Objektifin Ardındaki Kadınlar

Toplumda, kadınların nadir görüldüğü ya da “erkek mesleği” olarak adlandırılan alanlarda başarı hikayeleri, neredeyse bir destan gibi anlatılır. Tır şoförlüğü, taksicilik, inşaat mühendisliği, pilotluk gibi alanlarda kadınların varlığı, adeta bir zaferin simgesi olarak sunulur; çünkü bu sektörlerde daha az kadının yer edinmesi, başarılarını daha da parlak kılar. Medya sektörü ise bahsi geçen sektörlerden, “erkek mesleği” olarak nitelendirilen alanlardan çok daha uzak bir yerde konumlanıyor, değil mi? Yoksa öyle mi gözüküyor?

TÜİK’e göre, Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 27’den yüzde 36’ya ‘yükseldi’. Kadınların iş dünyasına katılımını gösteren veriler, toplumun genelindeki cinsiyet eşitsizliğinin göstergelerinden biri. Bu eşitsizlik pek çok sektörde olduğu gibi medya sektöründe de kendini gösteriyor. 2021 yılında Basın İlan Kurumu’nun ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın açıkladığı verilere göre basın sektöründe çalışanların yalnızca üçte biri kadın. Basın İlan Kurumu’nun verilerine göre 2021 itibariyle basın ilandan reklam alan gazetelerde çalışan 6 bin 969 kişinin 2 bin 351’i kadın olurken; Oktay’ın açıklamalarına göreyse, 2020 yılı itibariyle basın kartı sahiplerinin yüzde 25’i kadın. Özellikle ekonomi ve/ya spor gibi alanlarda çalışan kadın gazetecilerin sayısı, erkek meslektaşlarına kıyasla oldukça az. Aslında bu durumun altında yatan düşünce bariz: “yapmayın yahu; kadınlar ne anlar ekonomiden, spordan falan…”

Eşitsizlik uçurumunun derinleştiği bir diğer alan ise foto muhabirliği ve kameramanlık. Medya sektöründe çalışan kadın meslektaşlarımın sayısı artsa da foto muhabirliği ve kameramanlık gibi görsel medya alanlarında kadınların oranı hala erkek meslektaşlarına göre oldukça düşük. Türkiye Foto Muhabirleri Derneği Başkan Yardımcısı Şükrü Akın’ın aktardığına göre derneğin toplam üye sayısı 583, kadın üye sayısı ise sadece 20. Bu haliyle medyanın erkek perspektifini önümüze sunduğunu söyleyebiliriz. Bu durumun nedenlerini ve sahada yaşanan zorlukları objektifin ardındaki kadınlarla konuştuk. Peki sahadaki kadınlar neler anlattı?

“ERKEK KAMERAMAN KADAR KAMERAMAN DEĞİL”

10 yıldır -ağırlıkla gönüllü olarak- sektörün farklı alanlarında çalışan Eylül Emek Kılınç, fotoğraf ve videoyla hep haşır neşir olmuş biri olarak tanımlıyor kendisini. Profesyonel video kameralarıyla yeni yeni tanışan Emek, 9 ay kameramanlık ve reji yönetmen yardımcılığı yapmış. Şu an ise çalıştığı TV kapandığı için iş arıyor. 

Kendi kurumundan yana mobbing görmese de hem kadın meslektaşlarından dinledikleri hem de sahada karşılaştıkları ile cinsiyete dayalı mobbingin bulanık bir şekilde var olduğunu düşünen ve kadınların yaşamın her alanında olduğu gibi medya sektöründe de cinsiyetçilik sebebiyle ikinci planda olduğunu aktaran Emek gerçekleştirdiğimiz sohbette, Ankara’da çalıştığı 9 ay boyunca sahada yalnızca iki kadın kameramanla karşılaştığından söz etti. Deneyim kazanmalarına izin verilmediği için kadınların yerinde saydığını, dolayısıyla kıdem ve ücretin doğal yükselişinin mümkün olmadığını anlatan Emek, sektörün içinden gelen bir kadın olarak şunları söylüyor:

“Aynı deneyimlerden geçmiş ve belki daha yetenekli bir kadın kameramanın yine de ‘bir erkek kameraman kadar kameraman’ görüleceğini zannetmiyorum.”

