₺0,00

Sepetinizde ürün bulunmuyor.

Açılış Yazısı: Neden “Yazar” Değil de “Kadın Yazarlar”?

Neden yazarları değil de kadın yazarları inceleyeceğim biliyor musunuz, çünkü bir kere de olsa, şu hayatta, kadın yazarları “erkek egemen toplumda yazar olmak” olgusundan özgür bırakmak istiyorum. Yaşadıkları fanusta, nefes alabildikleri tek yer olan kendilerine ait odalarında veya daktilolarının sesi eşliğinde kâğıda geçirdikleri duygularını tekrar tekrar okuyup onları yeniden yaşatmak istiyorum. Onların eserlerindeki satır aralarını keşfederek ne olursa olsun devamlı dönmekte olan bu dünyayı, onların gözünden tanımak istiyorum. Beni, mürekkepli elleriyle büyütürlerken düşündüğüm ne varsa size anlatmak istiyorum.  

Ve siz, sevgili okuyucular, umarım cinsiyetlerinizden bağımsız bu yazılarımı okuma cesareti bulursunuz. Çünkü burada, bu köşede, sizden sahip olduğunuz her şeyi kapının dışında bırakmanızı isteyeceğim. Verdiğim terliklerle yürüyeceğiniz bu evde, muhtemelen pek rahat olmayacaksınız. Verdiğim terlikler size büyük gelip rahatsız edecek ya da küçük geleceği için hiç giyemeyeceksiniz. Merak etmeyin, çorapla da gezebilirsiniz ama belki de en güzeli yalınayak yürümek olacak! 

 “Ben yalnızca yazmak istedim, ama dünyayı değiştirecek kelimeler döküldü kalemimden.” Emily Brontë

Kadının silahı zehirdir, derler. Bu çıkarım kadının sinsi, güçsüz ve pasif tarafını vurgular. Fakat ta en başta ellerine aldıkları kalemler kırılmamış olsaydı kadınların ne kadar açıksözlü, gözü pek ve hırslı oldukları fark edilebilirdi. Belki de doğurgan olan kadının, ne kadar ölümcül de olabileceği anlaşılmıştı. Madalyonun diğer yüzünü tahmin etmek çok da zor değildi belki de. Korkulmuştu onlardan, kadınlardan, ve susturulmuşlardı. Daha çok korkmalılarmış çünkü kadının aslında en büyük silahı dudaklarından dökülen cümleler kadar aça aça ufalttıkları kalemler, son satıra gelince daktilodan çekip çıkardıkları kağıtlar ve kulaklıkla müzik dinlerken telefonlarına aldıkları notlarmış. 

“Kadınlar kendilerini ifade edemedikçe, tarihin yalnızca yarısını okuyup dinliyor ve anlıyoruz.”- Virgina Woolf.

Tüm engellere, ittirip kaktırılmalara, hor görülmelere ve reddedilmelere rağmen yazdı kadınlar. En başlarda yazdıkları okunsun diye erkek isimleri aldılar. “Jane Eyre” eseriyle tanıdığımız Charlotte Brontë ve kız kardeşleri, birlikte kendilerine erkek isimleri seçerken neler konuşmuşlardır sizce? Şöminenin başında veya kimse onları duymasın diye yorganın altına gizlenip hararetli bir sessizlikle tartışmış olabilirler. Belki içlerinden birisi çekinmiştir, vazgeçmek, boyun eğmek istemiştir. Kız kardeşleri yüreklendirmiştir onu, omzundan tuttukları gibi sarsıp, yazdıkların okunacak düşünsene, demişlerdir. Hayal etmişlerdir. Sadece isimleri farklı olsaydı neler yapmalarına izin verileceklerini düşlemişlerdir. Yalnızca bir isim, diye bir fısıltı dökülmüştür dudaklarından. Bu düzenin ne kadardır böyle ilerlediğini, çarkın en başta nasıl böyle dönmeye başladığını düşünmeden edememişlerdir. Bir isim, nasıl bu kadar önemli olabilir? Kuşkusuz çok irdelemeden yapmaları gerekene odaklanmışlardır. Erkek isimleri arasında kendilerine en çok yakışanı düşünmeye başlamışlardır. İsimsiz insanlarmış gibi, kimliksizlermiş, sahipsizlermiş gibi. Bunu yapmak zorunda kalmak yeniden bir öfke dalgasına sebep olmuştur. Tüyleri ürpermiş, mideleri bulanmış, kusmak istemişlerdir. Fakat bu hissi geldiği gibi geri yutmuşlardır. Şüphesiz bunu yapmak ağızlarında iğrenç bir tat bırakmıştır. Yüzlerini buruşturarak ve dillerini şapırdatarak o tadın geçmesini beklemiş sonra oturup birbirlerine erkek isimleri seçmişlerdir!

  • Sende hiç John tipi yok Charlotte , bence senin ismin Currer olmalı. 
  • Olabilir, senin ismin de, bilemedim, hiçbir erkek ismi yakışmıyor sana. Kendi ismin çok güzel Emily.
  • Ben buldum, Charlotte sen Currers’in bence de, Emily sana Ellis’i yakıştırdım. Ben de Acton olayım. Hepimizin ismi asıl isimlerimizin baş harfiyle başlamış olur hem. Nasıl fikir?
  • Çok güzel, Anne. Bir şekilde kendimizi dahil etmiş oluruz hem, hiç yoktan iyidir. 

Bu şekilde koymuş olabilirler isimlerini. Böylece doğuştan sahip oldukları zincirlerden yeni isimleriyle kurtulup toplumun onlardan aldıkları cinsiyetlerine yazdıklarıyla yeniden kavuşmuş oldular. Bu anlatıklarım çok eski zamanlara ait geliyorsa, sadece otuz sene önce Joanne Kathleen Rowling’in ne yapmak zorunda kaldığını anlatayım öyleyse. Kendisini J. K. Rowling olarak tanıyoruz çünkü ismini kısaltmadığı, bir erkek ismiymişçesine göstermedikleri taktirde erkek çocuklar tarafından okunmayacağı söylenmişti kendisine. İsmini kırpmak zorunda kalmıştı, bitlenmiş bir saç gibi sadece kökü kalana kadar kısaltmıştı ismini. Sonra okunmadı mı eserleri?  Harry Potter Serisi bir marka olmadı mı? Filmleri gişe rekorları kırmadı mı? Bir nesli büyütmedi mi kitapları? Yolunmamış bir isimle de yapamaz mıydı bunları?  

İşte böyle, kadınlar varlıklarını o ya da bu şekilde göstermeye başlamadan önce ise pek çok defter sonsuza kadar toz içinde çürüyüp gitti. Ve dünya hakkında bilebileceğimiz ne varsa, yarım kaldı. 

Burası, yarım kalan hayatların köşesi. Kadın yazarların köşesi.

 “Eserim bir kadın tarafından yazıldığı için mi bu kadar eleştiriliyor, yoksa gerçekten mi eksik?” – Mary Shelley