Kur, Faiz, Enflasyon Gölgesindeki Ekonomide İyileşme Algısı Neyi İşaret Ediyor?

Fotoğraf: İstanbul/AP Photo

Milyonlarca insanı artan hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısı arasına sıkıştıran ekonomik belirsizlik, hem ulusal hem de uluslararası basına “Türkiye ekonomisinde iyileşme görülüyor” olarak yansıdı.

Peki ekonominin iyi olması ne demek?

Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) göre eylülde enflasyon aylık yüzde 2,97 arttı, yıllıksa yüzde 49,38’e düştü. Bağımsız kuruluş Enflasyon Araştırma Grubu’nun (ENAG) verilerine göre enflasyonun son 12 aylık artışı ise yüzde 88,63 olarak gerçekleşti. Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) de eylül ayında yüzde 5,34 arttı. 

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Piyasa Katılımcıları Anketi’ne göre, TÜFE’de yıl sonu artış beklentisi yüzde 43,14.

Türkiye’nin öncelikli gündemi evde de sokakta da ekonomik sorunlar. Son bir yılda kredi kart borcunda yüzde 100’lük artış var. 

Fakat finans medyasında durum farklı.

Türkiye ekonomisinin büyüdüğüne dair haberlerde vurgulanan temel göstergeler gerçek bir iyileşmenin göstergesi mi, bu verileri nasıl yorumlamak gerekir? Fikir Gazetesi 32. sayısında bu soruların yanıtını arıyor.

İYİMSER RAPORLAR, REEL EKONOMİDEKİ SIKINTILARI NE DERECE YANSITIYOR? 

Koç Üniversitesi ve Konda Araştırma’nın ortak çalışması olan Türkiye Hanehalkı Enflasyon Beklenti Anketi (TEBA) sonuçları açıklandı. Sonuçlarda, enflasyon beklentilerinin eylül ayında bir önceki aya göre her üç göstergede (yıllık enflasyon, yıl sonu enflasyon ve 12 ay ileriye yönelik enflasyon) de düşüş gösterdiği dikkat çekti. Emekli grupta enflasyon beklentisi yüksek seviyede ilerlerken, enflasyon beklentisi en düşük olan grup ise öğrencilerdi.

Siyasal iktisatçı Dr. Ali Rıza Güngen’e göre Türkiye’de 2023’ün sonlarından itibaren daha belirgin bir şekilde uygulanan istikrar programı kadar küresel gelişmelerin de elvermesiyle yıllık ve aylık enflasyon oranının düştüğünü görüyoruz ve görmeye devam edeceğiz. 

Son verilere bakarsak da ekonominin çeyreklik bazda yüzde 2,5’lik bir büyüme kaydettiği açıklandı. Bu veriler Türkiye’deki bazı sermaye grupları ve siyasetçiler açısından gerçek bir toparlanma ya da iyiye gidiş göstergesi olarak sunulabilir, ancak kanımca toplumun geniş kesimleri açısından hayat standartlarında bir iyileşme anlamına gelmiyor. diyor Dr. Ali Rıza Güngen.

Küresel iktisadi tartışma son on yılda hakkaniyetli ve sürdürülebilir büyümenin nasıl gerçekleşeceğine yönelmiş durumdayken, Türkiye’de bu dönemde;

  • kredi genişlemesiyle karakterize edilmiş bir idare-i maslahatçılık (2010’lar ortasından 2018’e) 
  • krizin derinleşmesini önleme çabaları (2018-2019) 
  • pandemi çöküşü (2020)
  • Erdoğan-Nebati usulü para politikasına dayalı bir deney (2021-2022) 
  • Şimşek modeli bir istikrar programı (2023-2024) ortaya konduğunu

belirtiyor Dr. Ali Rıza Güngen.

