Dr. Anıl Aba ile Türkiye Ekonomisinin Geleceği: Eşitsiz Bölüşüm ile Büyüme Ne Kadar Sürdürülebilir?

Türkiye ekonomisi son yıllarda ciddi makroekonomik sorunlarla karşı karşıya. Enflasyon, dış borç ve cari açık gibi sorunlar ekonominin kırılgan yapısını daha da belirgin hale getirirken, bu sorunların uzun vadeli etkileri konusunda endişeler giderek artıyor. 

Giderek düşen alım gücüyle birlikte halkın yaşam standartları değişmeye devam ederken bu durum sürüp sürmeyeceği, iyileşmeye gidilip gidilmeyeceği konusu ise belirsizliğini koruyor.

Türkiye’nin büyüme performansı, yüzeyde olumlu sinyaller verse de gelir dağılımındaki eşitsizlikler bu büyümenin topluma yansımadığını göstermeye devam ediyor. Orta gelir grubu ve kalifiye işgücü, son yıllarda yaşanan bu ekonomik dengesizliklerin en büyük kaybedenleri arasında yer alıyor. 

Ekonomide görülen kısa vadeli iyileşmeler uzun süreli bir toparlanmanın işareti olarak algılanmalı mı?

Fikir Gazetesi’nin 32. sayısında, Türkiye ekonomisinin mevcut durumunu derinlemesine ele almak adına Dr. Anıl Aba ile konuştuk. 

İktisat alanındaki lisans eğitimini İstanbul Bilgi Üniversitesi ve London School of Economics’te çift diploma programı ile tamamladıktan sonra doktora derecesini Amerika’da Utah Üniversitesi’nde tamamlamış bir ekonomist olan Dr. Aba, Türkiye’nin makroekonomik dinamiklerini yakından takip ederek akademik ve profesyonel alandaki birikimiyle ülkenin ekonomik sorunlarına dair derinlemesine analizler sunuyor.

Dr. Anıl Aba ile gerçekleştirdiğimiz bu söyleşide enflasyon, gelir dağılımı ve Türkiye ekonomisinin iyileşmesi ihtimali üzerine konuştuk. 

“ORTADA BİR BELİRSİZLİK SORUNU OLDUĞU DOĞRU”

– Türkiye ekonomisinin mevcut durumda karşı karşıya olduğu en büyük makroekonomik sorunlar nelerdir? Enflasyon, cari açık, dış borç gibi sorunların Türkiye ekonomisine uzun vadeli sonuçları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Enflasyon çok yüksek ancak son dört aydır düşme eğiliminde; ortada bir mucize yok ama çok kötüden az kötüye doğru ilerlediğini söyleyebiliriz. Cari açık geçen ve ondan önceki seneden daha düşük; dünyada cari açık vermeyen zaten birkaç ülke var. Kısa vadeli dış borç stoku da yüksek olmasına ve geçen yıla göre biraz artmış olmasına rağmen GSYH içindeki payında dramatik bir sıçrama yok. Dolayısıyla ortada birçok sorun olduğu kesin fakat bunlar çözülmeyecek sorunlar değil. Nitekim son veriler tüm bu hesaplarda küçük de olsa iyileşmeler olduğuna işaret ediyor. Bu iyileşmelerin devam edip etmeyeceğini hep beraber izleyeceğiz.

Ben Türkiye ekonomisinin bugünkü en kritik sorununun bozulan ücret dengesi ve iktisadi bölüşüm olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu sınıfsal ve siyasi tarafı daha ağır basan bir sorun. Son 10-15 yılda bilinçli bir politika sonucunda orta sınıf ya da orta gelir grubu eriyor. Eğitim ve vasıf gerektiren birçok meslek grubunun yaşam standardında dramatik düşüşler yaşanıyor. Yani meslek ve gelir grupları arasında bir yeniden bölüşüm söz konusu. Korkut Boratav hocamız buna “bölüşüm krizi” diyor. Bunun bir sonucu olarak kalifiye işçiler akın akın yurtdışına göç ediyor. Kalifiye işgücümüzü kaybediyor olmanın uzun vadeli etkilerinin bizim için daha kötü olacağını düşünüyorum. Yoksa düşük ve sürdürülebilir orandaki bir cari açık o kadar da büyük bir sorun değil.

– Enflasyon Türkiye’de son yıllarda ciddi bir sorun haline geldi. Sizce mevcut para politikaları bu sorunu çözmeye yeterli mi? Türkiye içinde yatırımcısından vatandaşına bir güven problemi yaşandığını düşünüyor musunuz? 

