Çeviren: Çiğdem Çidamlı
68 yaşındaki Judith Butler, kendisini en başa koysalar bile, pek de “listelerle” ilgilenen biri değil. EL PAÍS’in söyleştiği uzmanlara göre kendisinden bir sonraki en etkili düşünür isimleri arasında sayılan Thomas Piketty, Noam Chomsky ve Jürgen Habermas gibi isimleri duyduğunda, “Seçkin erkekler arasında bulunuyorum” diyor. “Bu beni erkek yapar mı?” diye şakalaşıyor.
Feminizm, toplumsal cinsiyet çalışmaları, eleştirel teori ve çağdaş felsefe alanlarının öncü seslerinden biri olan Butler, kendisini yıllar önce Kaliforniya’da ikili cinsiyet dışı olarak kayıt ettirmişti. Kullandığı zamirler “they/them” olarak değişirken, ismini korumayı tercih etme kararının zamanın adliye katibini şaşırttığını söylüyor.
Butler, 1990’lardan bu yana partneri, siyaset bilimci Wendy Brown ile birlikte yaşadığı Berkeley’de ders veriyor ve araştırmalar yürütüyor. Butler bizimle San Francisco Körfezi’ndeki fırtınalı bir günde üniversitenin saat kulesinde buluştu. En ünlü kitabı olan Cinsiyet Belası’nın- özellikle gençler üzerinde – sürüp giden etkisinden ve bu teorilerin toplumda, siyasette ve hatta popüler kültürde yarattığı sismik reaksiyondan, son kitabında -Who’s Afraid of Gender? (2024)- incelediği bir şok dalgasından söz etti.
Sohbet, Temsilciler Meclisi Sözcüsü Mike Johnson’ın -tarihteki ilk trans kongre üyesi- Sarah McBride’ın Capitol’deki kadınlar tuvaletini kullanmasını yasaklayacağını duyurduğu gün ve Donald Trump’ın seçim zaferinin üzerinden sadece iki hafta geçmişken gerçekleşti. Sohbet, Butler’ın konulara kendine özgü bir cömertlik, sabır ve zekâ karışımıyla yaklaşmasıyla birlikte yaşanan olayların nasıl olup bittiğine ve ileride neler olabileceğine dair bir analize dönüştü.
Butler, günler sonra gönderdiği bir takip e-postasında, EL PAÍS tarafından yapılan sıralamadaki konumu hakkındaki düşüncelerini ileterek, yarattığı etkinin, kendisinin sık sık gezindiği, Gazze savaşından trans kadınların dahil edilmesine ilişkin feminist tartışmalara kadar uzanan kamusal tartışmalardan ziyade entelektüel çalışmalarından kaynaklandığını umduğunu ifade etti. Butler’ın katkıları bu alevlenme noktalarının veya 1980’lerin sonlarında kurulmasına yardımcı olduğu kuir teorinin çok ötesine uzanıyor. Butler sansür, şiddetsizlik ve Antigone’un isyanı hakkında harika yazılar kaleme aldı. Genelde – kendisinin “ilham verici” bulduğu bir formatta- diğer düşünürlerle diyalog halinde karılan düşünceleri laiklik ve ulus devletin erozyonu gibi temaları ele aldı. Butler, şimdilerde, Kafka üzerine uzun zamandır beklenmekte olan bir deneme üzerinde çalışıyor.
El Pais- En etkili düşünür olarak siz kime oy verirdiniz?
Butler.-[Hintli yazar] Arundhati Roy. Pandemiye, baskılara veya adalet mücadelesine dair son derece güçlü sözleri var. En azından benim dünyamda o konuştuğunda insanlar onu dinliyor.
El Pais: Peki size en çok ilham veren üç entelektüel kim?
Butler: Muhtemelen Hegel ve Freud ayrıca ya [Michel] Foucault veya Simone de Beauvoir. Şu anda seçim yapmak zorunda kalmak istemiyorum…
El Pais: Bu ay Cinsiyet Belası’nın 35. Yıldönümüne denk geliyor. Toplumsal cinsiyet konusundaki bakış açınız zaman içinde değişti mi?
