Kentin en kalabalık caddelerinden birini arşınlarken hassas kulaklar köşe başında aşina bir müziğin tınılarını duyar. İster istemez o yöne çekiliverir adımlar… Yaklaştıkça daha da büyülü bir hâl alır müzik. Bir orgdan bu kadar güzel melodiler nasıl çıkar peki?
İşte o zaman henüz bu güzel şarkıları icra edenin kim olduğunu bilmeyenler sokak sanatçısı Amirali Najjariyeh’le karşılaşır. Amirali, ailesiyle birlikte altı yıl önce İran’dan Türkiye’ye göçmüş gencecik bir müzik tutkunu olarak müzik yapmak için son beş yıldır hiç aksatmadan sokaklara çıkıyor. Kentin en kalabalık bölgelerinden biri olan Kıbrıs Şehitleri’nde onu haftanın beş günü -eğer özel bir durum olmadıysa ya da belki anlamsız bir şikâyet gelmediyse- aynı yerde görebilirsiniz. Parmakları daha gençken ustalaşmış bir virtüözün becerisiyle tuşlar üzerinde hızla gezinir, mutlaka benimseyeceğiniz, sevdiğiniz bir şarkıyla gelip kalbinize yerleşiverir. Üstelik Amirali, kendi kendini yetiştirmiş bir piyanisttir.
Amirali’yle müzik tutkusunu, sokakta müzik yapmanın zorluklarını, olumlu taraflarını ve kentte sanatla nasıl var olunabileceğini konuştuk.
Amirali, müziğe ilgin nasıl başladı?
5 yaşındayken babam benim yeteneğimi bulmak istiyordu. O zaman tabii İran’dayız. Resim, matematik, tasarım, çizim, hatta bilgisayar bile denedi. Baktı ki hiçbirinde bir yatkınlık yok. Yanni diye Yunanlı bir müzisyen var. Bir gün evdeyken babam al dedi, kocaman bir kutu, bin tane CD falan var. Dinle bunları, dedi. Yanni’nin albümünü dinledim, çok hoşuma gitti. Adam gerçekten iyi çalıyordu. İlk sorduğum şey şu oldu: Baba bu adamın çaldığı enstrüman ne? Babam, piyano dedi. İşte dedim, ben bunu istiyorum. Ama nasıl olacak? Babam benim müzik sevdiğimi anladıktan sonra bana öğretebilmek için kendisi müzik kursuna gitti. Sonra beni götürdü. Hangi enstrümanı istersin dedi; keman, flüt, çello, her şey vardı. Bir baktım, duvar piyanosu var. İşte, O CD’deki adam bu enstrümanı çalıyor değil mi, dedim. Bu arada benim için çalmayı öğreniyordu. Gitar, piyano ve öğretmenlik diploması aldı.
O zaman altı yaşındayım. Öğretmenler benim için piyano çalamaz diyorlardı. Çünkü pedalları var piyanonun. Bir tanesine basıyorsun sesi uzatıyor. Diğeri kısaltıyor. Bu çocuğun ayağı çalışmadığı için pedalı tutamaz dediler. Babam hiçbirini dinlemedi. Diplomaları aldıktan sonra çıktı, bana bir tane org aldı. Piyanoya epey benzeyen bir org. Bana önce şunu dedi: Piyanist olmak ister misin? Ben tabii henüz çocuğum farkında değilim, ileride çok işine yarar, 18 yaşına gelince anlayacaksın, dedi. Kocaman kutu açıldı, babam çal bakalım dedi. Hiçbir şey bilmiyorum, dedim. Ben sana öğreteceğim, dedi babam. Önce kulaktan denedim, baktık ki kulağım çok iyi. Sonra bir hafta içinde yavaş yavaş Beethoven’dan Fur Elise parçasını çalabildim ama birinci kısmını yani.
Bir haftada mı?
Hepsini değil tabii. Yarısını. 6 yaşındayım sonuçta. Babam belli bir kitaptan takip ederek bana öğretmeye başladı. Gerçi bizde İran’da “Hocanın sopası, babanın sopasından daha faydalıdır.” derler. Biraz zorlayarak, disiplinli biçimde demek. Babam da tam bir öğretmen gibi elinden geleni yaptı. Ben artık babamın ve annemin ailesinde bir enstrümanı doğru düzgün çalabilen tek çocuktum. Bir de bak engelli durumum da var sonuçta. Aile içinde herkes diyordu ki: “Piyanoyu boşver, flüte geç, kemana geç, bak ne kadar büyük kemancımız var.” diyordu. Küçücük bir çocuğu büyük kemancılarla eşleştiriyorlar. Yani tamam, güzel bir beklenti ama sonuçta ben piyanoyu çok beğenmişim.
