Çeviren: Çiğdem Çidamlı
Kemer sıkma [politikaları] her yerde. Faiz oranlarındaki artışlar, yeni özelleştirmeler, daha da esnek iş sözleşmeleri, sağlık hizmetlerindeki ve kamusal eğitimdeki kesintiler, sermaye kazanç vergilerindeki indirimler ve artan tüketim vergileri. Her ekonomik reform bize bir mecburiyet olarak sunuluyor: bizim kemerlerimizi sıkmamız gerek, yoksa devletimiz iflas edecek. Gerçekçi olmamız ve ekonomik durumun gerektirdiği zor tercihleri yapmamız gerek. Saf, nesnel ve mantıksal bir iktisat bilimi yaklaşımı bizleri büyülüyor. Başka hiçbir alternatif yok ve uzmanlara güvenmekten başka çare de yok.
Ama bu uzmanlar görünüşe göre her yerde hazır ve nazır olan bu terimi kullandıklarında acaba ne demek istiyorlar? Çoğu bu terimi kamusal harcamaların kesilmesini ve vergilerin artırılmasını içeren ekonomi politikaları olarak tanımlayacaktır. İşte ilk tuzak da burada yatıyor: İktisatçılar bir yekûnun, toplamın merceğini kullanıyorlar. Bu uzmanlar kendi içinde uyumlu ulusal varlıklar olarak ABD, Fransız veya Brezilya ekonomilerinden söz ediyorlar. Ancak daha yakından bakıldığında bunların ulusal ekonomiler içindeki ve arasındaki derin sınıfsal ayrımları gizleyen kaba soyutlamalar olduğu görülüyor.
Yaşadığımız ve çalıştığımız ülke olan ABD’deki toplam devlet harcamalarına baktığımızda ise, kemer sıkma politikalarından herhangi bir iz görmüyoruz. Aslında devlet, özellikle hissedar kârlarını güvence altına almak için, askeri-sanayi kompleks ve diğer sektörlerde yer alan özel kuruluşlara kamusal yardımlarda bulunarak yoğun harcamalar yapıyor. ABD, Joe Biden yönetiminde, varlık yöneticilerinin yeşil geçiş sürecine yatırım yapmasını teşvik etmek, Amerikan finans sektörünü canlandırmak ve İsrail’e on aydan kısa bir süre içinde en az 12,5 milyar dolar askeri yardımda bulunmak için borçlandı. Ağustos ayında yapılan ilave “yardım”a ek olarak bu tutar, tıp uzmanlarının, yüzde 70’i kadın ve çocuk olmak üzere, şu ana kadar 186.000 insanı öldürdüğünü tahmin ettikleri İsrail katliamıyla bağlantılı, elliden fazla çok uluslu şirket açısından iş garantisi anlamına geliyor.
Kemer sıkma politikaları basit anlamda devletin harcama yapıp yapmadığıyla değil devletin harcamaları nereye veya daha iyisi, kimin için yaptığıyla ilgili bir mesele. Kemer sıkma yalanı, hangi parti iktidarda olursa olsun veya kamuoyu neye inanırsa inansın, demokrasinin iş dünyasının olağan işleyişine müdahale etmemesini sağlayan bir araç işlevi görüyor.
Kimin Devleti, Kimin Çıkarları?
ABD devleti, çoğu devlet gibi, bir yandan sağlık, eğitim, ulaşım, sosyal konut veya işsizlik yardımlarına ilişkin harcamaları keserken, askeri harcamaları artırıyor veya bankaları kurtarıyor, kaynakları çalışan çoğunluktan nüfusun temelde sermaye sahipliğiyle (yani hisse senedi temettüleri, kiralar ve faiz) geçimini sağlayan yüzde 1’ine yapısal biçimlerde aktarıyor. Başka bir deyişle, kemer sıkma politikaları daha az harcama yapmakla değil “doğru” biçimde harcama yapmakla, yani harcamaları ekonomi ve finans dünyası elitlerinin yararına ve nüfusun çoğunluğunun zararına yapmakla ilgili bir mesele. Bizler temel sağlık tedavilerimizi karşılamak için mücadele ederken, çocuklarımızı aşırı kalabalık ve yetersiz bütçeli okullara göndermek zorunda bırakılırken ve resmî belgelerimizi yenilemek için uzun kuyruklarda beklerken, Lockheed Martin ve BlackRock’un kasaları sürekli dolduruluyor. ABD devleti sadece 2023’te Lockheed Martin’den yaklaşık 50 milyar dolarlık silah satın aldı. Sosyal harcamalar kısılıyor olabilir ama kapitalist sınıf açısından para yok diye bir fikir mevzu bahis bile değil.
