelerle yönetecek kadroları devşirene kadar…

*Afet Kentleşmesi