Şu ana kadar yeterli değilmiş gibiydi… Ancak diğer yandan para politikasının sonuçlarının belli bir süre gecikmeyle görüldüğünü biliyoruz. Nitekim yıllık enflasyon son 4 ay üst üste düşüyor. Düşmeye devam edecek gibi bir görüntü de var. Dolayısıyla, eğer arada beklenmedik gelişmeler olmazsa, enflasyon hedeflenen noktaya belki biraz gecikerek de olsa gelebilir.

Ben güven problemi olduğunu sanmıyorum. Birçok yatırımcının istediği politika kümesi buydu. Mehmet Şimşek de bunun için getirildi. Şimsek yatırımcının güvendiği politikacı zaten. Seçim sonuçlarına ve AKP’nin önceki kaydına bakarak vatandaşın da takriben yarısının Erdoğan ve AKP’ye güvendiğini söyleyebiliriz herhalde. Dolayısıyla güvensizlik sanki daha çok muhalefetin hissettiği bir duygu gibime geliyor. Ortada bir belirsizlik sorunu olduğu doğru fakat güvensizlik sorununun toplumun muhalif kesimine has olduğunu düşünüyorum. Gerisi için hava hoş gibi.

“BÖLÜŞÜM TAMAMEN SİYASİ BİR KARARDIR”

– Türkiye’deki büyüme oranlarına bakıldığında, yüzeyde ekonomik büyümenin devam ettiğini görüyoruz. Yaşanan bu dengesiz büyümenin nedeni nedir, sizce Türkiye’deki büyüme modeli hangi açılardan sürdürülebilir değil?

Türkiye’nin büyüme oranı potansiyelinin ya da olması gerekenin biraz altında. Daha iyi politikalarla daha yüksek oranlarda büyüme elbette sağlanabilirdi ama son birkaç çeyrekteki büyüme oranlarına bakarak herhangi bir ekonomik krizden asla söz edemeyiz. Türkiye’de şu anda bir ekonomik kriz falan yok. Büyüme var. Belki buradaki esas sorun bu büyümenin topluma nasıl yayıldığı. Yani ekonomi yılda yüzde 5 büyürken bu yüzde 5’lik büyüme herkese eşit yayılmıyor. Kimilerinin ekonomisi yüzde 15 büyüyor, kimilerininki yüzde 5 küçülüyor. Yaşam standardı düşen gruplar ülkede ekonomik kriz olduğunu iddia edebiliyor. Kendi ekonomileri krizde olabilir ama bu makro açıdan bir kriz olduğu anlamına gelmiyor. Daha önce dediğim gibi bu bir “bölüşüm krizi.” Eşitsiz bölüşüm ile büyüme ne kadar sürdürülebilir? Valla eğer toplum örgütlü değilse ve iktidar yeteri kadar güçlüyse çok uzun zaman sürdürülebilir. Çünkü bölüşüm tamamen siyasi bir karardır. Daha eşit bir bölüşümü siyasi bir talep olarak gündeme getirip peşine düşmezsek eşitsizlik, ABD, Güney Afrika ve Brezilya gibi ülkelerde olduğu gibi bir norm haline gelebilir. Muhalefete en çok burada, yani daha adil bir bölüşüm mücadelesinde rol düşüyor.

“TÜRKİYE’NİN ESAS KAYBEDENLERİ ASGARİ ÜCRETLİLER DEĞİL”

– Gelir dağılımındaki eşitsizliğin arttığı bir dönemde yaşıyoruz. Asgari ücretin, emekli maaşının tek başına temel gereksinimleri almaya yetmediğini görüyoruz. Gıda ve kira fiyatları her geçen gün artmaya devam ediyor. Türkiye’de halkın büyük bir kesimi geçim sıkıntısı yaşarken, hükümetin politikalarının bu eşitsizliği nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? 

