Baby Reinderr dizisi ‘’Gerçek bir hikâyeden uyarlanmıştır…’’ diye başlıyor ama iddia bu olsa da gördüklerimiz gerçek olabilir mi? Türkiye’de siyasetin son yirmi yılı diye farklı fikirlerden yönetmenler birer dizi çekse hepsi de başına ‘Gerçeklerden uyarlanmıştır’ dese hangisi gerçek olurdu… Hepsi birden mi? Durduğunuz yerden baktığınızda gördüğünüz sizin için gerçektir. İktidarda duran biri ile zulme uğrayanın elle tutup gözle gördüğü arasında muhakkak fark vardır. Biri elinde lüks bir arabanın direksiyonunu diğeri ise hapishane demirlerini tutuyor olabilir… Biri işkence dolu hayatını diğeri ise gayet iyi yaşadığı için işkencenin olmadığını hatta pek hoş bir hayatı anlatabilir bize. Tarafsızlık adıyla söylenen gerçek ise muhakkak yine kendi durduğu yerden gerçeği tanımlamaz mı iktidar olan ile ilişkisine göre. Zayıf ile ilişkiyi hangi tarafsız ister!
İnsan ilişkilerinin karmaşıklığından bahsetmeye çalışıyorum. Hoş, ben de elbette durduğum yerden olanı biteni anlatıyorum. Fakat özne, empati diye diğer tarafın yerine geçmekten bahsetse de yine de durduğum yerden konuşayım: Zayıf olanın tarafına kim geçip anlatacaktır?
Gerçek bu açıdan tek başına yetmiyor durumu anlamaya ve anlatmaya. İşte tam o sırada ilkeler devreye giriyor fakat burada da ilkelerinizi neye göre oluşturduğunuz tartışması başlıyor. Zor iş vesselam…
Arabasına bindiğim taksicinin bir süre konuşmaması ‘İstanbul’da her türlü insan var dikkatli olmalıyım’’ sessizliği değildi. Değildi çünkü ben sorunca o da hiç tereddütsüz konuşmaya başladı. Birazdan anlatacaklarım da gerçek bir olaydır, konuşmanın anlatımıdır ve bu giriş cümlesi kalsın şimdilik burada…
Ekonomik kriz vesilesiyle eskiye nazaran çok daha az taksiye binebildiğimi söylememe gerek yok sanırım. O yüzden yol sohbetlerim de eskisi kadar sık değil ve oğlumun ‘Baba bu defa şoförle sohbet etmedin, ne oldu canın mı sıkkın!’ diyeceği bir yolculuk da olamıyor. Ekonomik kriz halklar için varken mesela milyon doları olan biri için durum hiç öyle değil ve dahi kriz de yok. Faize verse milyon doları mesela ne kadar kazanır? Hâliyle o kişi başka bir gerçek anlatır ki söylediği de yaşadığı da gerçektir. Elle tutup gözle görebileceği bir para her ay hesabına yatmıyor mu yani? Faiz politikası olmasa bu defa da arabaları ve evlerinin değeri elle tutup gözle görebileceği artışla devam etmedi mi? O da bir gerçek. Erdoğan’ın ‘Açılın ben ekonomistim!’ demesi de ve şimdi söylediklerinin tam tersini yapması da bir gerçek… O cümleye göre hayatımız değişti. Kimi sağ kaldı kimi kalamadı geçim krizinde.
Şimdi geliyorum kritik yere: ideolojiye… O durduğunuz yerden tutarlı bir bakış önerir ki hemen herkesin çoğunlukla “İdeolojiler bitti” dediği bir zamanda yine tutarsızlık ele geçirdi hayatı. İdeoloji düşünüşü yapacaklarınızı da belirler. O bitince siz de bitersiniz aslında…
Bir meseleyi nasıl ele alacağını bilmemek ne fenadır! Polisten daha güçlüdür ideoloji oysa. Başınızda dikilip durmaz. İçinizde durur… Onu içeri alan da bizatihi sizsinizdir zaten…
Ahlak, ekonomi, kültür, çözüm politikaları hepsi ideolojinizde saklıdır…
Bu açıdan gerçek ideolojiktir.
Ancak ideoloji ile gerçek arasındaki ilişkiyi kurmak günlük yaşamda yine güç ile ilgili ne yazık ki. Zayıf olan eşitlik, adaletten konuştuğunda ‘Doğru olsa söylediklerin, güçlü olurdun!’ denmez belki ama ‘Bunun bir anlamı, karşılığı yok mevcut siyasi koşullarda!’ denir pekala…
Güçlü olmak güçlü olmayı reddedenlerin de başına bela olur yani.
Biraz sakinleşip nefes alayım nefesimi yine daraltarak…
Uzun zamandır AKP seçimi kaybetse de acaba iktidarı bırakır mı diye kaygı ve tedirginlik ifadesini ne çok duyuyorduk.
