“Yapı” Üzerine: Futbolumuzun “Yükselişi” ve Düşüşü

Müthiş bir girdap ve garabetin içerisindeyiz.

Ne ayaklarımızın bastığı ülkemizde futbol izleyecek keyfimiz kaldı ne de takip edecek kadar güçlü bir irade ve isteğimiz. Sürekli sorun üreten son kullanma tarihi belirsiz döngülere, yine bitmek bilmeyen laf dalaşları eşlik ediyorken, futbolun izlenebilirliğini tartışmak kadar doğal bir şey olamaz artık.

Bu yüzden ivedilikle cevaplanması gereken soru “futbolumuzu ne yapmalı?” olmak zorunda. Ancak yine de biz bunu tartışmak bir yana, -mış gibi yapmaya ve problemleri örtbas etmeye devam ediyoruz. 

Örtbasın sonu, envai çeşit ve teyit edilmeyen iddianın dolaşıma sokulması, komplo teorilerinin uçuşması ve (veya) katışıksız bir düşmanlaştırma politikasının meşrulaşmasıdır.

Tam olarak buradayız ve tehlikeli olan da bu kısımdır. 

Bu zaman dilimini dondurmak ne kadar mümkün değilse, futbolumuzun bu çürüyen uzuvlarını kesip atarak, sarıp sarmalayarak ya da kimilerimiz gibi çürümediğini öne sürerek bir çıkış yolu aramak da şayet bilinçli değilse, en hafif tabirle trajikomiktir. 

Ülkemizde futbol, birçok siyasi ve ekonomik aktörün de içerisinde aktif olarak farklı görünümlerle yer alabildiği, oynaması ve izlemesi basit olan ancak tam da bu nedenle yorumlanmasının da “tüm ahalinin eşit hakkı” olduğunun kendiliğinden kanıksandığı bir ulusal soruna dönüşmüş durumda. 

En azından takip eden, ilgi duyan insanlar arasında dayanışma vesilesi haline gelmesi gereken popüler bir spor dalının, bu kadar fazla ve agresif tartışmalara alan açması, yeni ve hatta kimi zaman onarılmaz hale gelebilecek sorunlar üretmesi ya da haftada en az bir kere gündem haline gelmesi başka türlü açıklanamaz çünkü. 

Sorunu bir şekilde açıklayanlar ise yeni popülerleşen adıyla, bu sorunlar yumağını “yapı” sözcüğüyle tarif etmekte; “yapı” olduğunu iddia ettiği olguya, adeta “her şeye muktedir olma” gücünü de vermek suretiyle, bu gücün futbolun tüm normlarını ve dinamiklerini belirlediğini iddia etmektedir. Bu nedenle “yapı” olarak tarif edilen bir takım, grup ya da çevrenin, saha dışında “şampiyonlar” ilan ettiğini, kimi takım ya da takımları kayırırken kimi takımları ya da grupları ise başarısızlığa terk ettiğini ve onları da dışlanmakla tehdit ettiğini öne sürmektedir. 

Ancak bu sözde yapı ya da yapılanma, futbol içinde bir karşıtlık da yaratmakta; kimi kulüpleri savunma pozisyonuna çekerken, kimi takımları da mistik bir mücadelenin parçasıymış gibi hissettirmekte ve son tahlilde bu tablo, koskoca bir düşmanlaştırılan kimlikler ve aktörler yığını yaratmaktadır. 

Oysaki sorunun kökeni sınıfsaldır. Futbolun bu düzeniyle barışmayanlar, futbolun neden bu hale geldiğini siyasi ve ekonomik toplumsal “yapı”ya bakarak anlayabilirler ancak…

Reçete oradadır…

Herkesin sorduğu sorular ise aynıdır: Böyle bir yapı var mıdır? Yoksa bu kimi kulüplerin başarısızlıklarına ördükleri bir zırh ya da kılıf mıdır? Bu yapılanmanın aktörleri ve kollananları kimlerdir? Yapı cümlesini dillerine pelesenk etmiş kişi ya da kulüpler, “yapı” içerisinde olmakla kimleri ya da hangi grupları itham etmektedir? Yapı, eğer denildiği gibi “malum bir yapı” ise neden açıktan dile getirilmemektedir? Neden her maç sonucunda ve sonuç ne olursa olsun telaffuz edilen yapı sözcüğü olmaktadır ve bu sözcük bize ne türden bir futbol düzenini anlatmaktadır? Hangi maç sonuçları, “yapı”nın varlığını kanıtlamaktadır? Yapı, her niyete yenen bir muz mudur? Ve son olarak yapı meselesinde neden, ısrarla ve sürekli olarak hakemler hedef alınmaktadır?