“MESLEĞİN BİR CİNSİYETİ VAR”

Öte yandan kadınların sahadaki varlığının kısıtlı olmasının, diğerlerine göre çok geçerli bir sebebi var: “ekipmanlar çok ağır.” Emek, ekipmanların ağırlığı ile kadınların sahadaki sayısal azlığı arasında bir bağlantı bulunmadığını ifade ederken fırsat eşitsizliğinden de söz ediyor:

“Kadın kameramanlara cinsiyetçi bir bakış var, mesleğin bir cinsiyeti var… Kadınlara erkekler kadar fırsat verilmiyor; kadınlar işlere erkek meslektaşlarından sonraki tercih olarak gönderiliyor, deneyim elde etmeleri engellenmiş oluyor ve düşük ücretlere mahkum ediliyor.”

KADINLARIN ÖNÜNDE ÇELİKTEN DUVAR…

Birçok sektörde olduğu gibi bu alanda da mobbingin kadınlar için iki kat fazla olduğu aşikar. Emek’in deneyimlerinden yola çıkarak aktardıklarına göre; gelişmelerine tanınan olanağın ve tahammülün epeyce sınırlı olduğu kadınlara, erkeklerden daha yetenekli veya çalışkan olsa bile güvenilmiyor. Ayrıca kıdem kazanmaları da oldukça zor. Emek bu noktada düşüncelerini şu sözlerle aktarıyor:

“Erkekler birbirlerini kolluyorlar ve çelikten bir duvar örüp kadınların ‘işi kapmasına’ izin vermiyorlar. Kadınlar bu yüzden tutunmakta zorlanıyor. Başlarda herkesin yapabileceği bir iş olarak görüyordum, ‘Fırsat verilse her kadın yapar’ diyordum ve iş verenimin, ekip arkadaşlarımın tam desteğine rağmen sahada karşılaştığım ters tavırlarla kendimi “Kamera kullandığım için kameraman oluyor muyum ki?” diye düşünmenin içinde buldum, iş kalitemi hep sorguladım, uzun süre yetersizlik duygusuyla baş etmeye çalıştım. Böyle bir talep ve gerçeklik olmamasına rağmen sanki mükemmel iş çıkarmak zorundaymışım, en iyisi olmazsam işsiz kalırmışım, erkeklerden daha fazla çalışmalıymışım, hatasız olmalıymışım gibi hissettim hep. Kadın olduğum için küçük görülmek, hiç böyle bir derdim olmamasına rağmen benimle rekabet edilmesi, düzgün bir açıdan görüntü için savaşmak ve fiziksel olarak kenara itilmek, tehlikeli görülebilecek haber takiplerine ‘önce atlamak’, kendimi kanıtlamak zorunda kalmak başlarda çok zorlamıştı. Bu psikolojik zorluğu aştım ve sahadaki meslektaşlarımın saygısını ‘kazandım’ ama erkek meslektaşlarımın uzun süre böyle bir kaygı yaşadığını sanmıyorum.”

“İYİLİK BEKLEMİYORUM, ENGELLENMEYEYİM YETER”

Cinsiyetçiliğin tüm sektörler arasında medyada daha yoğun yaşandığını dile getiren Emek, özellikle havuz medyada kadınların erkeklerden daha yetersiz ve hatta gereksiz görüldüğüne emin. “Bunu iyi konumları gasp etmelerinden anlayabiliriz” diyor ve ekliyor: “Aynı ve eşit işi yapmalarına rağmen kadın emeği bu alanda da daha düşük ücretlendiriliyor.” 