Neden beğendin peki? Piyano ne hissettirdi sana?
Yanni’nin Nostalgia diye bir şarkısı var. Onu ben dinledikten sonra… Bir baktım, içimdeki duyguya… Ben çocukken kulağımla ne duyarsam her şeyi anlardım. 5 yaşındayken doğru düzgün konuşamıyordum. Ama her şeyi anlardım. Bir baktım adam piyano başında. Böyle güzel, sanki cennette, çok güzel bir alanda oturuyor. Güzel arkadaşları var, hepsi müzisyen. İsterlerse orkestra olabiliyorlar filan. İyi ki piyanoyu seçtim. Çünkü piyanonun gerçekten duygusu çok iyi. İnsanın ruhunu anlayan bir şey. Belki onun gibi olabilirim dedim. Hem o zaman benim saçım da uzundu. Yanni’nin de uzun, çok güzel saçları var. Onun gibi olmak istedim çocuk aklımla.
Türkiye’ye ne zaman geldiniz?
İran’dan geldik. Tabii benim engelli durumumdan dolayı ben ikinci sınıfa girdikten sonra beşinci sınıfa kadar bir yılda üç sınıf bitirdim. Babam biraz bana ve müziğe odaklanayım istemişti. Ama baktık sonuç olmuyor. Bu yüzden araştırdık, Türkiye’ye gelirsek en azından bir sonuç çıkabilir dedik. Direkt arabayla sınırdan geçip geldik.
Yani İran’daki eğitim veya müzikle alakalı bir gelecek olmadığı için mi?
Olmadığı için. Hocalar çok kırıyorlardı umudu. Hep olmaz diyorlar. İnsan diyor ki, ben bir şey yapmak istiyorum. Ama herkes, hayır olmaz diyor. Coşku kayboluyor o zaman. Türkiye’ye gelince 2 yıl Afyonkarahisar’da yaşadık. Türkiye’yi tanımadığımız için. Sonra İzmir’le ilgili çok güzel şeyler duyduk. İzmir’e geldik. 5 yıl hiç çıkmadım bir yere, gezmeye gitmedim. 7. sınıfa burada başladım. Türkçem fena değildi, öğreniyordum. Hocalar da dediler ki, tamam biz seni yedinci sınıfa alalım, bir yıl geriye kalma dediler.
Burada müzik eğitimi aldığın hocalar oldu mu?
Yok. Kendi başıma ilerledim.
Nasıl geliştirdin? Özel ders almadın mı örneğin?
Yok. Hiç almadım. 19 yaşıma geldim, şimdi alıyorum. Eğitim çok önemli bir şey tabii. Ama biz kimseyi tanımıyoruz. Bazı ortamlar bize uygun değil. Çünkü ilk defa yurt dışına çıktık. Bir dedik ki kendimize gelelim. Ortamla uyum sağlayalım. Bir süre sonra bir baktım, müzisyenler sokakta. Bir tane arkadaşım vardı, Emirhan diye. Tramvayda gördüm, yan flütle, gitarı beraber çalıyor. Arkada fon müzik var, çok beğendim. Onu gördükten sonra çok hoşuma gitti. Anneme sordum. Anne, bunlar ne? Sokak müziği dedi, sen de yap, dedi. Ben önce dilencilik zannediyordum sokak müzisyenliğini. Sonra düşündüm ki hani konser veriliyor gibi. İnsanlar sokakta konser yerine müzik dinliyor. Sanatçının performansını beğenirse para veriyor. Sokağa çıktığım zaman anladım ki iyi çalmak zorundaydım. Tabii düşmanlar da çok oluyor. Çünkü piyanistim ve piyano çalan yoktu kimse. Hâlâ da yok. Başlayanlar da benden sonra başladı. O zaman sokakta piyanist olmadığı için herkes kıskanıyordu. Herkes duvar gibi önümdeydi. Çalmak için bana pek kimse izin vermiyordu. Ama ben bunlara bakmadım, Kendimi geliştirdim. İnsanların sevdiği müzikleri öğrendim. Mesela piyanistlere bakıyordum. İnsanların sevdiği müzikleri nasıl çalıyorlar diye. ve çalmaya çalışıyordum. Bu arada Türkiye’ye geldiğim zaman yaklaşık bir iki yıl hiç piyanoya dokunmadım. Her şeyi unuttum. Klasik müzik çalıyordum zaten.