Butler: Hala yaşamakta olan bir insan olarak, ki bu aynı zamanda düşüncemin de yaşamakta olduğu anlamına geliyor, elbette, bazı önemli değişimler yaşadım. Çözülen Cinsiyet kitabından sonra toplumsal cinsiyet konusundan uzaklaştım ve 20 yılımı diğer konular hakkında çalışarak geçirdim. Konuya dönmek (son kitabında) garipti çünkü son birkaç on yılda ortaya çıkan şekliyle bu alanı öğrenmek zorunda kaldım. Cinsiyet Belası’nı yazdığım zaman, ABD’de alelacele “Fransız teorisi” diye adlandırılan post-yapısalcı ve Fransız feminist kuramını tanımaya başlamıştım. Bu etki metni zorlaştıran sebeplerden de biriydi. Yine de yoğun bir kitap olmasına rağmen tuhaf bir şekilde popüler bir kitap. Bundan çıkardığım sonuç, okuyucu topluluğunun genelde varsaydığımızdan daha meraklı ve zeki olduğu.
El Pais. Kamuoyunun fikirlerle o zamana kıyasla daha fazla ilgilendiğini söyleyebilir misiniz?
Butler: Belki Avrupa’da veya düzenli kitap festivallerinin ve EL PAÍS’te felsefeciler hakkında yazılmış uzun makalelerin olduğu İspanya’da öyle olabilir [gülüyor]. ABD’de, kimin akademisyen, kimin halk yazarı olduğu konusunda daha güçlü bir ayrım var. Ben bazen bu bölünmeyi aşıyorum, bazen aşmıyorum. Kamusal entelektüel kategorisini sevmiyorum çünkü bireye odaklanıyor. Birinin çalışması kamuoyu açısından ilgi çekici bulunduğunda, bunun sebebi zaten dünyada bir şeylerin yaşanıyor olmasıdır: gençlerin gelecek ve kendileri hakkındaki düşünme biçimlerindeki değişimler; aile formundaki farklılaşmalar, cinsellik konusundaki açıklık; toplumsal cinsiyete dair merak… Çoğunlukla rahatsız edici olan bu kamusal meseleler, bazı entelektüelleri ön plana çıkaran şeyler olur çünkü o dönemde insanlar için gerçekten önemli olduğu ortaya çıkan şeyler hakkında düşünürler. Piketty önemli çünkü sosyal ve ekonomik eşitsizliği yeni yollarla düşünmemize yardımcı oluyor. Dipesh Chakrabarty gibi birinin, zamanımızın yakıcı ve acil bir sorunu olan iklim felaketi hakkında uzun uzun düşünmesi gerçeğini de takdir ediyoruz. Yalnızca tek bir yazarın adı geçse bile, çalışmalarımızın çoğu el birliğine dayalı. Belirli bir feminist teori, gey ve lezbiyen aktivizmi tarihi, belirli bir akademik kültür ve hatta (Butler’ın o sırada yaşadığı yer olan) New Haven’daki bir bar sahnesi olmasaydı Cinsiyet Belası’nı yazamazdım. O eser birçok mirastan doğuyor. Sonra ben imzamı koyuyorum.
El Pais: Cinsiyet Belası’nın pişmanlık duyduğunuz herhangi bir yönü var mı?
Butler: Tam olarak pişman değilim ama okuyucuları en çok heyecanlandıran şey performativite kavramı oldu. Pek çok kişi bunu, esasında “ne istersen o olabilirsin ve kim olduğunu değiştirmeye karar verebilirsin” diyen radikal bir özgür seçim olarak anladı. Bu kitabın yalnızca son bölümünde- Simone de Beauvoir’ın bir durum fikrinden hareketle- özgürlüğü daima kısıtlama sahneleri ve özne oluşumunun tarihleri içinde icra ettiğimizi açıkça söylediğim yerde ortaya çıkan bir şey.