Bu zikzaklar bize politika çerçevesinin iç tutunumdan yoksun kaldığını, Türkiye’nin 1990’lar ve 2000’lerde derinleşen sorunlarıyla halen uğraştığını söylemeye izin veriyor. diye devam ediyor.

Fiyat artış hızının azalması reel ücretlerdeki gerilemenin tersine çevrildiği anlamına gelmediğini aktaran Dr. Güngen, Türkiye’deki ekonomik büyümenin sanayide daralma gerçekleşirken görülebildiğini de hatırlatıyor.

Türkiye’de sanayi sektörü 2024 yılının ikinci çeyreğinde yüzde 1,8’lik bir daralma kaydetti resmi verilere göre. Ekonomik büyüme rakamı ise yılın ikinci çeyreğinde yüzde 2,5 olarak yer aldı.

Belirtmemiz gereken husus ekonomik büyümenin çoklu toplumsal ve ekonomik krizlere karşı geliştirilmiş bir stratejinin sonucu olarak değil, yüksek getiriyle Türkiye’ye davet edilen sermaye ve bastırılan emek gücü arka planında gerçekleştiğidir. Kısacası Erdoğan yönetiminin unsurları ve anaakım iktisatçılar bu oranlara bakarak işler yoluna girdi diyebilirler” ifadelerini kullanan Dr. Güngen ekliyor: “Emekçi kesimlerin kayıplarının giderilmesini sağlamayan, aksine emekçilerin kayıpları üzerine bina edilen bir istikrar yakalanmak üzere.

Fikir Gazetesi’ne konuşan bir başka iktisat uzmanı Dr. Nesrin Nas ise finans çevrelerinin genel kaygısının borçların geri ödenebilirliği olduğunu vurguluyor. 

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings, Türkiye’nin kredi notunu “B+”dan “BB-“ye yükseltti, not görünümünü ise “durağan”a çevirdi. Bir diğer kredi derecelendirme kuruluşu olan Moody’s de temmuz ayında Türkiye’nin notunu iki basamak artırarak “B3”ten “B1”e yükselttiğini ve kredi notu görünümünü “pozitif” olarak koruduğunu belirtti.

Türkiye’nin borçlarının döviz cinsinden kısa vadeli borç olduğunu belirten Dr. Nas, “Yoksulluğun artması, çocukların dörtte birinin yatağa aç gitmesi onların umurunda değil. Onlar Türkiye’ye verdikleri borçları geri alıp almayacakları penceresinden bakıyorlar.” diyor.

VERİLERİN ULUSLARARASI YATIRIMCILAR ÜZERİNDE OLUMLU BİR ETKİSİ OLUYOR MU?

Sermaye yatırımı konusunda ise Türkiye’nin notunun yükseltildiğini fakat bu durumun doğrudan yatırımlarla ilişkili olmadığını belirten Dr. Nas, Türkiye’nin uzun vadeli yatırım yapılacak bir ülke olmadığını söylüyor.

İngiliz bankacılık devi HSBC ise Türkiye’ye ilişkin raporunda yatırımcı duyarlılığında geçtiğimiz birkaç yıla oranla önemli iyileşme olduğunu portföy akışlarındaki son ivmelenmelerle açıklıyor.

Uygulanan para politikalarının enflasyonla mücadelede yetersiz kaldığına dikkat çeken Dr. Nas, ekonomiye ilişkin iyileşme algılarını “Tüketiciyi baskılayarak, toplumun büyük çoğunluğunun satın alma gücünü düşürerek, performansın kendileri açısından olumlu olduğunu söylüyorlar” olarak nitelendiriyor.

İktisat uzmanı Dr. İlhan Döğüş ise uygulanan politikaların küçük firmaları batma veya üretimlerini kısma riskiyle karşı karşıya bıraktığını söylüyor.