Anladığım kadarıyla babandan aldığın eğitim çok iyi.
Çok iyi. O bana zemin oldu. Her şeyi unuttuğum için yavaş yavaş kulaktan yine devam etmeye çalıştım. Elimde kitap falan yoktu. Nereden almam gerektiğini bilmiyordum. Çok iyi müzik yapmak istiyordum ama ara verince motivasyonum biraz kırıldı. Ama babama piyanoyu bırakacağım demek istemedim. Çok emek verdi bana. Güzel aşama kaydettik. Her gün 5-6 saat çalıştım. Sabah 6’da çıktım, akşam 12’ye kadar Konak’ta çalıştım. Ve o çalışma beni bir anda topladı. Artık piyanoyu doğru düzgün çalman gerekiyor, dedim. Bir hafta Konak’ta sabah 4’te çıkıyordum. Yer kapmak için çünkü sanatçılarla biraz tartışmamız oluyordu. Akşam 12’ye kadar çalışıyordum. Bu kadar çalışmak için çok fazla pratiğin olması gerekiyor. Ben pratiksiz girdim. O bir hafta beni patlattı işte. Parmaklarım kendine geldi. Baktım ki müzik çok güzel. Yorulmuyorum çünkü. Annem şaşırıyordu. 12’de eve geliyordum. Yoğun çalışıyordum, 2’ye kadar ailemle zaman geçiriyordum. Ertesi sabah yine aynı tempo. Bir hafta böyle geçti. Ve hiç yorulmuyordum. Bu çalışma azmi ve kararlılığını gördü babam. Ve sonra dedi ki ben sana piyano alacağım. 18 yaşıma girince babam dijital bir duvar piyanosu aldı. Ve ben piyano aldıktan sonra 5 kat daha fazla ilerledim. Nerede pedal basmam gerektiğini de biliyordum.
Piyanoyu ben sokakta kendim geliştirdim. İnsanların beğenmeleri gerekiyor çünkü. Binlerce insan var. Seni kıran, istemeyen, küfreden, nefret eden… Ama seni aşırı derece seven ve ilerlemeni isteyen de var. Onlar için çalışmak beni kamçıladı. Orgu da geliştirdikten sonra bana bir istek geldi. Konser vermek istedim. İlk konserim Uluslararası’nın müdürleri içindi. Çok da güzel geçti. İkinci konseri İzmir’in bir önceki valisi için verdim. Piyano vardı içinde. Ve şimdi şimdi öğretmenle çalışmaya başladım.
Peki sokakta müzik yapmanın zorlukları neler?
Müzisyenden müzisyene değişir. Siz roman olabilirsiniz. Türkü çalan olabilirsiniz. Klasik çalan olabilirsiniz. Pop olabilirsiniz. Fark etmez. Ama müziğinin değeri ne kadar? Çalgının değeri ne kadar? Yerin değeri ne kadar? O çok önemli. Yani geldin Karataş sahilinde çaldın. Bir lira bile kazanamazsın. Ama müziğin çok iyi, performansın güzel, aşırı melodiler çalıyorsun gitarla mesela diyelim. Klasikçi bir gitaristsin. Ben mesela dinlerken bayılırım. Çünkü müzisyenim. Ama sonuçta tek kişiyim ben. Senin bin kişiyi bulman lazım. Her saatte beş bin kişinin önünden geçtiği bir yer bulman lazım. Kalabalık yerler. İşte İzmir’de Bostanlı çarşı, Karşıyaka çarşı, Alsancak, Kıbrıs şehitleri, Konak meydanı, vapurlar içerisinde, metro vs.
Hepsinde çaldın mı bunların?