Butler sokaktan gelen, belli ki Gazze savaşıyla ilgili bir protestonun uğultusuna kulak kabartmak için duruyor. Şık bir Fransız argo ifadesi kullanarak, “Bir manife -manifesto; gösteri- benziyor” diyor. “İzin almadılarsa, güvenlikle uğraşmak zorunda kalacaklar”.
El Pais: Kampüslerde bu sonbaharın hararetli geçeceği tahmin ediliyordu ama bu tam olarak gerçekleşmedi, öyle değil mi?
Butler: Diğer üniversitelerdeki insanların dayak yediğini gördüğünüzde yöneticilerinizin her zaman ifade özgürlüğüne saygı duymadığını fark ediyorsunuz. Acımasız önlemler almakta daha istekliler. Trump yönetiminde bu durum muhtemelen daha da yoğunlaşacak. Bence protestocular stratejilerini yeniden ele alıyorlar.
El Pais: Geçen yıl bu protestolar ifade özgürlüğü ile antisemitizm arasındaki bir çatışma olarak sunulmuştu…
Butler: Manifin sohbetimizi değiştirmesinden hoşlandım. Sohbetlerin bu değişimlere uyum sağlaması gereken bir dünyada yaşıyoruz. Her türlü ırkçılığa karşı çıkılması gerektiği gibi, antisemitizme de karşı çıkmak zorunlu. Sorun antisemitizmin tanımı. İsrail’i eleştirdiğinizde, Yahudi halkına saldırmanız söz konusu olamaz. İsrail’in kendi içinde de Siyonizm eleştirileri de dahil, oldukça sert bazı eleştiriler görüyorsunuz. Eğer Ha’Aretz bu tür tartışmalara uyum sağlayabiliyorsa, neden [ABD’deki] açık tartışmanın yalnızca bir tür antisemitizm olabileceğini düşünelim ki? Sansür ve asılsız suçlamalar zor sohbetlerin yerini alıyor. Ama, özellikle de bu kadar çok demokrasinin otoriter güçlere yenik düşmenin eşiğinde olduğu bugün, ihtiyacımız olan şey de bu ikincisi.
El Pais: Yakın zaman önce Hamas’ı bir “direniş hareketi” olarak tanımladınız…
Butler: Bu talihsiz bir durum: insanlar bir cümleyi alıyor ve sonra bu benim benimsediğim pozisyonun tamamını temsil eder hale geliyor. Sansür ve kınama konusunda öylesine büyük bir acelecilik var ki, açık bir tartışmanın parçası olmak son derece zor. Hamas’ın bir direniş hareketi olduğunu söylediğimde, onu tarif ediyorum, ama onu desteklemiyorum. Yine de burada bu turnusol testleri mevcut: Bazı kelimeleri dile getirip, diğerlerini getirmemelisiniz ve testi geçmeyi başaramadığınızda itibarınız zarar görüyor. Ayrıca, bir de şu gerçek var, Fransa’da “direniş” dediğinizde, modern Fransa tarihindeki en önemli kurtuluş hareketine tahsis edilmiş olan bir kelimeyi kullanmış oluyorsunuz. Onlar için, direniş nihai bir değer ve “terörizm” de Hamas gibi gruplara tek bir kelime daha etmeden vermek zorunda olduğunuz isim.
El Pais: Ben İspanya’nın Bask Bölgesi’nde doğdum ve dilin ne kadar hassas olabileceğini hatırlıyorum. Örneğin BBC, ETA’yı “ayrılıkçı bir grup” olarak adlandırmaya devam ettiğinde. Hamas terörist bir örgüt değil mi?