AKP’nin iktidara geldiği 2002 senesinde asgari ücretin dolar karşılığı 404 dolardı. Bugünkü 17002 liranın karşılığı 500 dolar. Yani nominal dolar bazında bir iyileşme var. Dolardaki enflasyonu da hesaba katarsak bu nominal iyileşme hesabı biraz düşecektir tabii ama asgari ücretlinin yaşam standardında dramatik bir düşüş yok aslında. Son 20 yılda Türkiye’de asgari ücret aşağı yukarı 350 ile 550 dolar bandında gidip geliyor. Dönem dönem asgari ücretin alım gücünün çok düştüğü oldu. Ama seçim öncesinde hemen düzeltme geldi ve büyük ölçüde toparlandı. 500 dolar hala çoğu Avrupa ülkesinin çok çok gerisinde ama Türkiye’deki önceki yıllara göre o kadar da düşük değil. Veri böyle. Buradaki problem vatandaşlarımızın Almanya ya da Belçika’daki ayda 2000 euro’luk asgari yaşam standardını talep etmek yerine 500 dolara kanaat ediyor olması. Geçen seneden bir kilo fazla mandalina alınca insanlar tatmin oluyor. Halbuki adil bir bölüşüm ile çok daha iyisi mümkün. Bunun mücadelesi verilmiyor, verilemiyor.

Demem o ki Türkiye’nin esas kaybedenleri asgari ücretliler değil, emekli ve beyaz yakalılar… 2003 yılında en düşük emekli maaşı asgari ücretin 1,5 katıydı; yani bugünkü 25000 liraya tekabül eder. Ancak bugün en düşük emekli maaşı asgari ücretin altına düştü. Dolayısıyla emeklilerin tartışmasız bir şekilde reel olarak kaybettiğini söyleyebiliriz.

Aynı şekilde, 2002 senesinde profesör maaşı asgari ücretin yaklaşık 8-9 katıydı. Bu da bugünkü yaklaşık 150 000 liraya tekabül eder. Ancak bugün profesör maaşı 86 000 lira, yani asgari ücretin 5 katı. Dolayısıyla akademisyen, öğretmen vb. meslek gruplarının da mutlak kaybettiklerini söyleyebiliriz.

AKP, çok açık bir şekilde, bir yandan orta-üst sosyoekonomik seviyedeki meslek gruplarından ve emeklilerden alıp sermaye gruplarına aktarıyor, diğer yandan da asgari ücretlinin yaşam standardını üç aşağı beş yukarı sabit tutmaya çalışıyor. Bu AKP’nin kötü politikalarının bir sonucu değil aksine gayet bilinçli bir politikanın sonucu. Beyaz yakalıların çoğu AKP’ye oy vermediği için gözden çıkarıldılar. Vergi yükü de, ÖTV üzerinden, bunların üzerine biniyor.

“ŞİMŞEK POLİTİKALARININ AMAÇLARINDAN BİRİ DE BUYDU…”

– Türkiye’nin dış borç yükü ve cari açığı giderek büyüyor. Bu borç yükünün önümüzdeki yıllarda Türkiye ekonomisi üzerindeki baskısı ne yönde gelişir? Özellikle döviz cinsinden borçların artması ekonomik kırılganlığı nasıl artırıyor?

Dış borç ve cari açık nominal seviye olarak büyüyor ama bunların GSYH içindeki payı büyümüyor, hatta küçülüyor. Tabii cari açığın oran olarak küçülüyor olması ülkedeki ekonomik durgunluğa işaret eder. Ama zaten Şimşek politikalarının amaçlarından biri de buydu, ekonomiyi yavaşlatmak. Yani aslında verilerde beklenenin dışında bir gariplik yok. Sadece daha iyi olabilirdi. Ama berbat da değil. Cari açık Türkiye için kronik olan ama dramatik olmayan bir problem. Uzun yıllardır cari açığın GSYH’ya oranının yüzde 6’nın üzerine çıktığını hatırlamıyorum, genelde yüzde 2-6 bandında gider gelir. Yüzde 10’ları görmediği müddetçe fazla abartılacak bir durum olmaz.

Dış borçla ilgili esas problem bu stokun döviz cinsinden olması. Şu anda dolar ve Euro suni bir şekilde 40 liranın altında tutuluyor. Türk lirası aşırı değerli. Bu her zaman iyi bir şey olmayabilir. Olması gereken seviyenin 36 lira değil 45-50 lira civarında olduğu hesaplanıyor. Türk lirasının değerindeki bu sapma ve zaman zaman gördüğümüz aşırı çalkantılar hem cari açığı hem de dış borç çevirme oranlarını çok etkiliyor. AKP birbiriyle çatışan birçok değişkeni aynı anda ve suni bir şekilde kontrol etmeye çalışıyor. Çok zor bir iş. Çuvalladığı dönemler oldu ama son bir senedir fena yönetmiyorlar.

“NEDEN KAYBEDECEKLERİ BİR ERKEN SEÇİMİ İSTESİNLER?”

