Edgar Allan Poe’nun Kısacık Yaşamından Kalanlar*

Şiirleri ve öyküleriyle dünya edebiyatının unutulmazları arasında yer alan Edgar Allan Poe, sıra dışı, farklı ve gizemli bir figür olarak zihinlerde yaşamaya devam ediyor. Adının çevresini bir efsane halesinin kuşattığı Poe, belgelere dayalı inceleme ve biyografilerin de konusu olmayı sürdürüyor. Yaşadığımız çağda edebi biyografilerin olanaklarını gösteren ve etkilerini kanıtlayan Stefan Zweig’dan bu yana biyografi yazımı önemsenen bir tür olduğu kadar, içerdiği yaşanmışlıklar ve belgesel gerçekler açısından anlam ve değerini giderek artırıyor. 

Poe’nun yaşamına dair gerçekleştirilen araştırma, belgesel ve biyografi çalışmalarından biri de İngiliz yazar Peter Ackroyd’a ait. Yazarın, Poe: Kısacık Bir Hayat adlı kitabı ilk kez 2011’de Esin Eşkinat tarafından Türkçeye çevrilerek yayımlanmış. Kitabın başarısı; anlatılanların belgelere ve gerçeklere dayanması kadar, Poe’nun yaşamıyla yapıtları arasında paralel bağlantılar kurmasından ve yaşamla edebi eserin buluşma noktalarındaki diyalektik ilişkiler sarmalını göstermesinden kaynaklanıyor. Kitabı okurken anlıyoruz ki, yaşamı kısacık, ama edebiyatta bıraktığı etki ölümsüz olan Poe’nun, eserlerinde insan ruhunun en karanlık labirentlerine sızması, oradaki hakikati, yarattığı gerilim, korku, merak unsurlarıyla oluşturduğu inanılmaz etkili atmosfer içinde dillendirmesi, onun, geleceğe kalan yazarlar arasında önemli bir yer almasını sağlamış durumda. 

Ackroyd’un bu biyografik eserinde Poe’yu bir roman kahramanı gibi zihnimizde etkin biçimde canlandırabiliyor; yazarın yaşam öyküsünün bir roman tadında ve akıcılığında yazılmış olduğuna tanık oluyoruz. Poe biyografisinin sondan başlaması hayli ilginç; çünkü yazarın ölümünde, öykülerinde olduğu gibi bir sır perdesi söz konusu. Asıl ölüm nedeni tam olarak tespit edilmiş değil; ancak görünen o ki aşırı derecedeki alkol bağımlılığı, yazarı büyük bir ruhsal ve bedensel yıkıma doğru sürüklediği için bir meyhanede hezeyanlar, titremeler içinde ölmek üzereyken bulunup hastaneye kaldırılıyor. Fakat Poe’nun yaşamının odağında daimî olarak yer alan ölüm, yazarın güçsüz varlığını bilinmez sırlarla dolu o karanlık ülkesine alıp götürüyor. Ackroyd’un Poe biyografisini ölüm sahnesinden başlatması, sonrasında yazarın doğumu, yetiştiği çevre ve zamanı anlatarak en başa dönmesi, biyografiye hem hareketlilik kazandırıyor hem de yazarın sisli, bulanık, yarı karanlık, belirsiz, gizemle dolu öykülerindekine benzer bir atmosfer oluşmasını sağlıyor. Böylece Poe hayranları, yazarın öyküleri içindeymiş duygusu yaşıyorlar bir taraftan. 