Bölge olarak Karşıyaka’yı bir kez denedim. Tabii onun yasakları var işte. Hani yoğurt kabı ile davul vuran çocuklar vardı. Onların yüzünden tamamen yasaklandı. Tabii aşırı anfi kullanan arkadaşlar için o da yasaklandı. Ama hâlâ bazı kişiler devam ediyorlar amfiye. Solo değil başka arkadaşlarla da denedim bu arada. Atilla diye kemancı bir arkadaşım var. Bostanlı’da denedik. Ama genelde Konak’ta oluyorum. Tabii orada herkesin acelesi var. Ya metroya yetişiyor, ya tramvaya, ya vapura. Koşa koşa gidiyorlar işte. Gezmek için gelmiyorlar.
Dikkat edip duranlar olmuyor mu?
Oluyor ama akşamüstü. Akşamları daha az, hafta sonları daha iyi. Alsancak’ta tam tersi. Herkes duruyor, dinliyor. İster bir saat, ister beş dakika, fark etmez.
Zorluk meselesi de işte müzisyene göre değişiyor. Öncelikle izniniz olması gerekiyor. Belediye görevlileri bir şeyler söylüyor bazen, onlara dikkat etmeniz, saygılı olmanız gerekiyor. Memurlar, polis, zabıta vb. ne kadar kibar olursan o kadar değer verirler. Çünkü müzisyenler genelde kavga ediyorlar polislerle. Bir sıkıntı olunca tartışıyorlar. Bense özür dilerim diyorum, şikayet geldi senin için neden benden özür diliyorsun, diyor. Diyorum; abi çünkü şikayet sana sonuçta geldi, sen buraya kadar geldin. Ben demek ki dikkat etmemiştim, kusura bakma, diyorum. Öylece memur arkadaşlarım oldu. Yani sokağın kuralları var daha doğrusu. Kibar ol, müthiş ol. Ve doğru insanlarla iletişim kur. Çünkü sen iyi iletişim kurarsan iyi olursun, kötüler gelmez. Gitar, flüt, piyano fark etmez. Kalabalık yere gitmen gerekecek daha fazla kazanmak istiyorsan. Kendini daha fazla göstermek istiyorsan doğru düzgün sana yakışan bir yer bulman gerekiyor. Alsancak çok fazla müziğe yakışmayabilir. Ama içinde gezen insanlar müziği anlayabilirler.
Yaşadığın sıkıntılar, kötü olaylar oldu mu?
Ya mesela sarhoşlar geliyorlar. Kimse bana zarar vermedi şu ana dek ama şimdi klavyenin altında bir kırık var. Basıp kaçanlar var, para çalanlar da var. Üç dört kez oldu. Laf sokanlar var, ‘bu ne ya roman havası çal’ falan diyenler de var. Bana gelen, küfreden; benim sinirimi bozmaz. Ama ‘roman havası çal’ diyenler çok sinirimi bozar. Çünkü ben piyanistim, niye roman havası diyorsunuz? Piyano uygun değil ki buna! Tabii bazen millet de bilmiyor.
Sokaktan, esnaftan şikayetler geliyor mu?
Komik oluyor şikayetler. Çocuğumun sınavı var, diyor mesela. Ne yapayım? Başka bir yere git, diyor. Annem hasta, çalmayı bırak, diyor örneğin. Ama işte bakıyorum, bunu diyen 5 bina ileride ve son katta. Esnaflarda ise tüm dükkanlara ben saygı duyuyorum. Herkesin işi farklı. Bazen dükkanlardan beni kaldırmak için uğraşanlar oluyor. Bazı dükkânlar zorbalık yapıyor ne yalan söyleyeyim. Buradan gitmezsen klavyeni kıracağım, üzerine su dökerim, adam getireceğim, şunu yapacağım, bunu yapacağım türü tehditler söylediler. Ama ben bunları önemsemedim. Baktılar ben korkmuyorum. Çocuk değilim. Alıştılar. Çünkü öğrendim ki bir insan zorbalık ederken çok fazla boş yapıyorsa onu azıcık korkutman da lazım. Mesela polis varsa “abi bir gelir misin şu arkadaş beni rahatsız ediyor.” diyorum. Sonra dükkanlar da görüyorlar, abi bu çocuğun arkasında devlet var. Sonra bırakıyorlar uğraşmayı. Hatta iki üç gün gitmeyince “Neredesin sen?” diyorlar.
İnsanlar beğeniyor mu müziğini? Nasıl tepkiler geliyor?