Zaten hedefleri de o. Siz arttırdığınız enflasyonu düşürüyorsunuz. Bu övünülecek bir şey değil. Siz göreve geldiğinizde biz enflasyon ivmesini düşüreceğiz diye göreve gelmediniz. Enflasyonu indireceğiz diye göreve geldiniz. Bu olmuyor çünkü siz bütçe açığı arttığı zaman zam yapıyorsunuz. Diyorlar ki işte bütçe açık verirse enflasyon olur. Ama o enflasyon sen zam yaptığın için oluyor.

EKONOMİK GÜVEN ENDEKSİNİN ARTMASI NEYİ İŞARET EDİYOR?

TÜİK’in ekonomik güven endeksinde durum farklı. Değerler Eylül 2024’te 95’e yükseldi. Bu artış, son üç ayın en yüksek seviyesini işaret ediyor. Eylül ayında farklı sektörlerdeki güven endeksleri de yükseliş yaşadı.

Yeni yasama dönemine başlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Genel Kurul açılışında konuşma yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadelerinde de “Milletimiz bu düşüşü çarşıda, pazarda, alışveriş sepetinde, mutfağında daha fazla hissedecek” mesajı dikkat çekti.

Pazar fiyatlarındaki fiyatlara yetişemeyen halk ve sektörlerdeki güven endeksinin artması çelişkilere yol açar mı?

Dr. Ali Rıza Güngen’e göre söz konusu değerler halkın bir kesiminin “önceki yıllarda başımıza gelenler geride kalacak ve önümüzdeki aylarda daha iyiye gideceğiz” yaklaşımına sahip olduğunu imliyor.

“Ancak makroekonomik gidişat ve hayat standardının esas belirleyicisi reel ücretler, bazı sermaye gruplarının arzuladığı fiyat istikrarının yakalanabileceğini, bir ödemeler dengesi krizi tehlikesinin bertaraf edildiğini, bunun da ücret baskılamaya dayalı bir kemer sıkma anlayışıyla kotarıldığını söylememizi gerektiriyor.”

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yurt dışında portföy yatırımcılarına güvence vermeye çalıştığını kaydeden Dr. Nas güven ilişkisindeki çelişkilere ilişkin “Siz bir enflasyonla mücadele programı uygulayacaksanız atmanız gereken ilk adım kendi toplumunuzu ikna etmektir. Burada herhangi bir çaba yok dikkat ederseniz. Sadece insanları harcayamaz hale getirmeye çalışıyorlar. Bütün muslukları kapatıyorlar.” ifadelerini kullanıyor.

Gelir ve servet dağılımındaki bozukluğa dikkat çeken Dr. Nas, kurun baskılanmasıyla devalüasyon beklentisinin arttığına bunun da fiyatlara yansıdığına vurgu yapıyor.

Dr. İlhan Döğüş ise güven artış endeksini “Nasıl ki enflasyonu 75’e çıkartıp sonra 71’e indirmekle övünmek absürtse, abesse, 80’e düşmüş güven endeksinin 82’ye çıkması da övünülecek bir şey değil.” diye yorumluyor.

Ekonomide gerçek bir canlanma yaşanması için talep, üretim ve istihdamın artması gerektiğini belirten Dr. İlhan Döğüş, Türkiye’de yoksulluğun arttığı dönemde artacak olan talebin gıda ve barınma gibi enflasyonist temel ihtiyaçlardan geçtiğini hatırlatıyor. 

GELECEK 4 AY ÇOK KRİTİK

Büro Emekçileri Sendikası’nın eylül ayı verilerine göre, 4 kişilik bir memur ailesi için açlık sınırı 27 bin 270 lira; yoksulluk sınırı ise 73 bin 651 lira.

Avrupa Birliği İstatistik Ofisi’nin 2024 yılının ilk yarısında geçerli asgari ücretler üzerinden açıkladığı verilerde Türkiye 26 Avrupa ülkesi içinde en düşük beşinci sırada. 2013’te Avrupa’da Türkiye’den düşük asgari ücretli 14 ülke vardı.