Kısacık yaşamı kırk yıl sürdü Poe’nun. Bu süreye, kendi alanının öncüsü olacak nitelikte pek çok edebi eser; şiirler ve öyküler sığdıran; dergilere makaleler, edebiyat eleştirileri, denemeler yazan; eğitim kurumlarında konferanslar veren, edebiyat dergilerinde editörlük çalışmaları ve metin yazarlığı gibi işlerle uğraşan Poe, hareketli, dengesiz, karmaşık, zorlu ve yoksul bir yaşam sürdürdü. Çok erken yaşta yaşamın acılarıyla tanışan Poe’nun tekinsiz yaşamı, daha doğmadan önce başlamıştı; annesi o doğmadan önce tüberküloza yakalanmıştı. “Dolayısıyla, rahmindeki bebeğin yeterince beslenemediğinden şüphelenmek mümkün” diyen Acroyd, kurbanın nefes nefese kaldığı korkutucu, kapalı alanların eserlerinde önemli rol oynamasını bu sendroma bağlıyor. 

1809’da Boston’da bir pansiyonda doğan Poe’nun anne babasının gezici tiyatro oyuncuları olması hayli ilginç. Alkol bağımlısı olan babası nedeniyle aile sürekli bir sefalet içinde yaşamaktaydı. Annesinin hastalığı ilerledikçe aile iyice zor duruma düşmüştü, annesinin bu durumu çocuk Poe’nun üzerinde izler bırakacaktı; vereme yakalanmış kadın ve insanın ölüm halleri öykülerinin asıl imgeleri arasında yer alacaktı. Yaşamdan yapıta taşınan bu imgeler Poe’nun öykü dünyasının çekirdeğini teşkil ediyordu. Anne ölümü, yaşamın ilk terk edilme ve boşluk duygusuydu; bu boşluk Poe için asla kapanmadı ve yerini alan başka figürler, hiçbir zaman annenin boşluğunu tam olarak dolduramadı. 

Sevgi ve şefkat arayışını ömür boyu sürdüren Poe, aynı zamanda yazgısına duyguyu bilinç dışı öfkeyi yaşamında sık sık başka kişilere yönelterek kırıcı, zor, hırçın bir kişi olarak tanındı. Sürekli yas durumunda kaldı; hayat boyu siyah giysiler giydi; yüzündeki karmaşık keder hali, alaycı bir ifadeyle bütünleşiyordu. Allan ailesinin evlatlığı olarak büyüyen Poe, özellikle üvey babasıyla sancılı, karmaşık ve sıkıntılı bir zaman sürecini paylaştı. Birbirlerini anlayamayan ve yeterli iletişimi kuramayan baba-oğul yıllar boyunca kırılgan ve dengesiz bir ailesel bağı sürdürmeye gayret etti. Bu durum Poe’nun insanlara öfkesini ve güvensizliğini kamçılıyordu. Allan’larla İngiltere’de bir süre yaşayan Poe buranın atmosferinden, gotik ve tuhaf yapılarından etkileniyor; hayal gücünü çalıştırıyor; puslu, yarı karanlık, sisli ve loş köyün anılarını zihnine kazıyordu. Daha sonra ABD’ye döndüklerinde zihnindeki bu imgeler onunla birlikte geldi. 

Okul yıllarında şiir yazmaya başlayan Poe, mezarlıkların, gizli odaların, çürüyen konakların dünyasını da düşlerine taşıdı. Üvey babasıyla sorunları nedeniyle okulu bırakıp askerliğe yazıldı, ancak, askeri dünya onun düşlerine uymuyordu. İlk şiir kitabını bu döneminde çıkaran Poe’yu tanıyanlar, onun utangaç, gururlu ve hassas olduğunu, çalışmaktan daha çok okumaya zaman ayırdığını belirtiyorlar. Hikâyeler yaratmayı da seviyordu Poe. Bu dönemde, tüm yaşamını altüst edecek olan içki alışkanlığına başladı. İçki onun sığınağı gibiydi. Ordudan ayrılıp gazetecilik yapmaya karar verince öykü yazmaya ağırlık verdi. Bu dönemlerde yazdığı öykülerinin korkunç ve doğaüstü yönlerinin yanı sıra hiciv ya da parodi damarı oluşu da ilginçti. Şiirlerini daha kalpten yazıyor, öykülerini ise ilgi çekmek ve dergilere satıp para kazanmak amacıyla kaleme alıyordu. Onun mizahı, esas itibarıyla kara mizahtı; o nedenle yorucu ve eleştireldi. Dergilere yazdığı edebi eleştirilerde hayli sert ve acımasızdı. 