Emek’in 9 aylık çalışmasından aklında kalan anılardan biri ise tüm durumu özetler nitelikte:

“Bir açıklama takip ediyorduk ve en ortadaydım, yani en iyi açıda. Yan yana dizilmemiz gerekirken tam arkama biri kamera kurdu ve saçlarımın görüntüsüne girdiğini, saçlarımı çekmem gerektiğini söyledi. Anladım ki bu cinsiyetçi bir bakış, bir kadın olarak orada olmayı ve ondan daha iyi bir görüntü almayı ‘hak etmiyordum’. Her zaman da böyle olacağına inandım. Ta ki uzman bir meslektaşın kenarda kalmama üzülüp beni ön tarafa geçirip bir de dizlerim ağrımasın diye sandalye getirmesine kadar. Elbette iyilik beklemiyorum, engellenmeyeyim yeter. Ama her zaman sadece kadın olduğum için bana belirli şekilde bakılacak ve belki bir erkek kadar yükselemeyeceğim. İşin kompedanı olsak bile sadece kadın olduğumuz için daha az eşit olacağız ve çalışma alanımızı, kıdemimizi, itibarımızı, saygıyı, insanca çalışma koşulunu kazanmak için hep ekstra mücadele etmek zorunda kalacağız.”

KADINSAN MUHABİR Mİ OLMALISIN?

Alanda aktif olarak çalışmayı sürdüren bir diğer kadın, Eylem Ladin Değer. Ladin iki yıla yakındır kameraman olarak çalışıyor. Bilkent Üniversitesi İletişim ve Tasarım Bölümü’nden mezun olan Ladin, senaryo dersleri alarak ve kısa filmler çekerek ilerlediği üniversite zamanlarında, okuluna bir siyasi parti liderinin gelmesiyle seçimini yapıyor. O gün birkaç video çekimi yapan Ladin, bunun kendisini heyecanlandırdığını fark edince haber kameramanlığı yapmaya karar veriyor.

Bir kadın kameraman olarak en çok zorluk çektiği şeyin ‘kadınsan muhabir olmalısın’ algısı olduğunu aktaran Ladin’in anlattıklarına göre, basın sektöründe çalıştığını ifade edince gerçekleşen diyaloglar şöyle oluyor:

-Aa, muhabir misin?

+Kameramanım.

-E zor değil mi kameraları taşımak? Hem senden çok iyi muhabir olur.

Bana kalırsa, bu durumun bir sebebi de “ekrana yakışan” kadın figür arama hali. “Göze hitap eden, ekrana yakışan kadın figür”, adeta bir arayışın özü olarak karşımıza çıkıyor. Bu arayış, kadınları sanki bir güzellik yarışmasının parçası gibi algıla(n)maya sürüklüyor. Gazetecilik eğitim alırken dahi, üniversiteden mezun olurken dahi, mesleğe adım attıklarında dahi, fiziken “beğenilebilecek” özelliklere sahip kadınlar, hemen ekranın önüne itiliyor/itilmeye çalışılıyor. Bu durum, kadınları sadece fiziksel görünüşleriyle; ürettiklerinden, yeteneklerinden ve ilgi alanlarından bağımsız bir şekilde değerlendiren bir anlayışın yansıması olarak karşımızda dikiliyor ve bir bakıma da medyanın kadının bedeni üzerinden ayrıca bir sömürü alanı olarak işlev gördüğünü düşündürtüyor.

Ladin, ‘kadın dediğin muhabir olmalı’ algısının hayatını zorlaştırdığını söylerken, yakın çevresinden (ailesi) uzaktan tanıdığı (sahada denk geldiği) insanlara kadar çevresindeki herkesin kadın kameraman olamayacağına yönelik düşünceleriyle hayretler içerisinde kaldığını ekliyor.  Ekipmanların ağır olduğunu ya da bazen şartların zor olabildiğini kabul eden Ladin, sözlerine şöyle devam ediyor:

“Mesleklerin bir cinsiyet ile alakalı olduğuna da inanmadığımı eklemeliyim. Özellikle detay görüntüsü bol olan haberlerde yaptığım çekimlerde mutlaka bir hikaye yaratmaya çalışıyorum. Olay örgüsünü de kaçırmadan, farklı açılardan çekim yaparak haberi zenginleştirmeyi seviyorum. Bunu yaparken estetik kaygılar taşıdığımı da ekleyebilirim.”