Butler: Hamas terörist taktikler kullanıyor, elbette, ancak Birleşmiş Milletler içinde her zaman terörist bir grup olarak sınıflandırılmadığını biliyorum; sosyal hizmetler sağlayan ve insani yardım dağıtan askeri olmayan bir kanadı var ve bu da İsrail devletinin o konvoyları bombalamasının nedenlerinden biri. Peki neden çok daha yıkıcı olan ve düzenli biçimde insanlığa karşı suç işleyen İsrail devlet şiddeti “devlet terörizmi” olarak adlandırılmıyor? ABD’de (Filistinli düşünür) Edward Said bile terörist diye adlandırılıyordu. Bu her türlü sohbeti sonlandıran bir kelime. Ama Filistinlilerin neden böyle bir ayaklanma yaşadığını bilmek istiyorsak, o zaman daha uzun bir tarihi anlatmanız gerekir. Böyle bir konuyu tartışılabilir hale getirmek onları akladığınız anlamına gelmez. Şiddetsizliğin Gücü diye koca bir kitap yazdım, benim şiddet içermeyen pratiklere olan bağlılığımın ne olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bunun Filistin kurtuluş hareketinin silahlı fraksiyonu olduğunu kabul edebildiğim için, bütün ilkelerime ihanet ederek bu hareketi desteklediğimi iddia etmenin entelektüel açıdan sorumsuzluk değilse bile kötü niyet olduğunu düşünüyorum.
El Pais: Bu da bizi, çalışmanızın en ilginç noktalarından biri olan “yası tutulabilirlik” fikriyle, yani yasının tutulmasını diğerlerinden daha çok hak eden insanlar olduğu fikriyle bağlantılı bir yere götürüyor.
Butler: Savaşanlar genelde yok ettikleri kişileri zaten yaşamayı hak etmeyen hayatlar gibi görürler. Öldürüldüklerinde o hayatların kaybının yasını tutmazlar çünkü bunlar değerli hayatlar sayılmazlar. Filistinliler yaşayan varlıklar olarak değil, İsrail’in yaşamına karşı tehditler olarak görülüyor. Bir grup insan, artık insan topluluğunun bir parçası sayılmayacak kadar insanlıktan çıkarıldığında, bu durumda soykırım eylemine giden yolun önü açılır. Gazze’de gördüğümüz de soykırım eylemleri.
El Pais: Tam bir soykırım değil…
Butler: Bir soykırım eylemi yalnızca çok özgün bir etnik veya ırksal grubu değil, aynı zamanda yaşamın altyapılarını da hedef alan bir eylemdir. 1944’te soykırım doktrinini ortaya atan Raphael Lemkin bu konuda çok netti. BM’nin Filistin özel raportörü Francesca Albanese de Gazze’nin mevcut durumu için Lemkin’in yaptığı tanımlamayı kabul ediyor. Dolayısıyla gördüğümüz şeyin soykırıma yönelik bir davranış olduğunu düşünüyorum. İnsanların anlaması daha zor olan şeyse, bu tür taktiklerin ve bu öldürme biçiminin, zorla mülksüzleştirme biçiminin, 7 Ekim [2023] cinayetlerine misilleme olarak başlamadığı, ama [İsrail devleti kurulduğu] 1948’den bu yana İsrail devlet şiddetinin tamamlayıcı parçaları olduğu.
El Pais: Gerçeklik tarafından kesintiye uğratılmadan önce bulunduğumuz noktaya dönelim. Cinsiyet Belası’ndaki performativite hakkında konuşuyorduk…
Butler: O kitap birçok insan için önemli oldu çünkü erkek ya da kadın olmanın ne anlama geldiğine dair çok güçlü beklentilerin bulunduğu bir dünyada doğduklarını görmelerine imkân verdi. Bazı insanlar bu beklentileri karşılayamıyor ama bu başarısızlık, yoldan sapan, normlara tabi olmayı kabul etmeyen, başka bir yol bulan özerk bir ruhun perspektifinden bakıldığında aslında son derece umut verici.
El Pais: Küçük yaştaki birinin bu kuralları çiğnemeye hazır olduğunu düşünmek açısından bu çizgiyi nerede çiziyorsunuz?
