Hekim Yardımlı İntihar Tartışmaları: Yaşam Sonunu Yeniden Düşünmek

Birleşik Krallık Parlamentosu’nda 29 Kasım Cuma günü Yardımlı Ölme Yasası için oylama yapıldı ve yasa görüşülürken engelli gruplar, aktivistler ve vatandaşlar çeşitli protestolar gerçekleştirdi. Yardımlı intihar, ötenazi ve ölümde medikal yardım şeklinde farklı biçimlerde yasal düzenlemelere konu olan bu durum, ölümcül hastalıkla mücadele eden ve yaşamına son vermek isteyen bireyler için hazırlanan bir düzenleme. Kısacası, ölümcül hastalara “onurlu bir ölme” (death with dignity) arayışlarında medikal yardım sunmak, doktorların dahil olduğu bir müzakere süreciyle bu hastaların ölümlerini hızlandırmak ve yaşamlarını sonlandırmak hedefleniyor. Günümüzde, dünyada Kanada, Belçika, İsviçre ve ABD’nin Oregon, California ve Washington gibi bazı eyaletlerinde insanlara medikal yardımla ‘ölme hakkı’ tanınıyor.

 İngiltere’de Yardımlı Ölme Yasası’nı destekleyenler, bireylerin kendi bedenleri üzerinde söz sahibi olma hakkını ve yaşamlarını sona erdirme konusundaki kararları bizzat alabilme özgürlüklerini savunuyor. Muhalifler ise, yardımlı ölümün yasalaşmasının toplum üzerinde olumsuz etkiler yaratacağını, özellikle toplumun kırılgan gruplar ile ilişkisini olumsuz etkileyeceğini ve doktorlara duyulan güveni zedeleyeceğini öne sürmektedir. Daha önce İşçi Partisi’nde olan bağımsız Milletvekili Jeremy Corbyn, yardımlı ölüm yasasının ancak herkesin palyatif bakım hizmetlerine erişebildiği bir sistemde uygulanabileceğini savunuyor. Tüm bu argümanlar, yardımlı intihar tartışmalarını daha karmaşık hale getirmektedir. Her ne kadar yasa yalnızca altı ay ömrü kalmış ölümcül hastaları hedeflese de Kanada ve Belçika örnekleri, bu uygulamanın kapsamının ruhsal hastalıklarla mücadele edenlerin de talebi doğrultusunda ölümlerini kolaylaştırmayı içerecek şekilde genişlediğini gösteriyor. Bazı muhalifler, onurlu ölme hakkını desteklerken, bu uygulamanın istemeden de olsa savunmasız bireylerin halihazırda mücadele ettikleri ‘yük’ hissini ve buna dair üretilen söylemleri güçlendirme riskine dikkat çekmektedir.

Farklı siyasal partileri ve farklı siyasal görüşleri temsil eden Birleşik Krallık milletvekilleri Nick Timothy ve Adam Jogee, hekim yardımıyla intihara karşı çıkarak bireylere iyi yaşam sonu bakımı ile iyi bir ölüm deneyimi sağlanması gerektiğini vurguluyor.

Bu yazıda, neoliberal ilkelerle yönetilen bir toplumda, tıbbi destekle ölüm uygulamasının, insan onurunu merkeze alan bir “iyi ölümü” tanımlayamayacağını savunuyorum. Neoliberalizmin bu ‘medikal’ uygulama üzerindeki kaçınılmaz etkileri, belirli yaşamların değersizleştirilmesine, bireyleri yardımlı ölüme yönlendiren yetersiz bakım sistemlerinin kötüleşmesine ve piyasa temelli kâr maksimizasyonu ilkelerinin egemen hale gelmesine yol açması kaçınılmaz görünüyor.

Ölüm bazıları için tek çare olabilir mi?

Bu yazıda, hekim yardımıyla intihar yasasına karşı çıkarken, Lord Mackinlay’in belirttiği gibi, “her ne olursa olsun, yaşam her zaman yaşamaya değerdir” şeklinde bir görüşü savunmuyorum. Aksine, ölümcül hastalıkla mücadele eden bireylerin yaşamlarına son vermelerinin bir hak olarak korunmasını destekliyorum. Ancak, neoliberalizmde bu ölme arzusunun ya da ölüm hakkının işletilmesinin her daim bireysel bir tercih olmayabileceğini, yaşamın ve ölümün sınırlarının ekonomi politiğin konusuna dahil edileceğini ve bu nedenle, ölüm hakkına ilişkin yasal düzenlemelerin ve tartışmaların neoliberal toplumsal, ekonomik ve politik dinamiklerin göz ardı edilmeden değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürüyorum.