Eurostat verilerine göre ise euro bazında asgari ücret 2024 yılında Türkiye’de 1999 yılından bu yana bakıldığında en yüksek seviyeye erişti. Ancak bu hesap nominal, enflasyonu dikkate almıyor.

Türkiye’de 10 işçiden 6’sı asgari ücretin yüzde 20 fazlasında ya da altında çalışıyor. 

Peki ekonomideki iyileşme algısı asgari ücret zammına yansıyacak mı, erken seçim talebini etkileyecek mi?

Dr Ali Rıza Güngen’e göre yanıt çok net: “2025 yılında asgari ücret artışının yüzde 20 civarında sınırlandırılmasını beklemek uygun.

Fiyat istikrarının yakalanması ve uluslararası yatırımcılara verilen taahhütlerin yerine getirilmesi sonrasında talebin gerekirse tekrar kamçılanması için bir ortam yaratılmış olacağını belirten Dr. Güngen cümlelerine şu şekilde devam ediyor, “Erdoğan yönetimi, bizzat Erdoğan’ın tekrar ifade ettiği üzere planlarını 2025 sonunda Şimşek programının nihayete ermesi ve 2026’da yeni bir sayfa açılabilmesi üzerine bina ediyor.”

Dr. Güngen olası erken seçim tarihinde güç dengelerinde dikkate değer bir değişme olmazsa 2027-2028’i işaret ediyor:

Erdoğan kendi kadrosunu ve rejimi korumak için AKP’yi yeniden yapılandırması ya da başka yapılanmaları ele geçirmesi (ya da onların altını boşaltması) gerektiğini görüyor. Bu nedenle de beklemeyi tercih edeceklerdir. Bu süre zarfında yaşanan bütün zorluklara rağmen her şeyin yoluna girdiği propagandası devam edecektir.”

Dr. Nas da aynı zamana değiniyor ve ekliyor: “En az bir üç yıl seçim olmayacağından yola çıkıyorlar. Mehmet Şimşek’in hep altını çizerek söylediği bir şey var. Bütün fiyata ayarlamaları, ücret zamları, emekliye verilecek zamlar beklenen enflasyona göre yapılacak. Beklenen enflasyon ne? 2025 için yüzde 17,5. Biraz da refah payı koyduğunuzu maksimum yüzde 20’lik bir ücret zammı gelecektir.

Dr. İlhan Döğüş asgari ücretin yoksulluk sınırının üstünde olması gerektiğine dikkat çekiyor.

Zaten bu sebeple asgari denir. Asgari yaşam standartlarını sağlayan bir ücrettir bu. Türkiye’de ise asgari ücret açlık sınırının altında. Tanımın kendisine aykırı bir ücret bu.” diyor Dr. Döğüş. Erken seçim tartışmalarında ise muhalefeti gösteriyor:

Bu koşullarda erken seçime gitmek mantıklı değil. Çünkü muhalefet memurlar, işçiler, işsizler lehine alternatif bir iktisat politikası sunmuyor, ki zaten bu uygulanan politikaları savuna geldiği için kaybetti 2023 seçimlerini. Enflasyonu indirmenin yükünü işçilere kesen, talebi baskılayan, işsizliği arttıran bir politika savundular. Şimdi sen hükümete alternatif bir şey söylemiyorsan nasıl oy kazanacaksın?”

2025 YILINDA İYİLEŞME Mİ GEÇİMSİZLİK Mİ?

Geçtiğimiz hafta katıldığı bir canlı yayında ekonomiye ilişkin soruları yanıtlayan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 2025’in sonunda enflasyonu yüzde 20’nin altına indirebileceklerine samimi bir şekilde inandığını belirtiyor. Bakan Şimşek, enflasyonla mücadelede en zorlu sürecin önemli kısmının geride kaldığını aktararak “2025, 2024’ten daha iyi olacak. 2026 da 2025’ten çok daha iyi olacak. Neden? Enflasyonu düşürmeye, bütçede disiplini sağlamaya başladık. Birçok sorunu yönetilebilir düzeye çektik” diyor.

