Fotoğraf dünyanın her yerinde geçerli ortak bir dildir. Fotoğraf aracılığıyla derdinizi anlatabilir, bir konuya dikkat çekebilir, insanları harekete geçirebilirsiniz. Çağının insanını, doğasını, sanatsal yaklaşımını, beğenilerini aktaran fotoğraf öncelikle belge niteliğini taşır. Mimari ve kent fotoğrafları da bu dilin güçlü bir parçasıdır. Mimari fotoğraf, yapıyı ve mimarın derdini anlatmanın yanı sıra kent dokusunu oluşturan bir puzzle parçası olarak kentin kültürünün, geleneklerinin, ekonomisinin somutlaşmış bir yansımasıdır. Yapıların, doğal ve kamusal alanların oluşturduğu üst ölçekli kent fotoğrafları ise bu puzzle hakkında genel bilgi verir, aurasını gösterir. Kent fotoğrafları önemli belgelerdir. Neydik, ne olduk, ne olacağız sorularının cevabını bulmamıza yardımcı olur. Fotoğrafçı ise çağını görsel olarak yazan bir tarihçidir.
İzmir’i de eski fotoğraflarına bakarak okuyor, o yıllardaki mimariyi ve şehirleşmeyi bugünümüzle kıyaslayabiliyoruz. Basılı olarak yayımlanan en eski İzmir fotoğrafları Prof. Dr. Çınay Atay’ın 19. Yüzyıl İzmir Fotoğrafları kitabında bahsettiği 1854-56 yıllarında E. Chardlyon tarafından çekilmiş üç kare olarak karşımıza çıkıyor.
Geçmişten günümüze ulaşmış binlerce fotoğraf var, günümüzden geleceğe ise milyonlarca fotoğraf yolculuk yapacak. Bugün çektiğimiz fotoğrafların kıymeti belki bundan 100 yıl sonra anlaşılacak. O yüzdendir ki bir fotoğrafçı yaşadığı kenti, sokakları, binaları, insanları, kültürünü fotoğraflamak ve geleceğe miras bırakmakla sorumludur. Eskiden Bahaettin Bediz’in, Sebah ve Joaillier’in, Hamza Rüstem’in, Foto Cemal’in ve diğerlerinin yaptığını şimdi İzmir’li fotoğrafçılar yapmalılar. Eski İzmir fotoğrafları, o zamanlar İzmir’in ne güzel bir kent olduğunu gösteriyor. İzmir yangınından sonra birçok tarihi yapı yok olsa da kalan kültür miraslarının kent yaşamına kazandırılması çok önemli bir konu. İzmir’in ve Ege bölgesinin iktisadi gelişiminde öncü olan endüstri yapılarından Şark Sanayi Fabrikası, Elektrik Fabrikası ve Sümerbank Fabrikası bunlardan bazıları. 1929 yılında Elektrik Fabrikasının elektrik üretimine başlamasıyla İzmir’de endüstri ve küçük sanayi tesisleri gelişmeye başlamış, atlı tramvaylar yerini elektrikli tramvaylara bırakmış, şehirde ulaşım güçlenmeye başlamıştır. Şehrin önemli semtleri ve ana caddeleri aydınlatılmaya başlanmıştır. Önünden her geçtiğimizde içimizi burkan, burası ne güzel bir sanatsal mekan olurdu diye bize hayaller kurduran bu yapılara eğer bir şeyler yapılmazsa maalesef yok olup gidecekler ve iş işten geçecek. Bu ve bunun gibi kaderine terk edilmiş tüm tarihi yapılar şehrin kültür, sanat ve sosyal yaşamına dahil edilmelidir. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin restore ettiği Havagazı Fabrikası gibi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kente kazandırdığı Eski Tekel Fabrikası yeni adıyla İzmir Kültür Sanat Fabrikası gibi. Acil olarak kurumlar arasındaki çekişmeler, anlaşmazlıklar ve sorunlar bir kenara bırakılarak kültürel mirasa siyaset üstü pencereden bakılmalı ve gerektiğinde elbirliğiyle hareket edilmelidir.
İnsanların çoğunun yaşamı müteahhitlerin yaptığı, mimari bir dili olmayan apartmanlarda geçerken kimi insanlar modern yapılarda, rezidanslarda, gökdelenlerde yaşıyor kimileri ise tarihi yapılarda hayatlarını geçiriyor. Genelde çoğumuz tarihi bir yapıya girince kendimizi daha sıcak ve keyifli bir ortamda hissetmiyor muyuz, zamanda yolculuk yapmıyor muyuz? Mekanların insanların ruh hali üzerinde etkisi olduğu bilinen bir gerçek. Bir gerçek de tarihi dokunun korunduğu yerlerde suç oranının diğer yerlere oranla düşük olması. Rahmetli Oktay Ekinci’nin bir araştırmasından elde ettiği bu tespit dikkat çekici.
Konuyu tekrar fotoğrafa getirecek olursak, görsel tarihçi dediğimiz fotoğrafçıların üzerinde durması gereken en önemli konular kültür mirasımızdır. Bu fotoğrafların önemine bir örnek ise 6 Şubat 2023’teki Kahramanmaraş ve Hatay depremleri sonrasında zarar gören tarihi yapıların ve eserlerin deprem öncesine ait fotoğrafları aracılığıyla gerçekleşen “Tarihi Geri Getir” projesidir. Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası, Ege Üniversitesi, Akdeniz Üniversitesi, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi ve Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu işbirliğiyle gerçekleşen bu projeye Türkiye’nin dört bir yanındaki fotoğrafçılar arşivlerinde bulunan deprem bölgesindeki tarihi dokuya ait fotoğrafları göndererek destek oldular ve bu fotoğraflar sayesinde yapılar aslına uygun olarak restore edilecek.
Sonuç olarak tarihi mirasın korunması konusunda hepimize görev düşüyor. Belediyeler, devlet kurumları, odalar, dernekler ve vatandaş birlik olmalı, sadece fotoğraflarda yaşayan bir kent değil, gerçekte yaşayan bir kent emanet etmeliyiz gelecek kuşaklara…