Kentler ve Yerel Gıda Politikaları: Ne Yapmalı?

Gündemimiz ekonomik kriz, mali kriz, sosyal kriz söylemleriyle doluyken son dönemde gıda krizi sözünü de sıkça duymaya başladık. Hoyratça harcadığımız doğa, bu kaçınılmaz sonu bize oldukça hızlı bir şekilde hazırlıyor. 8 milyar nüfusu bulan dünyamızda, günümüzde herkese yetecek kadar gıda üretimi yapılmasına rağmen, yaklaşık 800 milyon insan hâlen açlıkla yüz yüze. Bu, gıda paylaşımındaki adaletsizliğin görünen yüzü. Görünmeyen kısmındaysa “gizli açlık” yer alıyor. Her dört saniyede bir insanın açlık sebebiyle hayatını kaybettiği dünyamızda, bunların büyük çoğunluğunu çocuklar oluşturuyor. Birleşmiş Milletler rakamlarına göre her yıl 6 milyon çocuk, açlık ve yetersiz beslenme yüzünden ölmekte. 7 milyon 800 bin insan da gıda yetersizliği nedeniyle her yıl göç etmekte. 

Bu noktada beslenme hakkından bahsetmek oldukça yerinde olur. Nedir beslenme hakkı?  Herkesin yeterli, güvenli, sağlıklı gıdaya kolayca, ekonomik ve sürdürülebilir şekilde ulaşma hakkı olarak tanımlayabiliriz bunu. Kabul gören en eski insan haklarından olan beslenme hakkı, mutlaktır. Çağımızda sağlık ile beslenme hakkı iç içe. Beslenme, sosyal bir hak olan sağlık hakkıyla doğrudan ilişkili. Elbette suyun, yeterli ve sağlıklı gıdaya erişim hakkı, konut hakkı, yaşam kalitesini arttırma hakkı, sağlıklı biçimde yaşamı sürdürme hakkı gibi yaşam kalitesinin artırılmasının vazgeçilmez bir öğesi olduğu tartışma konusu bile olamaz. Gıda hakkı 1948 Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nden beri en temel insan haklarından biri olarak uluslararası hukuk belgelerinde tam bir mutabakatla kabul edilmekle birlikte günümüzde en çok ihlal edilen insan haklarından biri. Anayasal koruma konusunda, 1961 Anayasası’nın 52. Maddesi, devlete, halkın yeterince beslenmesi için gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü getirmişse de 1982 Anayasası’nda beslenme hakkına ilişkin doğrudan bir hüküm yok. Daha açık bir ifadeyle Türkiye’de henüz gıda güvencesini düzenleyen ve kişilerin gıda hakkını bir insan hakkı olarak koruyan bir çerçeve yasa henüz yok. Gıda, ekonomik bir imtiyaz veya bir ayrıcalık değil, bir insan hakkıdır. Gıda hakkının çoğu kez gıda bankaları ya da yardım dernekleri aracılığıyla halka iaşe ve ibate dağıtılmasından ibaret olduğuna, başka bir deyişle hibe olarak algılandığına dair yanlış bir algı var. Unutulmamalı ki; “Yoksullar Gıda Yardımının Nesnesi Değil, Gıda Hakkının Öznesidir.”

DENETİM MEKANİZMASI

Bu noktada yerel yönetimlere de merkezi yönetim kadar görev düşmekte. Gıda sorunları sadece yaşayan halkı değil, ileri nesilleri de tehdit eden bir sorun. Dolayısıyla bu sorunun çözümü için görevlendirilen uluslararası, ulusal ve yerel tüm aktörlerin üzerine düşen görevi yapması gerekiyor. Gıda sorunlarının giderilebilmesi, önleyici tedbirler alınması, ortaya çıkan aksaklıkların bertaraf edilmesi ancak etkin bir kontrol ve denetim mekanizmasının kurulması ile mümkün olabilir. Ülkemizde sıhhi ve gayrısihhi iş yerlerinin açılışı için ihtiyaç duyulan iş yeri açma ruhsatları yerel yönetimler tarafından veriliyor. Gerekli olan şartların sağlanıp sağlanmadığı yine yerel yönetimler tarafından kontrol edilmeli ve denetlenmeli.

