*Semih Çelenk ile tiyatro, seyirci ve kent üzerine söyleşi
Özellikle son yıllarda Türkiye’de tiyatro üretimi ve tüketimi anlamında ne tür değişimlerden söz edebiliriz?
Yaşadığımız son beş yıl içinde Türkiye de dünya da büyük krizlerden geçti. Başta Korona salgını olmak üzere dünyayı ve ülkemizi derinden etkileyen ciddi olaylar oldu. 6 Şubat depremi, salgınları ve afetleri de aşan büyük ekonomik kriz, kültürel yaşantıyı derinden etkiledi. Otuzların büyük buhranı gibi İkibinyirmilerin de bir “Büyük Buhran”ı oldu. Orta sınıf diye adlandırılan ve kültür tüketiminin temel bileşeni olan bir sınıf, dar gelirli hâline geldi. Dolayısıyla da kültür tüketimi bundan büyük bir darbe aldı. “Marifet iltifata tabidir.” diye bir laf var. Kapitalizmin temel ilkelerinden biri de arz olması için bir talebin olması gerekliliğidir. Seyircinin tiyatrodan çekilmesi ciddi bir biçimde yapılan tiyatronun biçimini de değiştirdi. Hem nitelik hem nicelik bakımından büyük bir kayıptan söz edebiliriz. Ya kendi içine dönen küçük prodüksiyonlar ya da çok parlak prodüksiyonlara yönelme başladı. Ancak her kriz, yeni bir çıkışı da barındırabilir. Her problem yeni imkânları doğurabilir. Toplumsal yaşantı üzerine sabit yargılarda bulunmak çok kolay değil. Dünya değişir, ülke değişir, iktisadi şartlar değişir, hepsinden önemlisi de kuşaklar değişir. Tiyatronun tam bittiği zamanlarda yeniden doğduğu çok görülmüştür. Bir arkaik sanattan bahsediyoruz. Az buz değil 2500 yıl yaşamış ihtiyar bir delikanlı bu. Ne zaman ne yapacağı belli olmaz.
Kentle tiyatronun yeterince buluştuğunu düşünüyor musunuz? Tiyatro seyircisinin ilgisi ne durumda?
Şimdi örneğin, yaşadığımız kenti ele alalım. İzmir, 19. yüzyılda Levantenlerin ve gayrimüslimlerin şehir hayatına egemen olduğu dönemde bir tiyatro şehriydi. Cumhuriyetten sonra kurulan Fuar da kentin temel karakteristiğini pekiştirmeye hizmet etti. Şehir hep bir panayır kenti oldu. İstanbul’dan ya da başka diyarlardan yeni gelen şeylere hayran olunan bir panayır, sürekli yeniliklere ve yeni şeylere meraklı bir şehir halkı. Bir de periferisinde yer alan tütün, turunçgiller, pamuk, incir tüccarlarının, çiftçilerin bu panayırla ilişkisi. İzmir, bu panayır ruhundan bir türlü kurtulamadı. Şehrimizi kültür üreten ve kültür alımlayan bir şehir olarak tarif edebilmek çok zor. Bu şehirde yıllardır büyük çabayla, büyük emekle tiyatro üretmeye çalışan insanlara haksızlık etmek istemem ama özellikle özel tiyatro ayağı bu şehirde (tabii fonlardan ve desteklerden mahrum kaldığı için de) süreksiz, niteliği düşük bir özellik taşıdı ve şehirli için iştah açıcı bir mecra olmadı, olamadı. Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları da bu alanı doldurmaya çalışırken kendi üsluplarınca, kendilerince bir tiyatro yaptılar. Şehrin çeperleri ile şehirdeki tiyatro üretiminin hiçbir bağı olmadı. Bir daralma yaşandı. Biraz ironik olacak ama bu daralma kısmen bir mutluluk da üretti. “Küçük olsun, bizim olsun.” Bu endogamik yapı, şehre ilişkin bir hülya taşıyamadı içinde.
Tiyatro seyircisine gelince, seyirci bir alışkanlığın cisimleşmiş hâlidir. Alışkanlık üzerine düşünülmeli, çalışılmalı. Bu on yılları alan, her defasında yeniden, yeniden çalışılması gereken bir alandır. Seyircinin yetişmesi, yaratılması bu alışkanlığın yaratılması kadar seyirciye arz edilen oyunların da seyircide iştah yaratmasına bağlıdır.
