Solun Başarısı: İpleri Siyasal İletişimin Eline Vermek

Türkiye İşçi Partisi milletvekili Ahmet Şık, HDP’den ayrıldığından beridir çeşitli yollarla bir sol içi tartışma başlatma çabası veriyor. Twitter’dan uzaklaşma, tartışma programlarına katılma yöntemleriyle ve zannederim TİP içinde temsil edildiği kurullarda bu tartışmayı sürdürmeyle bunu bir yenilenme-serpilme aracı olarak gördüğünü etraflıca anlatmış oluyor. TİP’teki yoldaşları hariç, Türkiye solunun Şık’ın bu istenci karşısındaki genel tutumu sessizliğe gömülmek ve/veya Şık’ın tartışma başlığına yeterince katkı vermemek olabilir. Ancak başlayan bir tartışmaya, ahlaken, hem de bu tartışma bir katkı sunmaya çalışıyorsa katkı koymak icap eder. Bu yüzden tartışmaya bir siyasal iletişim ekseni katmanın solun başarısında kritik bir merhale olabileceğine inanıyorum.

Progresif tarihimiz boyunca pek çok siyasi gelenek, arkalarında devasa siyasal iletişim çalışmalarına imza atmıştır. CHP’den TİP’e, Dev-Yol’dan Demokrat gazetesine kadar pek çok iz, propagandanın başarısı olarak Türkiye solu tarihine yazılabilir. Bu izlerin her birinin belirli bir tarihsel kesitten sonra yeni yüzyıla ve yeni siyasete taşınamadığı gözlemlenebilir esasen. Modernizmi aşan yeni siyaset kültürü, o kültürün klasik olana saldırısı ve hegemonik söylemin bir şekliyle 2002 kırılmasına yaslanması beraberinde Türkiye solunu içe kapanmaya itmiş olabilir. Ancak bütün bir Cumhuriyet tarihi içinde aktörlerinin ve değerlerinin “karizmasıyla” sokakları ve fabrikaları sarsan sol, siyasal iletişim süreçlerini nasıl olur da bir “liberal sapma” olarak görebilir?

SİYASAL KÜLTÜRÜ HANGİ KENTE TESLİM EDELİM?

Türkiye solu örgütleri İstanbul ve Ankara olarak kabaca ikiye ayrılabilir. Bu aynı zamanda bir siyaset yapma kültürü ayrımını temsil eder. Hatta CHP’deki son büyük kongreyi bu iki kültürün savaşı olarak görmek gerekir. Sonuçta iki kentin büyük savaşında “İzmirli” Özgür Özel’in üzerinde bir mutabakata varılır.

Önceleri siyasal ve kültürel alana tahakküm eden sol, bunu sıklıkla reklam ajanslarına da yansıtabiliyordu. Popüler tabirle 12 Eylül etkisiyle birlikte solun sözü İstanbul’da değişim geçirdi. Bazı sosyal bilimciler ve Twitter kullanıcıları İstanbul’un Troçkist, Ankara’nın Stalinist olduğunu belirtirler. Sahiden İstanbul’un “post” hâli mümkündür. Bu durum, Türkiye solunda iki siyaset yapma kültürü arasındaki makasın açılmasını da sağladı, en azından siyasal iletişime bakış veya korkuyla ilişkili bölümde yaşandı bu. Ankara, siyasal iletişimle arasında net bir mesafe koydu. 

PROPAGANDAYI SÜRDÜRMEK

Reklam ajanslarının solun sesini anlamadaki zorluğu, kendini en çok CHP içindeki kampanyalarda gösterir. Ajanslar çoğunlukla “müşterisini” bir karartmaya tabi tutar. Ajans para kazanmaya odaklandığı için ya müşterisinin her dediğini yapar ya da siyasi birikimi bir çırpıda çöpe atmayı, masanın üzerinde yeni bir süreç örmeyi önemser. Bu sayede örgüt, yöneticiler, politik söylem gibi tonla birikim göz ardı edilir. CHP bile bunca yükü kaldıramadığını fark edip siyaseti iletişiminin önüne koymaya çabalarken “sekter” olarak görülen Türkiye solunun bunu içselleştirmesi pek mümkün olamaz. Dolayısıyla siyasal iletişim çalışmaları çoğunlukla parti içindeki bir büro veya kol faaliyetiyle sürdürülür. Partiye içkin kampanyalar ortaya çıkar ve çoğunlukla bu kampanyalar topluma temas edemez. Kampanya stratejileri 20. yüzyılın ilk yarısında kaldığı düşünülen propaganda kültürünün bir yansıması olarak yeniden-üretilir. Topluma imkânlar el verdiği ölçüde gösterilir.

YENİ BİR TARZ: ÖRGÜT AJANSLARI

Yukarıda bahsettiğim sorunlar ve şüphesiz daha fazlası Türkiye solunu, siyasal iletişime yaklaşımı nedeniyle arkaik hâle getiriyor olabilir. Ancak Türkiye solunun bu sorunu artık aşması icap ediyor. Tartışmayı görmezden gelmek, mindere çıkmamak veya ekonomik bir basınç nedeniyle gerilemek Türkiye solunun arkasına sığınacağı bahaneler olamaz. Siyaset yapmak, toplumu ikna etmek ve büyümek gibi bir arzu varsa bunun merhalelerinden birkaçı siyasal iletişime kapı aralamak, zaman içerisinde siyasanın bir bölümünü ona teslim etmek ve rasyonaliteye dayalı sonuçları elde etmek olmalı. Eğer şartlar veya endişeler reklam ajanslarıyla çalışmayı engelliyorsa örgüt ajansları kurmaya ve bu yapıları büyütmeye-özgürlük alanı oluşturarak- büyütmeye çabalamalı. Bunun dinamikleri hemen hemen her örgütte var. Sadece atıl durumda bekliyorlar. Hatta konuyu kışkırtıcı bir yere getireyim: Bu değerli ve atıl birikim şirketlerin elinde heba oluyor.