KOOPERATİFLERİN ÖNEMİ

İthalatçı politikaları bir yana bırakarak tarlada, çiftlikte ve gıda işletmelerinde üretimin artırılması hayati bir zorunluluk. Tarım ve gıdada yerinde üretimi önemsemek, kırsalda refahı artırarak üreticinin üretmeye devam etmesini sağlamak birincil öncelik olmalı. Bu bir gıda egemenliği sorunu. Ancak sadece ekonomik ve sosyal gereklilikler nedeniyle değil, sadece gıda güvencesini sağlamak amacıyla değil, çevre ve iklim sorunları nedeniyle de yerelde üretimin teşvik edilmesi, küçük üreticilerin varlıklarını sürdürmesi sağlanmalı. Köylü ve çiftçi düzeyinde sendikalaşmanın önü açılmalı, üreticiden tüketiciye aracısız mal sağlayan ekolojik üretim-tüketim hatta lojistik kooperatifleri desteklenmeli.

DEPREMLER

Afetin yönetileceği lojistik depolar, yerel yönetimler tarafından açılmalı. Bağış kabulü, stok yönetimi ve sevkiyatlar planlanmalı ve görevlendirmeler yapılmalı. Depolardaki ürünlerin STT/TETT kontrolleri yapılmalı, yaklaşan ürünler ihtiyaç sahiplerine dağıtılarak depolar tekrar doldurulmalı. Gerektiğinde yardım malzemelerinin uygun araçlarla hızla afet alanlarına sevki sağlanmalı. Büyükşehir belediyelerinin Deprem Master Planında Acil (Afet Sırasında) Planlama Etkinlikler kapsamında yer alan “afetzede ve yardım ekipleri için gıda ve su güvenliğinin sağlanması” konusu tek cümleyle geçiştirilmek yerine geniş kapsamlı olarak ele alınmalıdır.

Kent/ halk ekmek fabrikalarının kurulumu ve kapasite belirlenmesi, özellikle dar gelirli mahallelerde büfe sayılarının artırılması, üretici pazarlarının işlevselleştirilmesi, kooperatif ürünlerinin aracısız ve uygun fiyatlı olarak tüketiciye ulaştırılması, yine belediye bünyesinde aşevleri ve/ veya kent lokantaları açılarak güvenli gıdanın ihtiyaç sahiplerine ya da yurttaşa ulaştırılması, süt kuzusu gibi projelerin yaygınlaştırılması, bilinçli gıda tüketimi ve gıda okur-yazarlığı konularında öğrencilere ve ailelerine gıda mühendisleri aracılığıyla eğitimler verilmesi, yerel yönetimlerin yapabileceği iyi uygulamalardan sadece birkaçı olabilir.  

Bir gıda krizi içinde olduğumuz, toplumun geniş kesimlerinin sağlıklı beslenme açısından ciddi sorunlar yaşadığı ve bu sorunun mevcut şartlar bu şekilde devam ederse daha da derinleşeceği aşikâr. Çocuklara iyi bir hayat sağlamak, siyasal iktidar için kamusal bir görev ancak her yurttaş için de ahlaki bir sorumluluk. Çocuklara okullarda ücretsiz bir öğün sağlamak, onların fiziksel ve zihinsel sağlıkları açısından büyük yararlar sağlar. Yerel yönetimler de gerek anne adaylarına gerek okul öncesi dönemdeki çocuklara gıda paketi, gerekse okul dönemi çocuklara sağlıklı beslenme çantası desteği sağlamalı. 