“BAZI HABERLERİ KADINLAR ÇOK İYİ YAPABİLİR AMA SİYASİ PARTİ LİDERLERİNİN TAKİBİ…”

Bir de sektörde zor ve yorucu bir iş olarak adlandırılan siyasi parti liderlerinin takip haberleri var tabi. Ladin’e ve deneyimlerine göre en net ayrım bu konuda yapılıyor çünkü genelde bu haberlere erkek kameramanlar gönderiliyor. İşin gerçekten zor ve yoğun olduğunu ifade eden Ladin, bu tarz haberlerde hiçbir zaman etkin rol alamadığı ve deneyimlemediği için bu zorlukların üstesinden gelip gelemeyeceğini bilmediğini aktarıyor. İnsanların tavırlarına ilişkin onu en çok etkileyen örnek ise şu:

“Çeşitli dönemlerde ufak işlerde lider takibi yaptım. Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı değiştikten sonra koltuk değişiminin yapıldığı gün iki kamera olarak partideydik. Birimiz içeriden birimiz dışarıdan çekim yapacaktık. Diğer kameraman arkadaşımın bir ekipmanına zarar geldi ve kendi kameramı ona ulaştırmaya çalıştım. Bu süreçte zor anlar yaşandı. Ajansa döndüğümüzde üstlerim bana karşı sert bir tutum sergilerken diğer meslektaşıma bu olayın normal olduğunu, yaşanabileceğini ve kafasına takmaması gerektiğini söyleyerek destek oldular. Basın sektöründe sadece kadın kameraman olarak değil, bence kadın muhabirlerin de birçok zorlukları var. En önemlisi ise haberlere cinsiyet atanması. Bazı haberleri kadınlar çok iyi yapabilir derken, siyasi parti liderlerinin haberlerini en iyi erkek muhabirlerin yapabileceklerine olan inanışlar. Kadın muhabirleri olabildiğince şehir içinde tutarak, erkek muhabirleri şehir dışındaki görevlere göndermek… Bunlar benim dışarıdan gözlemlerim.”

“KENDİMİN EN İYİ HALİNİ KEŞFETMEME YARDIMCI OLUYORLAR”

Sorularımı yanıtlayarak sahada yaşadığı zorlukları aktaran Ladin, sözlerini sonlandırmadan önce erkek meslektaşlarına bir de teşekkür etmek istedi:

“Her ne kadar erkek meslektaşlarım bana bu işte başarılı olamayacağımı, bu işi iyi yapmadığımı ve bu işi tam olarak bilmediğimi söyleseler de ben kendimi başarısız olarak görmüyorum. Yaşadığım mobbinglerin de farkındayım, beni kendi alanlarından uzaklaştırmak istediklerinin de farkındayım ama erkek egemen sektörde bir kadın olarak devam edeceğim çünkü yaptıkları bu yorumlar benim yaptığım işi daha çok sevmemi ve daha çok emek vermek istememi sağlıyor. Bu yüzden onlara da teşekkür ederim, kendimin en iyi halini keşfetmeme yardımcı oluyorlar.”

Sahada çalışan iki basın emekçisi kadından edindiğim bilgiler bunlar. Kanımca kadınların sahadaki varlığını güçlendirmek ve eşitlik için daha fazla çaba sarf etmek gerekiyor. Kadınların medya sektöründeki varlığını güçlendirmek için attığımız adımlar, gelecekte daha adil bir sektör yaratmamıza yardımcı olacak. Kim bilir, belki de bir sonraki başlık, “Kadınlar ve Kameralar: Eşitlikte Yeni Bir Kare” olur. Sonuçta, kadrajda herkese yer var, değil mi?