Çok güzel tepkiler oluyor. Böyle seni dinlerken cennete gidiyorum, diyen oldu. Biri diyor mesela, sevgilimi özlediğimi anladım. Geçen hafta biri, “Sevgilime evlenme teklif edeceğim, Alsancak’ta mısın?” dedi. Sonra geldi, kız da kabul etti. Güzel müzik çaldım. Daha önce de olmuştu. Biri evlenmiş, beni dinledikten sonra oğlu oldu, onu getirdi yıllar sonra dinlemeye.
Bu arada genelde istek parçalar, trend olan popüler şarkılar çalmamı istiyorlar. Instagram’da popüler olanlar fazla. Ben de sormasınlar diye hep onları çalıyorum. Bazen gerçekten ben mi çalıyorum, şüphe ediyorlar. Geçen sene mesela playback yapıyor dediler. Elleri gerçek değil dediler. Ellerimi kaldırdım gerçek dedim. Ne isterseniz çalayım dedim. Dört kardeş şaşkınlıktan bir saat istek yaptılar, sonra hepsini çaldım.
Gün içinde kaç saat çalışıyorsun? Kazanç tatmin edici mi?
Ben her gün çıkarım. Bir gün tatil ederim. Çünkü 6 gün çalışıyorum. Genelde akşamları 16.00-17.00 civarı çıkarım. Bazen öğleden sonradan ta akşam 23.30’a kadar. Çünkü sonra yasak başlıyor. 12’ye kadar çalışabiliyoruz sokak sanatçısı olarak.
Kışın da çalışıyorsun. Soğuk vesaire etkilemiyor mu?
Tabii etkiliyor, kazanç olarak özellikle. Soğukta performans çok değişmiyor. Ama yağmur sakıncalı tabii, cihaza zarar gelir. Eğer bu cihaz elektrikli olmasaydı yağmurda da çalardım.
Belediye sokak müzisyenlerine nasıl izin veriyor? O süreç nasıl oluyor?
Belediyeye gidip başvuru yapıyorsun, sanatçı olduğunu belirterek. Görüntü alıp performansını izliyorlar. Müdüre gönderiyorlar. Tamam derse bir iki ay içinde kartını verirler. Böylece sokak müzisyeni kimliğini alıyorsun. Nerede istersen çalabilirsin. Ama bu konuda biraz suiistimal de oluyor. Herkes başvurabildiği için sokak müziğinin kalitesi düşüyor, yani mesela tramvayda çalıyor birileri, üstelik detone olarak. Para kazanıyor, oradan direkt bara gidiyor. Bunu görenler de bir daha sokak müzisyenine para vermeyelim diyebiliyor.
Peki kolaylık sağlıyorlar mı? Yani destekliyorlar mı?
Ben şimdi İzmir’in de tek piyano çalan oldum. Benden sonra başlayanlar oldu. Tek olduğum ve her gün gittiğim için, zabıta örneğin bir sorun, şikayet gelirse belediyeye durumu aktarıyor. Bana kartı veren birime durumu söylüyor. Ben sokaktan gitmediğim ve disiplinli devam ettiğim için anlıyorlar ki hedefim var. Bu yüzden destek veriyorlar. Ama sokaktasın diyelim, her gün bir dert sıkıntı yaratır, şikayet getirirsen de yardım etmez, kartı geri alırlar yani.
Bunun kontrolleri yapılıyor mu? Yani ara ara gelip seni kontrol edip denetliyorlar mı?
Öyle sıkı bir kontrol yok. Ama mesela bir zorbalığa uğrarsan zabıtaya, polise diyebilirsin. Bu konuda sana nasıl yapacağına dair yöntem veriyorlar, o zaman herhangi bir sorun olmuyor. Mesela benim için başlarda gelip konuştular, bu çocuğa bir şey demeyin, iyi çalışıyor diye. Çünkü bir iki kez gerçekten zorbalıkla karşılaşmıştım. Onlar çözüldü şükür.
Şikayetlerden dolayı mı?
Evet, zaten Ansancak’ta amfi yasak. Müzik yasaklanmış azıcık. Benden çok da şikayet geliyormuş. Dijital enstrüman yasak zaten. O yüzden zorluk yaşadım. Çalışmam gerekiyor tabii. Tam, nasıl söyleyeyim, yükselme zamanında hep kesmek istiyorlar.
Sokak müzisyenleri arasında bir dayanışma var mı?