Neoliberal paradigmada, yalnızca ‘üretken bireylere,’ piyasada kâr ve rekabete katkıda bulunanlara değer verilir. “Neoliberalizmin Kısa Tarihi” adlı kitabında Marksist düşünür David Harvey’in gayet net tartıştığı üzere, bir yıkım projesi olarak neoliberalizm, ekonominin ötesine geçerek sosyal ilişkiler, refah hizmetleri, yaşam tarzları ve düşünce biçimleri de dahil olmak üzere hayatın tüm yönlerini yeniden düzenliyor. Kişinin toplumdaki varlığını değersizleştirerek bireysel suçluluk ve sorumluluk aşılayan bir sistemin, psikolojik sorunları daha da kötüleştirdiğini ve intiharı kolaylaştırdığını ekliyor İtalyan düşünür Maurizio Lazarato. Bu durum yaşamlarını desteklemek ve zenginleştirmek için ahlaki sorumluluğumuz olan toplumun savunmasız bireylerinin değil, aynı zamanda ‘neoliberal üretken’ yaşam ideallerini karşılayamayanların da ölümünü hızlandırabilir. Dolayısıyla, belirli koşullar altında, yardımlı ölüm mevzuatı, altı aylık ömrü kalmış ölümcül hastalarla sınırlandırılmak yerine, daha fazla bireyi kapsayacak şekilde genişletilmeye yönelik manipülasyona oldukça açık görünüyor. Zira, yardımlı ölümün yasallaştırılması ve teşvik edilmesi, daha fazla bireyi ‘yük’ olma duygusuyla boğabilir, onları yaşamlarına son vermeye itebilir ve dahası, kaynakların eşitsiz dağıtıldığı toplumlarımızda bakım meselesini neoliberal yöntemlerle nihai olarak (yani ölümle) çözmenin bir aracı haline getirilebilir. 

Örneğin, Kanada’da giderek artan örneklerin de gösterdiği gibi, tıbbi, bakım, engellilik ve sosyal desteğe yetersiz erişim savunmasız bireyleri yardımlı intihara itebilir. Bu sistemde, palyatif bakıma öncelik vermek ve ücretsiz, acısız yaşam sonu seçenekleri sunmak yerine, sağlık hizmetlerinde kâr maksimizasyonuna odaklanmak harcamaları azaltabilir, insanları kişiselleştirilmiş ve şefkatli bakıma erişemedikleri bir sistem içerisinde yalnızlığa mahkûm ederek potansiyel olarak onları yaşamlarını sonlandırmaya itebilir. Bu durum, ABD’de uzun süredir sağlık sistemine güvensizlik duyan ve sağlıkta eşitsizliklerle karşılaşan Siyah ve Hispanik bireyler gibi dezavantajlı gruplar için sağlık hizmetlerinde ihmal ve istismar riskini de artırabilir.

Onurlu Bir Yaşam ve Onurlu Ölüm 

Medikal yardımlı ölümün yasalaşmasını değerlendirirken şu soruları sormak zorundayız: Bu uygulama, neoliberal sistemde hayata geçirildiğinde etkili ve kapsamlı güvencelerle desteklenebilecek mi? Kişisel özerkliği gerçekten bireyin iyiliği için mi koruyoruz, yoksa kırılgan yaşamların daha da değersizleşmesine yol açabilecek bir mekanizmayı mı hayata geçiriyoruz? Bu soruları yanıtlayabilmek için ister ötanazi ister hekim yardımıyla intihar olsun, ölümde medikal yardım uygulamasını dar tıbbi bağlamdan çıkarıp politik bir bağlama taşımamız gerekiyor. Bugün deneyimlediğimiz şey, ölümün politikleşmesi ve piyasalaştırılmasıdır. Devletin kamu kaynaklarını özel sektöre daha fazla kâr fırsatı yaratmak için sömürmesini anlatan ‘yağmacı devlet kavramı çerçevesinde, toplumun en savunmasız kesimleri bu yeni düzenleme ile avcı/yağmacı devletin ‘avı’ haline gelmektedir. Bu bağlamda tıbbi yardımlı ölüm, yağmacı devlet için yeni bir alan olarak düşünülebilir; çünkü yaşam sonu bakımı sistematik bir şekilde ihmal edilip bunun yerine ‘bakım maliyetinin’ minimizasyonu hedeflenecektir.

Kârın bakıma önceliklendirildiği bir toplumda, ölme hakkı yoksullar, engelliler ve yaşlılar gibi bazı gruplar için bir tercih değil, bir ‘zorunluluk’ haline gelebilir. Örneğin ABD’de Doris Portillo’nun sigortasız babasının yaşam sonu deneyimi ve kanserden ölümü, onurlu bir ölüm için ekonomik güvencenin eksikliğini göstermektedir. Yoksullar için, Portillo’nun dediği gibi, ölüm bazen daha tatlı gelebilir. Bu nedenle, yaşam sonu bakımının maliyet-fayda analizlerine indirgenmesi kabul edilemez; çünkü bu, refah devletinin temel sorumluluklarından biridir.

Devlet, bireylerin ve ailelerinin, toplumsal koşulları ne olursa olsun, yük hissinden uzak bir şekilde, onurlu bir yaşam ve onurlu ölüm güvencesine sahip olmasını sağlamak için ücretsiz yaşam sonu bakımı, palyatif bakım ve sosyal destek sistemlerine yatırım yapmalıdır. Bu sağlandığı takdirde ‘onurlu biçimde ölme hakkı’ işletilebilir.