Akıllara 2019 yılında Hazine ve Maliye Bakanı iken “Şubat, ocaktan çok daha iyi. Mart da şubat daha iyi. Nisan marttan zaten çok iyi olacak.” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak geliyor.

Amerikalı bir ekonomist olan ve çalışmalarına Johns Hopkins Üniversitesi’nde uygulamalı ekonomi profesörü olarak devam eden Steve Hanke de dün (3 Ekim) sosyal medya hesabından yayımladığı mesajda Türkiye ekonomisine ilişkin olumlu yorumlara yer vererek “Bugün, yüksek frekanslı verileri kullanarak, Türkiye’nin yıllık enflasyonunu yüzde 28 olarak doğru bir şekilde ölçüyorum. Türkiye gölgelerden çıkıyor.” ifadelerini kullanıyor.

Mevcut ekonomide iyileşme yaşanması 2025 yılına ne şekilde bir yansıma yapar?

Dr. Ali Rıza Güngen’e göre beklenen enflasyon üzerinden ücret artışları, kemer sıkmanın hafifletilerek devam etmesine 2025 yılında küresel gelişmelerin desteğiyle faiz indirimleri eşlik edebilir. Bu gerçekleşirken eğer ihracatçı sermayedarlar mevcut çekişmede galip gelemezlerse Türk lirasının reel olarak değerlenmesi de mümkün olabilir.

Muhtemel bu gelişmeleri ekonomide iyileşme olarak değerlendirmektense, bir yarı-krizi daha atlatıyorlar biçiminde yorumlamayı tercih ediyorum” diye konuşan Dr. Güngen Türkiye’nin öngörülemez bir ülke olduğuna dikkat çekerek “Bu nedenle eğilimleri, tercih ve stratejileri dökmek ancak spekülasyonu sınırlı tutmak ya da ondan kaçınmakta fayda var. Sermaye girişlerine bağımlı, kırılgan bir toparlanmanın bazı kesimlerde yaratacağı iyimserlik algısı da yine 2025 yılı sonlarında tuzla buz olabilir.” uyarısında bulunuyor.

Dr. Nesrin Nas ise resesyon endişesini vurguluyor ve 2025 için olumsuz bir beklentinin var olduğuna işaret ediyor. Avrupa’da ve Japonya’da ortaya çıkan resesyon eğimlerine Çin’de görülen ivme kayıpları eklendiğinde, Dünya genelinde 2025 yılının parlak bir ortam olmayacağını dile getiren Dr. Nas, Türkiye ekonomisinin geleceğini belirsiz olarak nitelendiriyor. 

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) Genel Sekreteri Mathias Cormann eylül ayında yaptığı konuşmada “küresel büyümenin yüzde 3,2 ile hem 2024 hem de 2025’te dirençli kalmasını bekliyoruz” dedi ve ekledi: “Orta vadeli büyüme beklentilerini yükseltmek için, rekabet yanlısı politikalar da dahil olmak üzere yapısal reformların hızını yeniden canlandırmamız gerekiyor.”

OECD Türkiye’nin 2024 yılı büyüme öngörüsünü 0,2 puan indirerek yüzde 3,2’ye düşürdü.

OECD’nin belirttiği yapısal reformlara Türkiye’nin adım atamadığını aktaran Dr. Nas, “Yapısal reform diyoruz ama ücretleri baskılamak, emeği daha da zayıflatmak bunlar yapısal reform falan değil. Bunlara deform denir. Hukukun üstünlüğünün sağlanması, demokrasinin ve ekonomik sistemin sıkışık ilişkilerden kurtarılması, kamu alım ihalelerinin şeffaf olması, şeffaf ve öngörülebilir bir yönetimin olması, eğitimin, bilimin her aşamada egemen kılınması gibi konularda atılacak somut adımlardır yapısal reformlar.” açıklamalarında bulunuyor.

