₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Eğitim de Neymiş?

Taşımalı eğitimin tasarruf tedbirlerine takılması meselesini hepimiz biliyoruz. Taşımada sınır 50 km’den 30 km’ye düşürüldü ve yüzlerce kız çocuğu okulsuz kaldı böylelikle. Örneğin Diyarbakır’ın Silvan ilçesi kırsalında yüzlerce kız çocuğu okula gidemiyor. 

Milli Eğitim Bakanlığı’nca kamuda tedbir tasarrufu kapsamında Taşımalı Eğitim Yönetmeliği’nde 1 Ağustos 2024’te değişiklik yapılmıştı. Elbette bu değişikliğin yürürlüğe girmesi ile öncelikle kız çocuklarının eğitim hakkı engellenmiş oluyor. Bu çocuklar ailelerinin maddi imkansızlığı nedeniyle ilk gözden çıkarılacaklar arasında. “Çocuklar pansiyonda kalsın” deniliyor. Aileleri ile yaşaması her türlü  gelişimleri için zaruri olan çocuklara niteliği belli olmayan pansiyonlar adres gösteriliyor.

Pansiyonların güvenliği, fiziksel koşulları bambaşka konu. Bir de bu çocukların okullarda aç bırakılması meselesi var. Kız çocuklarının eğitim almasının onları ileride birer kadın olarak toplum içerisinde nasıl var edeceğini hepimiz biliyoruz. Herhangi bir konuda eğitim almamalarının hangi sonucu yaratacağını da… 

Siyasi iktidar toplumsal herhangi bir meseleyi, haklar bağlamında durumu iyileştirmeyi öncelemek bir yana, ülkenin geleceği için en önemli alan olan eğitim alanını geriye götürmek, gericileştirmek, dini cemaatlere teslim etmek gibi saikler içerisinde ders programlarını yap boza çevirip durdu hep. Başka şeylere paralar harcanırken, belediye ve devlet binaları şatafat içerisinde süslenirken, ülkenin çağdaş eğitim düzeyine erişmesi asla gündemde olmadı. Tüm bunlar bilinçli, planlı programlı elbette. 

Eğitime erişim konusunda yapılacak kısıtlama (Buna eğitimin engellenmesi desek hiç yanlış olmaz) öncelikle kız çocuklarının haklarından mahrum kalmasına neden olacak, bunu biliyoruz. Böylelikle kız çocuklarının erkenden evlenmelerinin önünde pek engel kalmayacak. Mevcut siyasi iktidarın gerçekleştirmeye çalıştığı şeylerden biri de bu zaten. 

İstanbul Sözleşmesi’nin bir gece ansızın iptali, seçim öncesi ve sonrası tartışmalar, Cumhur İttifakı bileşeni YRP ve HÜDA-PAR’ın kadın haklarına yaklaşımı, bu partilerden birinin belediye başkan adayının “Seçilirsem giyeceğiniz çarşafın rengine karışmayacağım” demesi gibi örneklerle dünden bugüne gelinmek istenen ve hatta gelinen noktayı anlayabiliriz. 

Eğitim düzeyinin genel olarak düşürülmesinin amaçlanması boşuna değil. Sorgulamayan, farkındalığı olmayan, üretmeyen, emeği sömürülen, hakları gasp edilen ancak buna ses çıkarmayan, haklarının bilincinde olmayan, birey olamayan, hep tabi olan (Kadınların kocalarına, işçi ve emekçilerin patronlara, azınlıkların çoğunluğa) insanlarla dolu bir ülke amaçlanan. Eğitimin bilimsel, ana dilde ve çağdaş biçimde, her çocuğun özelliğine, yeteneğine göre verildiği bir ülkede totaliter bir iktidar olabilir mi? Böyle bir ülkede açık açık haklar gasp edilebilir mi? 

Bir çocuğun ölümü üzerine 30 gün bin türlü şaibe konuşulabilir mi?  Böyle bir ülkede kadına, çocuğa, hayvana ve doğaya yönelik şiddet bu boyutlarda olabilir mi? Cezaevleri bu kadar dolu olabilir mi? Bu kadar çok cezaevi olabilir mi? 

Eğitime değil yönetenlerin keyfine, savaşa, silaha, ranta, müteahhitlere, çetelere harcamaların yapılabilmesi için eğitim, sağlık ve adalet kurumlarının zayıflaması hatta adım adım özelleşmesi gerekir. İnşaatın bir sektör olduğu, üretimin beton üzerine yapıldığı ülkemizde bu vesile ile birileri çok çok zengin ediliyor elbette. Bilançosunu halkın ödediği köprüler, otoyollar ihaleler ile birilerini zengin ediyor. 

Yılda belki iki kere gittiği ve üç harfli marketlerden kendince ucuz fiyata aldığı 20 günde büyütülen tavuğun kanadı ve kola ile çayırlara yayılıp piknik yapan, bununla mutlu olan, tek mutluluğu ve sosyalleşmeyi bu sanan halkımız çağdaş ve bilimsel eğitim alsaydı nasıl bir ülkede yaşardık düşünebiliyor muyuz?

Her şeyin dört dörtlük olacağını iddia etmiyorum. Ama 50 km’lik taşımalı eğitim mesafe sınırını 30 km’ye düşürmek bu sonucu ve böyle bir toplumu yaratmanın bilinçli, kurgulu bir adımı. Bu kurgu ile en çok kız çocukları eğitim hakkından mahrum kalacak ve henüz reşit olmadan, ergenliğini, ilk gençliğini yaşayamadan evlendirilecek. 

Bir zamanların SGK Başkanı “3 de yetmez 5 çocuk” demişti. Bu çocukların eğitimi kimin umurunda peki? Buna ayrılacak bir bütçe kimin umurunda? Artan nüfus kimin umurunda? Çocukların cemaat yurtlarına, merdiven altı Kur’an kurslarına, tarikatlara, o da değilse çetelerin eline düşmesi demek yarın öbür gün kişisel menfaat yahut saf kötülük için binlerce insanın yaratılması demek. Bu kurumların başındakilerin oyuncağı olmaları demek. Bu tip bir iktidarın iktidarını sürdürmesi, daha fazla yoksulluk, daha fazla biat, daha fazla tüketim, daha fazla adaletsizlik demek. 

Eğitimsizlik, eğitim hakkına erişememek, adaletsiz ve sağlıksız bir toplum demek. Kadınların haklarının geriye gitmesi, kadınların sistematik şiddetin orta yerine bırakılması, kadın cinayeti, cinsel ve fiziksel şiddet demek. Şiddet, eğitime erişemeyen yığınların olduğu bir toplumun pek sonucundan biridir. Bu toplum için yaratılmak istenen köylerin boşaltılması, kalanlar bakımından ise öğretmenlerden, hekimlerden, hemşirelerden arındırılıp imamlara teslim edilmesiydi. 50 km’lik taşımalı eğitim sınırının 30 km’ye düşürülmesi söz konusu dini eğitim olsaydı sizce mümkün olur muydu? Bence bu sorunun yanıtı “Hayır”. 

Diyanet İşleri Başkanı’nın bindiği araba göz önünde bulundurulursa tüm imkanlar seferber edilirdi. Ücretli kölelik düzeni devridaim yapsın, kız çocukları erkenden evlendirilip birer ev kölesine dönüşsün, birileri değirmenini döndürsün, derin yoksulluk sürsün diye tüm bunlar. Eğitim de neymiş? 

Sayıların Ötesinde Bir Çığlık: Çocuklar Yalnız Kalmamalı

Beslenemeyen Öğrenciler Anlatıyor: Karnımız Aç, Umudumuz Yok