Nihayet bu kaygı ifadesi de iktidarın duymaktan hoşlandığı bir şeydi çünkü bunu o değil muhalefet sıklıkla dile getiriyordu. İçe sinmiş bir yenilgi ve çaresizlik duygusu ne mühim değil mi siyasi propaganda olarak…
Fakat bir şey oldu gerçekten de bir şey olmasa da… 2019’da İstanbul tekrar seçimleri sürecinde tersine bir süreç işledi ve iktidara yenilgi duygusu bir gerçeklik olarak yerleşti. 2024 genel seçimlerindeki başarıları da bunu değiştiremediği gibi 2024 yerel seçimlerinde artık kanıksanmış bir yenilgiye hızla bıraktı kendini. Bu defa direnmediler bile ve dahi kendi içlerinde suçlu bulma arayışına girdiler…. Suçsuz yenilgi olmaz!
Döneyim taksideki şoföre: Abi ben AKP’li değilim ama mecburen CHP’ye oy verdim dedi. Ona da inanmadığını anlattı uzun uzun. Ben dinledim, o hep konuştu. Konuştukça da aslında AKP’li olduğunu da anlattı. Bir AKP’linin artık AKP’li olmadığını kendi kendine söylediği bir andı bu.
Bir ara beni sorduğunda “Ben Demirtaş’ı pek severim” dediğimde beni duymadan yine konuşmaya devam etti… İktidar alışkanlığı yine de devam ediyor, karşısındakini duymuyor, daha doğrusu duyduğunu idrak etmek istemiyordu. O sürekli konuşurken artık eli arabanın tozunu almaya dahi gitmeyen bir ruh hâlinde olmalıydı ki toz duman içerisi diye düşünüyordum. Tedirgin, kararsız konuşması gibi araba da ilgisizliğin göstergesine dönüşmüştü… Araba ile geçiniyor ama ona da el sürmüyordu anlaşılan. Geçim aracına yabancılaşmış olmalıydı ki gerçekten de bıyıkları da saçı da aynı dağınıklığı yansıtıyordu. Terk edilmiş bir yüzdü gördüğüm. CHP’ye oy atmıştı ama AKP’yi özlüyor olsa da ona dönemiyor CHP’ye de gidemiyordu anlaşılan…
Dil genellikle güçlü olanın kavramlarını, cümlelerini kullanır saklı olmayan günlük hayatta. Ermenilerin iki adından birinin sokak, birinin ev adı olduğunu ancak güven duygusu ile öğrenirsiniz. Günlük yaşam güvensizdir yani az olan için ve bu yüzden güven ile güç birleşir ve güçlünün dili ‘güvende olmayı’ anlatır olur güçsüzlere. Ancak bu saf güven ile değil aksine pür güvensizlik ile izah edilir kalbinize. Kalbe işleyen neden sonra iktidarlara da işler… Zayıf olan derdini anlatmak için yaygın olanın kavramlarını kullanmak zorunda kalır ki bu kendisinin derdini anlatması açısından kaçınılmazdır. Siyasal İslam ve tarikatlar hakkında yeterince bilgi sahibi olduk değil mi? Kimler yeni şeyh anında biliyoruz değil mi? Onların iç dilinde kullanılan kelimeleri öğrenmek zorunda bırakılıyor ve siz de Google’a ‘… ne demek?’ diye soruyorsunuz değil mi? Aksi hâlde iktidarların ne dediğini anlamamanız olası. Ferdi Tayfur’un belki de daha önce hiç duymadığınız bir şarkısının sözlerine dahi Bahçeli’nin yürüyüşü eşliğinde bakmak zorunda kalmak da tam olarak böyle bir şey. Acaba kime ne deniyor diye o iç dili, mesajı anlamaya çalışıyoruz. Yani güçlü olmak için diğerini güçlü kılan kavramları öğrenmek zorunda kaldığımızda o ilişki ağının içine de dalmış oluyoruz. Böylece oradan, oranın gücünden geçerek kendinizi güçlü kılmanız gerekir. Zayıf olanın kavramları, şarkıları, kültürü ‘zaten sen zayıfsın!’ diye pekala ötelenir. Fakat bu zorlu durum mücadele ettiğiniz sürece zayıf olsanız da dilinizi neden sonra hakim kılar. Yani güçlü olan güçlü olmanın rahatlığıyla bir hata, hakaret, ırkçılık yapsa dahi yargılanmayacağı için ağzına geldiği gibi konuşurken dili de kültürü de çürütür. Karşısında olansa baskı altında yeni ve taze olanı sürekli geliştirmek zorunda kalır. İddianız varsa bu iktidar olmanın dışında inanç işine de döner böylece. Yani güçlü olan inancını kaybederken zayıf olan inancı da temsil etmeye başlar…
Bu yüzden olmalı Erdoğan’ın da arada bir Nazım Hikmet’i anması, Ahmed Arif’ten bahsetmesi. Kaybettiğini arıyor olmalı. Ya da kaybetmemiştir de arıyormuş gibi görünmek önemli. Fakat ruh ve inanç kaybedilip bulunan bir şey değildir aslında. Eşya değildir o çünkü. Eşya bile olsa o kaybettiğiniz eşyadan daha farklıdır artık. Sizin bu farkı gözle göremiyor olmanız onun artık farklı olmadığını göstermez, göremediğinizi gösterir. Eşya böyleyse ruh daha da çok öyledir. Neyin içinde olduğunuzu bilmeyenler gibi insan da ruhundaki değişimleri pekala bilemeyebilir. Çünkü artık somut durum değişince akıl da ruhuyla birlikte değişir. Belki o yüzdendir bu gerilimi birleştiremeyenlere yapılan övgü. Şizofreniyi bir uyumlulaşma reddi olarak kutsama…
Bu açıdan az olan, direndiği sürece muhakkak bir aşamada çoğunluk olur. Kadınların yakıldığı ve ibret olsun, bir daha konuşmasın diye insanların derisinin yüzüldüğü bir andan nasıl oldu da bu güne geldik…
Semavi dinlerin kitabı bir tane olsa da insan çok. Yorumu çok…
Tüm sol için Kapital bir tane ve yazılanlar belli olsa da her ülkede sosyalizmler de çok çünkü insan da çok.