TEMİZ VE GÜVENLİ SU

Su konusuna tekrar dönecek olursak:

Kentlerde belediyeler tarafından sağlanan şebeke suyu ülkemizde her zaman ücretli oldu ve toplum buna öylesine alıştırıldı ki aksi hiç düşünülmedi bile. Oysa, su bir hak. Bunu talep etmeliyiz. Çünkü ülkemizde var olan kurallara göre; musluklarımızdan akan suyun da içilebilir nitelikte olması gerekiyor. Belediye tarafından sağlanan şebeke suyuna güvensizlik nedeniyle tüketiciler daha fazla ücret ödemeyi göze alarak damacana veya pet şişelerde su tüketimine ya da su arıtma cihazlarına yönlendirilerek farklı şekillerde hâlâ yanıltılmakta. Musluktan su içemememizin en temel, en belirleyici nedeni su hizmetlerinin uzun zamandır kamusal hizmet alanı içinde görülmemesi ve su altyapı hizmetleri için gerekli yatırımın yapılmaması. Bu algıyı döndürmek için tüm altyapı sistemlerinin evlerimize gelen şebeke suyunu taşıyan borular dâhil sağlıklı bir yapıya kavuşturulması lazım. Güvenli su tüketimi ile ilgili olarak başta Sağlık Bakanlığı ve belediyelerin yüklendikleri sorumluluğun bilinci ile davranmaları gerekiyor. Suyu ticari bir meta hâline getirip para ile alınır-satılır yapmak insanlık değerlerine aykırı. Kamu yöneticileri, halkın güvenli suya ulaşmasını sağlamakla yükümlü. Tüm devletler, yerel yönetimler, bireylerin temel ihtiyacını (her bireyin içmek, kişisel temizliğini yapmak, giyim eşyalarını yıkamak, yemek yapmak ve ev içi hijyen koşullarını sağlamak gibi kişisel ve evsel kullanımı bakımından yeterli ve sürekli suya erişimini) karşılayacak miktarda temiz suyu yurttaşına ücretsiz ulaştırmalı. “Bir kimsenin su hakkını reddetmek onun yaşam hakkını reddetmek anlamına gelir ve suya fiyat koymak yaşama fiyat koymaktır.”

NELER YAPILMALI?

Son olarak yerel yönetimler; iklim krizi odağında yaşanacak gıda güvenliği ve halk sağlığı sorunlarının bir envanterini çıkarmalı, olası acil durumların ve karşılaşılabilecek felaket senaryolarının neler olduğuna dair çalışmalar yapmalı. Ancak en öncelikli olarak su varlıklarını korumaya, şehir suyu şebeke hattındaki kayıp ve kaçak oranlarını düşürmeye, kirli suların arıtımı ve tekrar kullanımı ile su kullanımında tasarruf sağlamaya yönelik çalışmaları güçlendirmeli ya da hızla hayata geçirmeli. Yerel yönetimler gıda politikalarını; yerel mesleki ve sivil örgütlenmeleri sürecin ana bileşenleri olarak benimseyen ve onların seslerini duyurma ve kararlara katılma hakkına saygı duyan, katılımcı ve demokratik bir temelde geliştirmeli ve hayata geçirmeli. Bu çalışmalar çevrenin ve doğal kaynakların korunmasından başlayarak, birincil üretimi, gıda işleme, gıda dağıtım, tedarik, lojistik ve tüketim ile gıda atıklarının yönetimine kadar tarım ve gıda sisteminin tüm süreçlerini ve katmanlarını bütünsel bir biçimde kapsamalı. Yerel yönetimlerin; yerel halkın gıda hakkını, yerel toplumun gıda güvencesini ve gıda egemenliğini koruma ve geliştirme doğrultusunda yapacakları yatırımlar, günümüzü ve geleceğimizi aydınlatacak en etik yatırımlar olacaktır. Yerel idareler, yetki karmaşası yaratılmadan tarım ve gıda sisteminin sorunlarına katkı verebilecek şekilde yetki ve sorumluklarla donatılmalı.