Butler: Bu çok pratik bir soru. Genç insanlar kendi yollarını bulmaya zaman ayırabilmeli. Okulda toplumsal cinsiyet eğitimi veriyorsanız, bu kimseye de eşcinsel ya da trans olmaları gerektiğini söylediğiniz anlamına gelmez. Toplumsal cinsiyet normlarına uymayan gençlere destek sağlamamak, bana bir zulüm eylemi gibi geliyor. Çocuk her “ah, hormon istiyorum” dediğinde hemen doktora gitmezsiniz diye düşünüyorum. Ama bu fikri reddetmezsiniz de.
El Pais: Son kitabınızda toplumsal cinsiyete dair korkuları körüklemek için yaratılmış bir “fantazma”dan söz ediyorsunuz. Çocuklarının hata yapmasından endişe duyan ebeveynlere sempati duyuyor musunuz?
Butler: Evet. O ebeveynlerin bir korkusu var, ama neden bazı şeyleri bilmek istemediklerini de anlayamıyorum. Şili’de bir adam bana, gey veya lezbiyen bir ailenin kapı komşusu olarak yaşamasını istemediğini söylemişti. “Ben heteroseksüelim, evliyim, üreme merkezli cinsellikten keyif alıyorum, yaşam tarzım Tanrının emrettiği yaşam tarzı, tek doğru ve ahlaki yaşam tarzı da bu” dedi. Onun korkusu, farklı türden meşru ailelerin var olması halinde, kendi yaşadığı tarzın daha az doğal ve daha az gerekli hale geleceğiydi.
El Pais: Toplumsal cinsiyet ideolojisine yönelik temel eleştirilerden biri ilaç sanayinin bu ideolojide menfaat sahibi olması…
Butler: Pharma hormon replasman tedavisinde menfaatlere sahip, ama benim bildiğim kadarıyla kadınlara yönelik menopoz sonrası hormon replasman tedavisi çok daha büyük bir sektör. Elbette Büyük İlaç Sanayi, depresyon dahil pek çok sağlık sorunu açısından bir sorun ancak çocukların, Trump’ın temsil ettiği erkeklik versiyonu dahil toplumsal cinsiyet normlarını sorgulamasının ana nedeni bu değil. Kendi özerkliklerini icra edebilecekleri alanlara ihtiyaçları var. Kendilerini nerede ifade edebiliyorlar? Bazen bir zamiri seçerek.
El Pais: Toplumsal cinsiyetin kadınların silikleşmesine yol açabileceğini düşünen feministlerin endişelerini anlıyor musunuz?
Butler: Bazı feministler, bence farkında olmadan, toplumsal cinsiyetle ilgili bu fantazmayı kışkırtma konusunda kendilerini İngiltere ve İspanya gibi yerlerde aşırı sağla ittifak içine soktular. Bu korkuları anlıyorum ama bunu anlamam bu korkuların bilgiye dayalı olduğunu düşündüğüm anlamına gelmiyor. Belki de söz konusu feministlerin transların kim olduğunu daha iyi anlamaya ihtiyaçları vardır. Sadece bu kategoriyi açıp bazı insanları içeriye davet ettik diye kadınlık silinip gitmeyecek. Bu moment, tuvaletler hakkında sekter kavgalara tutuşma değil, ittifakları genişletme momenti. Kadınlar sağlık bakımı hizmetlerinden mahrum bırakılmanın nasıl bir şey olduğunu biliyorlar. Şu anda ABD de dahil dünyanın birçok yerinde üreme sağlığına erişimden mahrum bırakılıyorlar. Kadınlar özerklik için mücadele etmenin ne kadar zor ve gerekli olduğunu biliyorlar. Peki neden sağlık hizmetleri ve şiddet korkusundan uzak yaşama konusundaki trans mücadelelerini desteklemesinler?
El Pais: Bu fantazma Trump’ın kampanyasında işe yaramış gibi görünüyor. Sloganlarından birisi şöyleydi: “Kamala -they/them -onlar için. Başkan Trump sizin için.” Konu, toplumun çok küçük bir bölümünü oluşturan göçmen mahkûm nüfusuna cinsiyet tedavisi hakkı verilip verilmeyeceğiyle ilgiliydi. Ancak bu ve Harris’in bunu çürütmedeki başarısızlığı Cumhuriyetçilerin zaferinin güçlü bir nedeni oldu.
