2 yıl önce Atina’da tanıştığım İstanbullu Vasili amca “Her şey silindi hafızamdan, başımıza gelen her türlü şey gitti aklımdan, bir tek o keskin sirke kokusunu unutamıyorum, hala burnumda” demişti, gözleri buğulu. 6-7 Eylül olaylarında henüz çocuk olan, İstanbul’da doğmuş büyümüş, üniversiteyi İstanbul’da okumuş, İstanbul’da aşık olmuş, evlenmiş bu koca adamın İstanbul’a dair aklında kalan şey sadece bir kokuydu. Sabah bakkala giderken, bu kötü kokuyu almış, yıkıntıları görmüş, tanıdık başka bir Rum tarafından alelacele evine geri gönderilmiş. 6-7 Eylül olayları, ideolojik altyapısı daha eskiye dayanan milli olduğu savunulan 1950’li yılların siyasi ve sosyoekonomik koşulları çerçevesinde ele alınması gereken, bir çok farklı tanıklıklarla kayda alınmış üzerine akademik çalışmalar yapılmış fakat henüz yüzleşilmemiş coğrafyamızın birçok hafıza yarasından bir tanesidir. Hatırlanır, kanar durur.
Peki bir şeyi hatırlanabilir kılan nedir? Buna kim ya da kimler karar verir? Bu bağlamda kolektif hafıza kavramı, kişiyi hafızası üzerinden biricik kılacak, sosyal olarak çerçevelenmiş bir hafızayı geliştirdiği iddiasından yükselir. Dolayısıyla bu hafıza türü toplumsal olarak inşa edilmiş bir kavram olarak ortada belirir. Kolektif hafızanın “sosyal çerçevesi”nin olmasının sebebi bireylerin birer grup üyesi olarak hatırlamaları, geçmişi hatırlamanın veya yeniden hayata döndürmeleri için grup bağlamında hareket etmeleridir. Çünkü bir şeyin hatırlanabilir olup olmadığı, ne zaman ve ne şekilde hatırlanması gerektiğine sosyal gruplar karar verir. Ait hissedilen o gruplar, neyin hafıza dışında tutulmasına da karar verir, hatırlanacaksa ne kadarının hatırlanmasını da belirler (Misztal, 2003). Buradan hareketle kolektif hafıza, sadece geçmişin nasıl ve ne derece hatırlanması gerektiğini değil, bugüne de etki edip şekillenmesine katkı sağlar, zira hafıza, düşünülenin aksine geçmişin değil bugünün meselesidir. Zaten kolay olan geçmişi hatırlamamız gerektiğini söylemektir. Oysa geçmişi hatırlamayız. Hatırladığımız şey şu an yaşamını sürdürdüğümüz, şimdiki zamandır. Geçmişi, şimdiki zamanın çerçevesinde düşünebiliriz, onu belirli eleştirel prosedürlerle yeniden inşa ederiz (Megill, 2007). O halde 6-7 Eylül olaylarını bugün hatırlanabilen kılan şey, bugün hissettiklerimiz olabilir mi? Olayların yinelenebilir olma kaygısı, her seferinde acaba bu sefer hangi “öteki” için bir milli açıklama gelecek ve biz başkaları için bir yerlerde utanmaya devam edeceğiz ve elimizden bir şey yapmak gelmeyecek korkusu, 6-7 Eylül ve benzer pogromları hatırlanabilir kılıyor olabilir mi?
Kolektif hafıza, kolektif olandan hareketle, sosyal çerçeveli olarak tanımlanmışken, grupların neyi, ne kadar hatırlamamız gerektiğinden söz ederken pogromlar önemli bir alt başlık olarak görülmelidir. Zira hafıza yarası olarak duran bu olaylar silsilesi, şiddeti yöneltmek ve yönetmek üzerinden, farklı grupları belirli bir ortak payda üzerine konsolide etmek, manipüle etmek temelinden yükselir. Tekil ya da grup olarak işlenen suç, unutulduğunda ortadan kalmış olmuyor. Suçun ne kadar “milli” ilan edilmesi de üstünün örtülmesine fayda sağlamıyor, zira kolektif hafıza onu bulunduğu köşeden izlemeye devam ediyor. Özellikle acıya maruz kalanlar, egemenin baskısına, inkarına rağmen hafızanın izlerini taşımayı sürdürüyor. Bu hafızanın aktarımı temelde kendine daha fazla alan açıyor ve çoğalıyor. 1955 yılında gerçekleşen olaylar, 2024 yılında, 1956 yılından daha fazla hatırlanıp dillendiriliyor, elbette bunda dönemin koşullarının da dinamik etkisi oluyor. İnkar devam ettikçe bu bağlam kendi içinde genişliyor. En azından bugün, yüzleşme çağrısı inkar kadar kendine alan bulabiliyor. Peki bunun içinde günümüzün korkuları ne kadar yer alıyor? Bir daha Trakya Pogromu, 6-7 Eylül olayları, Sivas yangını, Altındağ olayları yaşanmayacak diyebiliyor muyuz? Bunların hangi ideolojik saiklerle, hangi politik çıkarlarla, ne şekilde ve kimler tarafından gerçekleştirildiği hakkında fikrimiz varken, bugün birilerinin herhangi bir ortak payda üzerinden bir başkasının karşısına çıkarılmayacağının garantisini verebiliyor muyuz? Schmitt (2005), “hiçbir şey insanları bir düşmana karşı olabileceğinden daha sıkı birleştiremez” der. Nefretin gündelik siyasetin bir parçası yapılmayacağı bir geleceği düşünebiliyor muyuz? Geçmişi bugünün çerçevesiyle düşünüp, bugünü hatırlamak, bugünde hatırlamak, merkezinde şiddetin olduğu bir yapının inşa edildiğini de açıkça gözler önüne seriyor. Bu şiddet içinde nefretin öznesinin sürekli inşa edildiği ve bu bağlamda konsolide edilen grupların şiddete yöneltildiği ve şiddetin bu insanlarca yönetildiği de görülüyor. Göz bunu gördükçe, dil sürekli ağrıyan dişe dokunuyor. O ağrıyı, o sancıyı hatırlıyor, bugüne getiriyor. “Bir daha asla!” diyebilmek, bir set koyabilmek, nefretin yeniden inşasını, şiddetin yeni yönetimlerini engellemek adına sesini çoğaltıyor.
Beyoğlu delikanlısı Vasili amcanın hafızasında keskin bir sirkeden gayrı bir şey bırakmayan, derin bir hafıza yarası olan 6-7 Eylül olayları, bir gece vakti evimizde uyurken camlarımızın şiddetle kırıldığı, dükkanlarımızın yağmalandığı, hatta linç edildiğimiz korkunç bir gürültü bıraksın hepimizin kulaklarında ve ağzımızda kan tadı. Belki geçmişi bugün, sosyal çerçevelerimizle düşünürken kulaklarımızı sağır edecek o gürültüden, o kan tadından rahatsız olur, o sesi ve tadı bastırmak için sesimizi daha gür çıkarırız.
Megill, A. (2007). History, Memory, Identity. Historical Knowledge, Historical Error: A Contemporary Guide to Practice. Chicago: University of Chicago Press.
Misztal, B.A. (2003). Theories of social remembering. England: Open University Press.
Schmitt, C. (2005). Political Theology: Four chapters on the concept of sovereignty. Chicago: University of Chicago Press,