Dernek var ama ben derneklere girmiyorum. Eylem yapıyorlar, eylemlere katılmıyorum. Sokak sanatçıları bir sorun çıkarırsa yardımcı olmaya çalışırım. Ama belediye ya da devlete karşı bir şey olsa yapmam. Çünkü ben o kişinin ne yaptığını bilmiyorum. Belki sarhoş, taşkınlık yaptı, nereden bileyim? Bildiğim kemancı, flütçü arkadaşlarım var. Sorun olursa destek olurum, nasıl bir şey olduğunu anlarım, elimden ne gelirse yaparım. Ama tanımadığım kişileri bilemem.
Bir sokak sanatçısı olarak yerel yönetimden talebin var mı?
Ben şöyle daha rahat çalışmak istiyorum. Talebim çaldığım yerin sabit kalması ve doğru düzgün insanları seçsinler. Bu kadar. Çünkü bazı zabıtalar nezaketli ve iyi niyetli olmayabiliyor. Bana kötü davranılmadı hiç. Ama genel olarak duyduğum şeyler oldu. Alsancak’a ilk defa geldiğimde biraz sıkıntı olmuştu. Ama şimdikiler gayet düzgün ifade ediyor. Şikayet gelirse rica etsem çalmayı bırakır mısın ya da 15 dakika mola ver, diyorlar. Ama tabii sokak sanatçıları da doğru düzgün konuşursa onlar da öyle nazik karşılık veriyor. Yani herhangi bir yer yasaklanmasın. Bir sınır olsun, çalmak isteyenler maksimum 4 saat çalışsın mesela. Biraz daha düzenleme yapabilirler bu konuda.
Ayrıca hiç iyi çalmayan, sesi olmayan, doğru düzgün kişilik göstermeyenler var. Daha düzgün seçimler yapılmalı. Hem kent için iyi bir şey yaparsın hem de turistler çok beğenirler.
Liseyi geçen yıl bitirdin. Geleceğe dönük hedeflerin neler?
Dünyanın en güzel bestecileri arasına girmek isterim. Hans Zimmer, Yanni, Yann Tiersen, Ludovico Euinadi, Evgeny Grinko bunlar çok iyiler. Ama eskiler de var. Mozart, Beethoven, Bach, Chopin, Tchaikovski. Bu ikisini karıştırırsan ne olacak? Çok iyi bir şey çıkar. Ayrıca bazı kültürleri de içine soksan. Türk Halk müziği, makam, İran kültürü, usulleri. 500’lü yıllardaki müzikler örneğin. Bunları bir karıştır, müthiş bir şey çıkar. Dünyanın en iyi bestecilerden biri olmayı bu yüzden çok isterim.
Ekleyeceğin bir şey var mı?
Bazen engelimden ötürü hoş olmayan tavırlarla karşılaşıyorum. Bir kere bir kafeye gittim, içeride piyano vardı. Bazı AVM’lerde de oluyor. Ben piyanistim, çalabilir miyim diyorum. Tamam kardeşim biliyoruz, deyip geri çeviriyorlar. Çünkü sandalyedeyim sonuçta. Beni zihinsel engelli filan zannediyorlar. Ya da şimdi piyanomuz yok diyorlar. E işte orada görüyorum diyorum. Yok kardeşim, kablosu yok diyor bu kez. Yahu akustik piyano bu, kabloya gerek yok diyorum. Bu kez de diyor ki tuşlar çalışmıyor. Ben baktım sadece biri bozuk, diyorum. Hâlâ ısrar ediyor. İzin yok, diyor. Ben az önce güvenlik müdüründen izin aldım, diyorum. Hâlâ olmaz diyor. Neyse, o görmeden direkt piyano başına geçtim, çaldım. Sonra güvenlik özür diledi benden, bu kadar iyi olduğunu bilmiyordum dedi. Çünkü gerçekten her şeyimle çalıyorum o an. İçimde ne varsa aktarıyorum, performansım öyle olsun ki o engelli algısı silinsin. Yani tekerlekli sandalyede oturan biri varsa önce felsefeye bakın. Eli kolu bacağı belki çalışmıyordur ama beyni ve kalbi çalışıyorsa tamamdır. Hemen engelli demek zorunda değilsiniz. Önce bir yeteneğe bakın. Nasıl konuşuyor, kendini nasıl ifade ediyor buna bakın. Benim ilk hedefim bu engelli algısını yeteneğimle, kişiliğimle aşmak. O yüzden müziğinle öne çıkmak, daha doğrusu varlığınla öne çıkmak çok önemli.