İnsanın olduğu yerde yorum da çok olur ve aynı ideolojide olsanız da gerçek herkese farklı görünebilir. Bizden gayrı bir gerçek var ve onu bulmaya çalışıyor olabiliriz ama o da bizden gayrı değildir. Hastalıklı olsa da hem olumlayarak hem de eleştirerek yazacağım: İnsan, içine aklını ruhunu verdiği, etkilediği gerçeği ister… İnsan, varoluş içindir…
‘Minik Ren Geyii’ dizisi böyle başlıyordu: ‘gerçek bir hikayeden uyarlanmıştır’…
Kamera şöhretli bir komedyen olmak isteyen birinin omuzları üzerine konmuştu ama ya şişman ve istenmeyen kadının omuzları üstüne kim koyacaktı kamerayı? Onun gerçeği neydi? Genç adamın başına gelenleri yaşadığını tanımlayamamayı, ne olduğunu anlayamadığını kendisinin ifadesiyle öğrendik ama ya ‘dışlanan’ şişman kadını…
Baby Reinderr dizisinde şöhret olmak isteyen genç adamın deneyimli aşağılığın aşağılamalarıyla kurduğu ilişki ve onun ‘dilini’ öğrenmek için katlandıkları kaçınılmaz olan mı? Kazanmak için katlanılanlar kazanmaya değil kaybetmeye giden yol da olabilir mi?
Einstein gibi çocuğu olmasını isteyen ebeveynlerin, çocukları ilkokulda uyumsuzluk yaşadığında acaba Einstein mı diye iç geçirdiğini siz de ben de biliyoruz. Einstein başarılı olmasaydı iç geçirilmezdi bunu da biliyoruz. Farklı ideolojilerden, partilerden olsa da günlük yaşamda konu komşum Aziz Nesin’e gönderme yaparak ‘yüzde 60 aptal az demiş!’ diyenleri de duyuyorum. Rakamı az bulup yüzde 90’lara kadar çıkartanları siz de ben gibi görüyorsunuzdur. Kendini dâhil edeceği yüzde 40 fazla geliyor tabii onlara. İşte tam burada azınlık olmak istiyor kimi ‘çoğunluk’. Fakat bunu o kadar çok duydum ki söyleyenin kendisini dâhil ettiği yüzdelik dilim geriye kalan yüzde 40’tan fazlaya denk geliyor artık? Kimler ‘ben aptalım!’ diyecek herkesin kendini akıllı ilan ettiği yerlerde?
Ama tabii kazanmak için ‘aptal’ olmak da ‘akıllı’ olmak da aslında bir iktidar biçimine aynılaşarak dönüşebilir. Oysa ahlak güçlü olduğunuzda terk edeceğiniz değil daha çok sarılacağınız bir şey değilse o ahlak değildir. Güçlü olan doğru olan da kabul edilir genellikle. Ancak kalbinizin derinliklerinde hakikat bilinir ve aklın kalbi değiştirdiği gibi kalpte muhakkak bir gün aklı değiştirir. O yüzden muktedir olanın propagandası da yayınları da işe yaramaz olur bazen…
Zihin gibi ahlak da dil de disiplinle ve emekle gelişir…
Çöpçülerin elleriyle birbirini ve ülkeyi sevmek ya sadece bir iktidar işi değil de pür sevgi işiyse… Ya sevgi olmadan ideoloji de dil de kültür de yoksa… İnsan sevdiğinin dilini, kültürünü çalmaz onun adını söyler…