– Son günlerde gerek ulusal gerek uluslararası basında Türkiye ekonomisinin iyiye gittiğine yönelik haberler yer alıyor. Sizce ekonomi iyiye gidiyor mu? Bu haberlerin olası erken seçim tartışmalarının ve yılbaşından sonra açıklanması beklenen asgari ücret rakamlarının üzerindeki etkisi nedir?

Bu pek sizcesi bizcesi olan bir şey değil. Son veriler bir iyileşmeye işaret ediyor, doğru. Tabii “iyileşme” derken 5-6 ay sonra Almanya olacağız demiyorum ama birkaç sene önce gördüğümüz dip noktadan biraz yavaş da olsa yukarı doğru bir ilerleme var. 

Ben erken seçim tartışmalarını anlamsız buluyorum. Mevcut sistemde erken seçim için 360 milletvekilinin oyu veya cumhurbaşkanının kararı gerekiyor. Muhalefetin toplamı 360 vekil etmiyor; hatta muhalefete MHP vekilleri katılsa bile 360 bulunamıyor. Dolayısıyla AKP’nin veya Erdoğan’ın istemediği bir erken seçim yapılması olanaksız. Yani erken seçim kararını muhalefet değil Erdoğan verir. Eğer ekonomik kriz varsa ve AKP kaybedecekse, iktidar süresini sonuna kadar kullanır, neden kaybedecekleri bir erken seçimi istesinler ki? Kriz yoksa da neden erken seçim yapılsın zaten? Dolayısıyla ben erken seçimi son derece düşük bir ihtimal olarak görüyorum. Olağan tarihinden 4-5 ay önce olabilir belki ama 2025 veya 2026’da, arada olağan dışı bir şey olmadığı müddetçe, erken seçim beklemenin bir manası yok.

– Türkiye ekonomisinin önümüzdeki 5 yıl içinde nasıl bir yöne evrileceğini düşünüyorsunuz? 

Şimşek kemer sıkma programı için geldi. Küresel sermayenin Türkiye üzerindeki çıkarlarını garanti altına almak için IMF’siz bir IMF programı uygulanıyor. Bunun bir sonucu az evvel bahsettiğim yeniden bölüşüm oldu. Bazı meslek ve gelir gruplarından alıp sermayeye aktarıldı. Seçimleri kazanmaya devam etmek için de asgari ücretli çok mağdur edilmedi. Türkiye’de seçimler maaşla geçinenler için zam almanın neredeyse tek yolu. Seçim varsa zam var, yoksa yok. Çünkü Türkiye’de işçi sınıfı örgütsüz. Sendikal hareket çok zayıf. Seçimden seçime, siyasi partilerin iktidar yarışı sürecinde tamamen pragmatik bir sebeple vaat edilen maaş zamları haricinde zam alınmıyor. Ama fiyatlar artmaya devam ettiği için de reel olarak alım gücü düşüyor. Ne zamana kadar? Bir sonraki seçime kadar.

Neyse ki bir seçim ülkesi olduğumuzdan sık sık seçim yapılıyor. Ortalama 2 yılda bir yerel seçim, genel seçim, referandum vs. olurdu. Fakat uzun zaman sonra ilk defa bu seneki yerel seçimlerden 2028’e kadar Türkiye’de hiç seçim olmayacak. 4 yıl uzun bir süre; üzülerek söylüyorum ama seçimsiz geçecek olan bu 4 yıl maaşlı işçiler ve emekliler için çok zor olacak. Muhtemelen 2028 seçimlerine bir sene kala kemer tekrar gevşetilir, faizler düşer, harcamalar artar, maaş zamları yapılır ve seçim yine kazanılmaya çalışılır. Bu yöntem bu zamana kadar çalıştı. Tekrar çalışmaması için de bir sebep göremiyorum.

Türkiye’de öncelikli amaç bir sonraki seçimi kazanmak olduğu için hiçbir iktidar çok uzun vadeli yatırımların, planların, projelerin peşine düşmüyor. Türkiye için dört yıldan uzun bir vade yok. Bu yüzden de gerçek bir kalkınmadan söz edemiyoruz. Her zaman günü kurtarmaya çalışan bir iktidar var. Çoğu zaman günü kurtarıyorlar da… Ama o kadar.

Kur, Faiz, Enflasyon Gölgesindeki Ekonomide İyileşme Algısı Neyi İşaret Ediyor?

Krizin Ürettiği Sorunlara Bir Çare Arayışı Olarak Kooperatifler