Halası Maria Clemm, onu ömrü boyunca yalnız bırakmadı; Poe kendisinden hayli küçük olan kuzeni Virginia ile evlendi. Üçü sık sık yer değiştirerek yoksul ve zor bir yaşamı paylaştılar. 

Poe’nun hikâyelerinde, çoğu zaman, etki yaratmak için kısalıktan faydalandığını, yazdığı tüm sonların ani ve sonuçsuz olduğunu, bu nedenle belirsizlik ve endişenin okurun zihninde asılı kaldığını söyleyen Ackroyd, her zaman okurun yazarla paylaştığı bir alt anlamın bulunduğunu; bu konuda iki tarafın da giderek artan bir farkındalık içinde olduğunu belirtiyor. Poe’nun gotik geleneğin korku dolu ve hastalıklı sansasyonalizmini insana odaklayarak yenilediğini vurgulayan Ackroyd, Poe’nun düş gücünün ölüm ve güzellik kavramlarıyla bütünleştiğini belirtirken aynı zamanda elyazmalarındaki yazısının bir kaligrafi modeli olduğunu da söylüyor. 

Ackroyd’un Poe’nun dönemindeki gazete ve dergileri bulup anıların içinden yazarın yaşam izlerini sürmesi ve belgeleri araştırması etkileyici gerçekten. Ackroyd’a göre Poe, İngiliz dilinde fantezi edebiyatının en büyük temsilcisidir.; çünkü en evrensel en derin korkulara dokunmayı başarır Poe. Öykülerinin çoğundaki marazi ve saplantılı malzeme, psişik ve psikotik farklı okumalara açıktır. Poe, Fransız şairi Baudelaire tarafından üstat olarak görülür. Morg Sokağı Cinayeti adlı eseri sonraki yıllarda ortaya çıkacak olan modern detektif hikâyesi türünün habercisidir. Buradaki hikâye en grotesk ve esrarengiz suçları mantığıyla çözen Fransız detektif C. Augustine Dupin karakteri üzerine kurulmuştu. Şifre çözme, söylenemeyeni şifre yoluyla söyleme konusuna ilgi duyuyordu Poe. Akıl yürütmeyi ve hesapçılığı seven biri olarak adım adım kuruyordu öykülerini. En başarılı bulunan öykülerinin çoğu “akıl yürütme” üzerine kuruluydu. Dupin, Sherlock Holmes’un prototipiydi. Arthur Conan Doyle’e göre; Poe detektif hikâyelerinin babasıydı. Poe’nun öncülüğü bilimkurgu alanında da geçerli bir olguydu. Poe’nun Balon Şakası adlı öyküsü Jules Verne ve H.G. Wells’in de dâhil olduğu bilimkurgu yazarlarının da yolunu açmıştı. Poe’nun 19. ve 20. yüzyıl bilimkurgusunun öncüsü olduğu söylenir diyen Ackroyd, “Bu onura onun detektif hikâyesinin öncüsü olma iddiası da eklenirse, Poe’nun bıraktığı müthiş miras görünür olur.” diyor. 