“BİR YANDAN BASKI ARTACAK AMA ÖBÜR TARAFTAN BÜTÜN İMKANLARI ZORLAYACAKLAR”

Dünya Bankası’nın Türkiye’ye ilişkin değerlendirmelerin de yer aldığı yayımlanan son raporunda ülkedeki ekonomik büyümenin 2024’te yüzde 3’e düşmesi, 2025’te yüzde 3,6 ve 2026’da yüzde 4,3’e yükselmesi bekleniyor. Raporda bu durumun nedeninin para politikasında sıkılaştırmaya gidilmesi ve küresel ekonomik büyümenin yavaş seyretmesi olduğu belirtiliyor.

Türkiye’nin yürüttüğü maliye politikası mevcut durumda iyiye ya da kötüye doğru bir ivme sağlıyor mu?

Dr. Ali Rıza Güngen’e göre orta uzun vadede toplumun yaşam standartlarını adil şekilde yükseltmeyi tasarlayan bir politika çerçevesi mevcut değil. 

Ödemeler dengesi krizi kapıda belirdiğinde, yüksek enflasyon ve finansal istikrarsızlık koşulları altında devlet hem daha fazla vergi toplayacağını hem de toplam talebi baskılamak üzere çalışacağını beyan ederek müdahale ediyor.

Dr. Güngen çözüm önerisini de sunuyor: “Harcama ve vergilendirme politikalarının tümüyle değişmesi ve demokratik katılıma imkân sağlayan bir çerçeveden yeniden yapılandırılması.”

Türkiye ekonomisinin geleceğini belirsiz olarak nitelendirdiğinin bir kez daha altını çizen Dr. Nesrin Nas ise toplumda yaşanacak huzursuzlukların üzerinde duruyor: 

İktidar hem yargıdaki gücüyle hem kolluktaki gücüyle hem de propaganda gücüyle toplum üzerindeki baskıyı arttırarak bu süreci bir şekilde atlatmaya çalışıyor. Nitekim bugüne kadar da bu şekilde götürüldü. Maden işçileri, Polenez işçileri, tarım işçileri direniyor hepsinin karşısında kolluk gücü dikiliyor. Bir yandan baskı artacak ama öbür taraftan uluslararası finans kuruluşlarına verdikleri taahhüttü sıkı sıkıya tutmak için sonuna kadar bütün imkanları zorlayacaklar.”

Dr. İlhan Döğüş ise faiz oranlarına dikkat çekerek kredi çekemez hale gelen orta sınıfa işaret ediyor. Kur-faiz-enflasyon döngüsü içinde sıkışan halkın alım gücünün düştüğünü aktaran Dr. Döğüş, “Kemer sıkma enflasyonla mücadele edecek bir politika tarzı değil. 2009’da Avrupa’da kriz olduğunda deflasyon sorunu vardı. Yani fiyatlar düşüyordu o zaman da kemer sıktılar. 2022’de enflasyon vardı, gene kemer sıkıyorlar. Yani enflasyona da deflasyona da kemer sıkmak mantıklı mı? Ayrıca faiz artışının enflasyonu düşürmesi için şart koştukları bütçenin fazla vermesi, kredilerin ve harcamaların azalması, işsizliğin ve tasarrufların artması Batı’da gerçekleşmedi, hepsini tersi oldu çünkü enflasyon talep kaynaklı değildi; arz ve aşırı kar kaynaklıydı. ifadeleri ile cümlelerini sonlandırıyor. 

Dr. Anıl Aba ile Türkiye Ekonomisinin Geleceği: “Kriz Yoksa Neden Erken Seçim Yapılsın?”

Krizin Ürettiği Sorunlara Bir Çare Arayışı Olarak Kooperatifler