Butler: Elde ettiği zaferin sebebinin bu olduğundan şüpheliyim. İnsanlar zaten ekonomi, savaş ve iklim felaketiyle ilgili pek çok korkuyla birlikte yaşıyordu ve Trump da bu korkulardan nasıl yararlanıp azınlıkları günah keçisi haline getireceğini biliyordu. Bu mesaj anksiyeteye hitap etti. Trump göçmen karşıtı söylemini trans karşıtı ve feminist karşıtı söylemiyle bir araya getirdi: Woke- aşırı duyar kasan- , Marksist, feminist, Siyah ve kahverengi, muhtemelen sınırı aşan (korkunç) göçmenlere yönelik (yine korkunç) trans ameliyatlarını destekleyen Harris. Bizler, solda insanların derin tutkularına nasıl hitap edeceğimizi bilmiyoruz. Çok akıllı ve çok eleştirel olduğumuzu düşünüyoruz. Peki insanların tutkuyla kapılacağı o radikal hayal gücü nerede? Yenilgiden sonra başlayan suçlu kim oyununu sevmedim. “Ah, insanların ne kadar trans ve göçmen karşıtı olduklarının farkında değildik” diyen köşe yazarlarını sevmedim.
El Pais: Sadece Trumpizm değil. Bazı Demokrat sesler de spor gibi çok az insanı etkileyen alanlarda trans hakları meselesinin ötesine geçmenin zamanının geldiğini söylüyor.
Butler: Bunu Yahudiler, Siyahlar, Haitililer ya da çok savunmasız herhangi bir azınlık için de söyleyebilirsiniz. Bir kez savunmasız tek bir azınlığın feda edilebileceğine karar verdiğinizde, faşist bir mantıkla hareket ediyorsunuz demektir, çünkü bu, feda etmek isteyeceğiniz ikinci bir azınlığın olabileceği, sonra bir üçüncüsünün, dördüncüsünün olabileceği anlamına gelir, peki sonra ne olur?
2017’de Judith Butler’ın São Paulo ziyaretinde protesto. Çoğu kadın olan göstericiler eylemi kuklasını yakarak sonlandırmıştı Foto: NELSON ALMEIDA/Getty Images (AFP via Getty Images)
El Pais: J. K. Rowling alaycı bir şekilde The Guardian gazetesinin Trump’a meydan okumak için “Amerikalı taksi şoförlerinin Judith Butler’ı yeterince okumadığından şikâyet eden [sol görüşlü İngiliz yazar] Owen Jones’un uzun duygusal yazılarını” yayınlamak için dört yıl harcayacağını öngörüyor. Seçkinlerle sözde “normal insanlar” arasındaki uçurum aşılamaz bir uçurum mu?
Butler: Taksi şoförleri yaklaşık 20 yıl öncesine kadar Demokrattı. Bernie Sanders taksi şoförlerini kazandı. Alexandria Ocasio-Cortez de. Her ikisi de sosyal, ekonomik ve toplumsal cinsiyet politikaları konularında ilerici insanlar. Zengin ve fakir arasında artan eşitsizliğe karşı çıkmak Demokrat veya liberal-sol koalisyon için sadece bir eklenti olmaktan çıkarak ana görev haline gelirse, o zaman belki yeniden bir Bernie etkisi yaratabiliriz. Bu arada, taksi şoförleriyle toplumsal cinsiyet konusunda harika tartışmalar yapıyorum. Birçoğunun mükemmel gündelik hayat kuramcıları olduğunu görüyorum.
El Pais: Bu toplumsal cinsiyetli bir seçim oldu, ama okurlarınızdan herhangi birinin hayal edeceği anlamda değil. Erkeklerin kadınlara karşı seçimiydi. Kadın düşmanı erkekçiliğin zaferinin seçimi. Bunu onlarca yıldır temsil ettiğiniz ve savunduğumuz şeylere karşı bir tepki olarak yorumluyor musunuz?
