SHP’nin mutlak üstünlüğüyle biten 89 yerel seçimlerinden bir süre önce parti lideri Erdal İnönü, SHP genel merkezinin sarı Mercedes’ini ve şoförünü alarak Anadolu’da bir tura çıktı. İnönü 4 ay içinde 300 kasabayı gezdi. Kahvehanesine girip kasabalıyla konuştuğu 300 beldenin 250’sini SHP kazandı. Bu öyküyü İlhan Tekeli, küçük bir toplantı salonunda anlatmıştı. Yirmili yaşların ortalarındaydım. Y kuşağının her kıssadan bir hisse çıkarma huyu vardır. Benim kendime çıkardığım ders siyasal iletişim süreçlerinin siyasal süreçlerden ayrılamayacağıydı.
Her seçim döneminde sosyal demokrat kampta SHP’nin kampanyalarına sıklıkla vurgu yapılır. Buraya referanslar verilir. Hatta bir defasında CHP eski lideri Kılıçdaroğlu kampanya ekibine “limon kampanyası gibi güçlü bir iş yapın” dediği anlatılır. Bu referansların her biri her geçen gün SHP’nin siyasal iletişim çalışmasının bir mit olmasına, dahası aşılamamasına neden oluyor. Sahi ne bu işin alameti farikası?
Odadaki fili yazının başında öldüreyim izninizle. SHP siyasal iletişim süreçlerini seçim kampanyalarıyla sınırlandırmış ve/veya kampanyanın başlangıcıyla birlikte politik söylemini değiştiren bir siyasal hareket değildi. Aslı ile sureti arasında bir fark yoktu. Siyasal iletişim çalışmaları yönünü bütünüyle ideolojik tutumuyla geliştiriyordu. Bütün bunların yanı sıra politik söyleminden farklı olmayarak CHP’nin kent merkezlerinde biriken orta sınıflarına doğru değil, kent çeperine, sınıfa ve sınıfsal ilişkilere doğru sürdürüyordu. SHP’nin siyasal hayatı boyunca dedikleri tek bir doğru üzerinde yer aldı. Laiklik gibi kritik konuları gündemde tutmanın yanı sıra orta sınıflar için metro gibi sosyal demokratik alanın en büyük başarılarından birini aynı sloganın içine koyabiliyordu. “Ne metrodan ne laiklikten vazgeçin” sloganı SHP’nin Cumhuriyet’in progresif ilerlemeciliğine doğrudan bir atıftı. Dolayısıyla içi boş ve kof bir propaganda yapmak yerine sonraki yıllarda AKP’nin çalacağı “icraat” söylemini sahipleniyordu.
SHP’nin siyasal iletişim süreçlerine ilişkin bir diğer alameti farikası ise orta sınıflar ile alt sınıflar/kent merkezleri ile kent çeperleri arasında kurduğu “samimi” ilişkiydi. Sonraki yıllarda bir çatışmaya dönüşecek ve önce Milli Görüş’ün sonra AKP’nin sosyolojik altlığını oluşturacak kalabalıklarla en doğru ilişkiyi kurmak, oradaki sınıfsal öfkeyi kaşımak ve Marksizm’in 12 Eylül sonrası boşalttığı yoksul mahalleleri sözüyle doldurmak, hatta belirli bölgelerde yoksul mahallelerin temsilcilerini siyasetin içine dahil etmek siyasal iletişimi de doğrudan evin kapısından içeri sokmak demekti. Öyle bir ortam oluşmuştu ki SHP kampanyası matruşka bebekleriyle Özal’ı ve Demirel’i eşitlediğinde ve “ne farkları var?” diye sorduğunda kimse buna itiraz edemiyordu bile. Çünkü SHP kampanyasını her evde savunan bir tane yurttaş vardı.
Merkezi güçlü olmayan, sosyolojiye tekabül eden, onun üzerine bir siyaset inşa edebilen tutarlılıkta bir hareketti SHP. Kampanyası da SHP’ye bir şeyler kabul ettirmek yerine SHP’yi ve onun siyasetini kabul eden kadrolar tarafından yönetiliyordu. Her ne kadar limon esprisinin Gırgır’dan arak olduğu yönünde bugüne kadar süregelen bir tartışma olsa da bu siyasal iletişim sürecinin tamamı modern dönemin son kampanyası olarak tarihe kazıldı.
Bugün yapılan kampanyalar herhangi bir SHP kampanyasından daha mı kötü? Haşa huzurdan. Elbette değil. Ancak bugünün kampanyacıları çok daha iyi olmasına rağmen iyi olmayan bir şey var: üstüne koca bir külliyatın yazıldığı çizildiği, herkesin zihninde başka bir köşeye oturmuş, değişmesi ve dönüşmesi beklenen, sıkça eleştirilen bir CHP var. Bu da AKP’nin 2002’den beri yürüttüğü siyasal iletişim sürecinin bir sonucu zaten.
CHP’yi CHP olarak kabul etmedikten sonra kampanyacıların başarılı olmasının bir yolu yok esasen. Çünkü siyasetin üstünlüğünü kabul etmeyen bir kampanyacı CHP’de bir yerel seçim kazanmaktan nal toplamaya kadar kısa vadeli bir başarıdan fazlasını getiremez veya başka bir deyimle CHP kampanyası uzun vadede asla başarılı olamaz. Bunu 14 Mayıs-28 Mayıs arasındaki iki haftalık kampanya döneminde deneyimlemiştik. Hatırlayın.