Kuzgun adlı şiiriyle ülkesi çapında popüler biri olan Poe, daha önce de Altın Böcek’le önemli bir edebiyat ödülünü kazanmıştı. Döneminde tanınmış ve takdir görmüş olmasına rağmen yakasını bir türlü bırakmayan talihsizlikler, alkolizm, hastalıklar ve sevdiklerinin ölümü Poe’nun en büyük hayali olan nitelikli bir edebiyat dergisi çıkarma projesini sürekli engelledi. Poe’nun hayatla kavgası bitmiyordu; tüm yaşamı, hatalar, engeller, hayal kırıklıkları ve gerçekleşmemiş isteklerden ibaretti. Eserlerinin merkezinde dünyaya karşı bir öfke vardı ve kalbi her an kırılmaya hazırdı. Poe, semender gibi yalnızca ateşte yaşayabiliyordu ama o ateşi çoğu zaman kendisi yakıyordu. Sürekli hissettiği sevgi ve şefkat açlığı karısının ölümünden sonra Poe’nun birçok kadınla birlikte gerçekleşen birtakım skandallara adının karışmasına neden oldu. Gururlu, marazi, kötücül Poe hem kırıcı hem kırılgan olmayı sürdürüyor; huzursuz ruhunu sürüklüyor, alkolün ve nadiren de olsa afyonun pençesinde olmadık hatalar yapıyordu. 

Poe’nun bir güneyli olarak kölelik düzeninden yana olması, politik görüşlerinde katılığı ve demokrasiyi kabul etmemesi dikkate şayan bir durum olduğu gibi, dini inançlarının güçlü olmaması, kiliseye hiçbir zaman gitmemesi ilginçtir. Son eserlerinden biri olan Eureka’da kozmoloji görüşünü dile getiren Poe, bazı kozmologlar tarafından Einstein’ın ve karadeliklerin ilk teorisyeninin müjdecisi olarak nitelendirilir. Bu eseri Fransız sembolistlerinden Baudelaire ve Verlaine’i etkilemiştir. Son dönemleri hezeyanlarla, korkunç bir sefalet ve bitmişlikle sona erdi Poe’nun. Ackroyd, anlattığı hikâyeyi başa getirip çemberi kapatarak Poe’nun yaşam sayfalarının son satırlarını oluşturur kitapta. 

Poe’nun ünü, ölümünden sonra giderek arttı; özellikle İngiltere ve Fransa’da daha etkiliydi Poe adı. Verlaine ve Rimbaud’nun yanı sıra, Avrupa romantizminin öncüsü sayılan Poe, özellikle sembolizmin ve sürrealizmin habercisi olarak değerlendirildi. Mallarmé ve Baudelaire onun Kuzgun adlı şiirini kendi dillerine çevirdiler. Poe’nun şiirlerini ve öykülerini okuyan Baudelaire “yalnızca hayalini kurduğum konuların değil, düşündüğüm cümlelerin de onun tarafından yirmi yıl önce yazıldığını gördüm.” diyordu. Valery “Kusursuz olan tek yazar Poe. Asla hata yapmadı.” demişti. Tennyson onu “Amerika’nın ürettiği en özgün deha” olarak tanımladı. Poe’nun üzücü kariyerinde kendi acı çeken ruhlarını bulan Nietzsche ve Kafka tarafından saygı gören Poe, onda modern edebiyatın ilk tohumlarını bulan Dostoyevski, Conrad ve James Joyce tarafından da takdir edildi. Bütün bu değerbilirlik olgusunu Ackroyd hayli trajik bir biçimde şöyle yorumluyor: “Yetim, en sonunda gerçek ailesini buldu.” Bu aile, has edebiyatın yaratıcı bireylerinden oluşmaktaydı.

Poe’nun yaşamını ve kişilik özelliklerini merak eden okurlar Ackroyd’un kitabında, ilginç anekdotlar, ayrıntılarda çoğalan anlamlar, belgelerde iz bırakan kimi olaylar içinden geçerek dünya edebiyatının bu sıra dışı, özgün ve ölüm tutkulu karanlık yazarının birçok farklı yönünü tanıma ve keşfetme olanağı bulacaklar. 

* “Poe: Kısacık Bir Hayat”, Peter Ackroyd, çev: Esin Eşkinat, YKY.

Gülümseyin Çekiyorum