Butler: Bu resmin bir parçası. Ama önemli olan, giderek daha şiddetli hale gelen ırkçılık biçimleri bağlamında toplumsal cinsiyet ayrımı hakkında nasıl düşündüğümüz. Giderek daha da kadın düşmanı ve ırkçı bir hale gelen bir ülkede toplumsal cinsiyet ve ırkın Harris’in şahsında temel bir sorun olmadığını kim söyleyebilir ki?
El Pais: Bu seçim bir kez daha ABD’nin bir kadını seçmeye hazır olmadığını mı kanıtladı, yoksa sorun belirli bir kadın mıydı?
Butler: Harris’in temsil ettiği pek çok şeye (hidrolik çatlama, göç, Filistin) katılmıyorum ve adaylığını aktif olarak desteklemedim. Ama ona oy verdim. Trump’ın şahsında kutlanan habis bir kadın düşmanlığı tarihimiz var. Cinsel bir suçlu olan Trump, kadınları bir sınıf olarak aşağılamak ve küçük düşürmek için diğer herhangi bir Amerikalıdan çok daha fazlasını yaptı. “Ah, davranışlarının o kısmı hoşuma gitmiyor, ama yine de ekonomi yüzünden ona oy vereceğim” diyen insanlar, bu kadın düşmanlığıyla birlikte yaşamaya ve Trump’ın cinsel şiddetine göz yummaya istekli olduklarını itiraf ediyorlar. Bir adayın sergilediği ırkçılık ve kadın düşmanlığıyla “birlikte yaşayabileceğini” söyleyen kişiler arttıkça, bunlar coşkulu ırkçılar olmasalar bile, daha coşkulu ırkçılar ve faşistler de o kadar güçleniyor. ABD’deki birçok sağcı harekette bir tür restorasyon fantezisinin söz konusu olduğunu görüyorum. İnsanlar beyaz bir ülke olma fikrine veya ataerkil aile fikrine, evliliklerin heteroseksüellere ait olduğu ilkesine geri dönmek istiyorlar. Ben bunu imkânsız bir geçmiş için duyulan nostaljik bir çılgınlık olarak adlandırıyorum. Bu çılgınlığın pençesine düşmüş olanlar aslında şunu söylüyorlar: “Bu dünyanın karmaşıklığından ve bütün bu dilleri konuşan bu insanlardan hoşlanmıyorum. Ailemin toplumsal cinsiyet ideolojisi tarafından yok edilmesinden korkuyorum.” Bunun sonucu olarak, bu ülkedeki en savunmasız insanlardan bazılarına çılgınca sırt çeviriyorlar, aynı şeyin kendilerine de yapılmasından korktukları için onların haklarını ellerinden alıyorlar.
El Pais: Seçim sonucu woke iflas etti anlamına mı geliyor?
Butler: Woke’un ne olduğunu bile bilmiyorum. Sadece sağın kullandığı bir hakaret.
El Pais: Soruyu yeniden soracağım. Trump’ın zaferi kimlik siyaseti açısından bir tür sona mu işaret ediyor?
Butler: Kimlik, benim için, ittifaklar için bir hareket noktası ki ittifakların, translardan çalışanlara ve J. K. Rowling’in çok önemsediği taksi şoförlerine kadar her türden insanı içermesi gerek. Kimlik, bağlantılar kurmak ve daha büyük toplulukların parçası olmak için harika bir başlangıç. Ama sadece kimlikle ilgili olan bir kimlik siyasetine sahip olamazsınız. Bunu yaparsanız, sekterce sınırlar çizmiş ve karşılıklı olarak birbirine bağımlı olan bağlarımıza sırt çevirmiş olursunuz.
*Son dönemde dünyanın en etkili zihinleri sıralamasında yer alanda Judith Butler’ın 15 Aralık’ta EL PAÍS gazetesinin sorularını yanıtladığı bu söyleşi, Fikir Gazetesi için çevrilmiştir.
** 20 Kasım’da Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley kampusundaki mineraloji binasında. Foto: Carlos Rosillo