İzmir için söylediklerimizi tüm büyük şehirlerimiz için söylemek mümkündür. Şehirlerimizin nüfuslarıyla, satılan tiyatro biletini oranladığımızda hiçbir şehir İzmir’den daha iyi durumda değildir kanımca. Sayısal olarak değerlendirdiğimizde, oransal olarak, yani tiyatro seyircisi bakımından çok yoksul olduğumuzu söyleyebiliriz. Her sezon 6-7 oyuna giden şehirliler olduğu gibi ömrünün tamamında hiçbir oyuna gitmemiş ezici bir kitle var kentlerimizde. Öncelikli iş büyük bir seyirci havuzunu var etmek olmalıdır.
Tiyatro festivalleri işliyor mu, hem çeşitlilik hem de nitelik olarak festivalleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
İki tane önemli festival var: Taksav’ın Tiyatro Festivali ve şimdilerde adı Hülya- Özdemir Nutku Festivali olan profesyonel toplulukların Büyükşehir sübvansiyonuyla oyunlarını sergiledikleri festival. Bir de İzmir Tiyatroları Festivali var bunlara ek olarak. Bu festivallerin hepsinin önemli çabalarla var edildiğini biliyorum. Seyirci yaratmada çok önemli ve değerli olduğunu düşünüyorum. Ama örneğin İzmir’in gerçek anlamda bir tiyatro festivali hiç olmadı.
Ülke geneline bakacak olursak, Ankara’da yine Taksav’ın bir festivali olduğunu biliyoruz. Bu çok renkli festival, yıllardır bir hareketlilik getirse de yıllar içinde zaman zaman nitelik konusunda ciddi soru işaretleri üretiyor. Görece yeni bir festival olarak Ethos’un getirdiği hareketliliği de anlamak gerekir. Ethos bütçe ve hareketlilik olarak daha küçük bir festival tabii.
İstanbul’un ise çok nitelikli yapıtları İstanbul seyircisine sunan İKSV’nin yerleşmiş uluslararası bir tiyatro festivali var.
Adana’daki Sabancı Festivali’ni de özellikle yıllar içinde yaptığı çok nitelikli seçkilerle ilk sıralara koymak gerekir.
Tiyatro sanatçılarının yaşadıkları sıkıntılar ve talepleri neler? Bu konularda yerel yönetimlerin destekleriyle ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Bunu tabii en iyi bağımsız tiyatro inisiyatifleri, birlikler, sendikalar dillendirebilir. Bu konuda ne bilgiliyim ne de yetkiliyim. Ama şunu söyleyebilirim; gerek tiyatroda gerekse diğer sanatlarda genç sanatçılara desteği çok önemli görüyorum. Bizim belediyelerimizde eksik olan budur. Hem devlet hem de yerel yönetimler yeni projelere, yeni topluluklara “fon” adı altında destek vermelidir. İyi bir iş yapan, en azından bir yıl boyunca başka bir iş üretmek için geçimini sağlayabilmelidir. Bağımsız sanatçılar ve bağımsız sanat toplulukları böyle ortaya çıkabilir. Bu bir ayaktır. İkinci ayak ise seyirci havuzunun genişletilmesi gereğidir.
Yerel seçimlerden sonra, hem devlet tiyatroları hem de özel tiyatroların geleceği için hangi adımlar atılmalı, nasıl çalışmalar yürütülmeli?
Yukarda da bahsettiğim gibi yerel yönetimler bölgedeki seyirci havuzunun genişlemesi, özellikle çeperdeki şehir sakinlerinin kültürel ve sanatsal etkinliklere daha çok ulaşması, buradaki halkın gençlerin, kadınların, çocukların kendilerinin de müzikten, resme, tiyatroya kadar her alanda çalışmaların yapılabileceği sanat odakları gerekiyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin böyle merkezleri var. Buraları hem insanların sanatsal faaliyetler yapabilecekleri hem de profesyonel gösterileri, sergileri, dinletileri izleyebilecekleri yerler olarak yeniden organize edilmelidir. Böyle olursa 4-5 milyon kişilik bir şehirde sadece 40-50 bin kişinin dön dolaş bütün etkinlikleri seyredeceği bir döngü oluşmaz. Bu söylediğim bütün büyük şehirler için, dolayısıyla tiyatro üretimi anlamında bütün ülke için geçerli. Sanat tüketicisi, seyircisi dediğimiz kitle sadece şu anki sayının iki misline bile çıksa sanat üretiminin büyük bir ciddiyet kazanacağını düşünüyorum. Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan diyeceksiniz. Ben de bir biçimde başlasın da bu döngü hem tavuk yumurtadan hem de yumurta tavuktan çıkacaktır.
*Söyleşiyi yapan: Batıgün Sarıkaya