Bu soruların cevapları ne acıklıdır ki bende yok. Çünkü bunların cevabını bu kısırlaşmış döngüde, akla yatkın bir tartışmanın ya da kültürün olmadığı aynılaşmış bir ortamda ya da akıl yitiminin ışık hızıyla gerçekleştiği bir taraftarlık kimliği altında yapmanın ilerletici bir yanı yok. Türkiye’de gittikçe sertleşen futbol ikliminde, taraftarlığın da toplumsal bilinci yerle yeksan ettiği bir nesnellikte çıkan her sonuç, kavga ve korku iklimini tetikleyecek yeni ve somut gündemler yaratıyor. 

Burada tartışmanın da bir zemini yok.

Bu durum ise, gerçek sıkışmanın tespitinin ve sağlıklı bir çözüm yolunun bulunmasının önüne geçiyor. 

Evet, tüm spor camiasında olduğu gibi, sporun içerisinde en endüstriyelleşmiş ve popüler olmuş branş olan futbolda da bir “yapı” mevcuttur. Ancak bu yapı, şu an konuşulan ve adına “yapı” denilen oluşum iddiasından oldukça farklı. Kastettiğim yapı, mevcut futbol düzeninde yer tutan, kodamanlar, baronlar, sermaye ve sponsor grupları ile bu futbol yapılanmasının sürekliliğini sağlayan kurum ve kuruluşların denetimini sağlayıp onları mevcut düzende tutan yapılanmadır. Bu yapılanma, adlı adınca futbol kapitalizmidir; kapitalizmin emperyalizm çağında üretici güçlerin gelişmesiyle birlikte, emek ve sermaye çelişkisi altında salınan ancak sermayenin egemenliğinde aldığı en güncel biçimdir.

Yapıdan, yapılanmalardan, futbolumuzun yapısal sorunlarından bahsedeceksek önce buraya, işin özüne bakmamız gerekir. 

Dediklerim ezbere değildir, bir silkinme çağrısına işaret etmektir. Tüm futbol ikliminin birkaç sermaye grubuna havale edilip, peşkeş çekildiği bir ortamda “yapı” aramak, komploculuğu beslediği gibi, gerçek sorunları da hasır altı etmektir. 

Futbolumuzdaki sorunlar, sermaye akışı ve tasallutudur; sermayedarların, ağaların, paşaların, baronların, bahis çetelerinin, patronların, sporun “üst, özel ve kamusal” kurumlarının vb. ele geçirdiği futboldaki eşitsizliklerdir, futbolu işgal eden sağcı siyasilerin çıkarları için çıkardıkları huzursuzluk ve yaygaralardır, sahaya ve tribünlere taşınan binbir türlü gericiliktir, cinsiyetçiliktir, profesyonelliktir, bencilleşme, şiddet ve tehdittir, “yapı” diye sayıklarken sporun sürekliliğinin temel dayanağı olan “altyapı”lardan bile bahsetmeme aymazlığıdır, dayanışma duygusunun kaybedilmesidir, rekabetin “endüstri” halini almasıdır, “eskiyi özledim” nostaljisi yaparken şimdiye uyum sağlamaktan ve dahil olmaktan utanmamaktır, kanıksamaktır, unutmaktır; bilmediğini bilmemek, “uzman” kesilmektir.

Ve fazlası, çok dahasıdır. 

Hatta ‘yapı’, bu cümleleri yazanı “bir kulübün taraftarı olmakla” yaftalamaktır.

Uzatmadan, başlıkta, futbolumuzun “yükselişi ve düşüşü” diye yazmıştım. Neyseki artık yükseliş yok bizde. Bodoslama bir gidişat, ezberlenmiş hayal kırıklıkları ve fevrileşen bir fasit daire var elimizde…

Düşecek yerimiz de kalmamıştır, bu yüzden yükselemeden düşmek de nasip olmaz artık bize.

Ezcümle, yapı arayanlara da duyurulur; “yapı” tam yukarıda, yanı başımızda, hayatımızdadır.