Aynı ilke, kemer sıkma madalyonun diğer yüzünü oluşturan devlet gelirleri için de geçerli: mesele devletin vergileri yükseltip yükseltmemesi değil, vergileri kimin için yükselttiği. Bugün çoğu hükümet azalan oranlı vergi reformu yasaları çıkarıyor, (vergiler alanındaki cömert boşluklar bir yana) sermaye geliri sahipleri için vergileri düşürmeye devam ederken, vergileri doğrudan maaşlarından kesildiği için vergi kaçırma imkânı çok az olan emek geliri sahiplerinin vergilerini yükseltiyor. ABD’de, gelirlerini çalışarak elde edenler, gelirlerini sermaye kazançları üzerinden elde edenlere göre orantısız ölçüde daha fazla vergilendiriliyor – bu sermaye kazançlarının büyük bir bölümü de zenginler tarafından elde ediliyor (2019’da en tepedeki yüzde 1’lik dilim, ABD’deki tüm sermaye kazançlarının yüzde 75’ini ve en tepedeki yüzde 0,1’lik dilim ise tek başına neredeyse yarısını temsil ediyordu). Üstelik satış vergileri, (yakıt üzerindeki) tüketim vergileri ve alkol vergileri -yani gelirimiz her ne olursa olsun hepimizin eşit oranda ödediği vergiler- birçok ABD eyaletinde yükselirken, federal kurumlar vergileri (2017’de yüzde 35’ten yüzde 21’e) ve üst gelir dilimlerindeki vergiler (1953’te yüzde 92’den 2023’te yüzde 37’ye) düşürüldü.
Bu ise bizi, Walt Disney gibi bir şirkette çalışan bir bekçinin, şirketin CEO’sunun bir yılda kazandığı kadar para kazanmak için iki bin yıl çalışmasının gerekmesi ve hissedarların, emeğiyle kârı yaratan işçilerden çok daha az vergi ödemesi gibi saçma bir duruma sürüklüyor. Walt Disney sepetteki tek bir çürük elma değil, tersine diğer bazı şirketlerle karşılaştırıldığında sönük bile kalan bir standart. 2018’de sıfır dolar federal gelir vergisi ödeyen Amerikan şirketleri IBM, Starbucks, Netflix, Delta, Chevron, GM ve Amazon gibi şirketleri içeriyor. Azalan oranlı vergilendirmenin en göze çarpan örneği ise, dünyanın her yerinde maliye gelirleriyle büyük ölçüde ilişkisiz hale getirilen bir vergi olan veraset vergisi indirimleri. ABD’de, yıllık gelir tröstü mekanizması (sözde Kurucunun Saklı Tuttuğu Gelir Tröstü-Grantor Retained Annuity Trust) sayesinde, multi-milyonerler servetlerini gelecek kuşaklara tam anlamıyla vergiden muaf biçimde aktarabiliyorlar.
Bu gerçekleri aklımızda tutarak, kemer sıkma politikalarının devlet ile piyasa arasında sıfır toplamlı bir oyun olarak algılandığı yaygın inanışı bir kenara bırakabiliriz. Kemer sıkma kapitalizmi, daha az devlet değil; (ücretleriyle geçinen) çoğunluğun kaynaklarına (temelde sermaye üzerinden geçinen) azınlık yararına el koyma mantığına göre hareket ederek piyasayı desteklemekte sürekli olarak aktif bir rol oynayan bir devlet anlamına geliyor. Kemer sıkma politikaları, ekonomiyi kelimenin en radikal anlamında “yönetiyor”: bizleri güvencesiz ve uysal hale getiriyor ve ekonomik sistemin de asla sorgulanmamasını sağlıyor. Kemer sıkma politikaları parti sınırlarını aşıyor. Çoğu kez Brezilya’daki Luiz Inácio Lula da Silva hükümetinden Birleşik Krallık’taki İşçi Partisi’ne kadar kendinden menkul sol paradoksal biçimde kemer sıkma politikalarını destekliyor. Bu durum özellikle Almanya’nın, muhtemelen hiçbir muhafazakâr hükümetin cesaret edemeyeceği kadar kapsamlı sosyal kesintiler ve emek piyasası reformları gerçekleştiren Gerhard Schröder liderliğindeki Sosyal Demokrat-Yeşil koalisyonu için geçerli.
Kutsal Kemer Sıkma Üçlüsü
Mali kemer sıkma politikaları genelde Avrupa Merkez Bankası’nın Temmuz 2022’den bu yana neredeyse her ay yaptığı gibi faiz oranlarını artıran parasal politikalarla el ele gidiyor. Bu, sermaye sahipleri (yani devletin vergilendirmemeyi tercih ederek bunun yerine kendilerinden borç alıp faiz geliri kazandırdığı aynı kişiler) için iyi haber anlamına geliyor. Ama gündelik geçimleri için krediye bağımlı olan ve daha yüksek ipotek ödemeleri ve boğazlarına kadar biriken kredi kartı borçlarıyla karşı karşıya kalan aileler için kötü haber.
Çalışan aileler yalnızca tüketiciler olarak değil, işçiler olarak da daha ağır darbe alıyor. Öncelikle, yüksek para maliyeti, hükümetin sosyal hizmetler için aldığı borçlanma giderlerini artırıyor ve bu da daha fazla kesintiyi meşrulaştırmak için kullanılıyor. Bunlar da daha sonra sağlık ve eğitim gibi temel hakların metalaştırılmasını ve dolayısıyla işçilerin bunlara para yetiştirmek için bulabildikleri her türlü işi kabullenme konusundaki istekliliğini artırıyor. Dahası, parasal kemer sıkma politikaları doğrudan doğruya emek piyasasını etkiliyor. Aslında yüksek para maliyeti ekonomiyi yavaşlatıyor; daha az istihdam fırsatı ve daha yüksek işsizlik, işçilerin pazarlık gücünü zayıflatıyor. Parasal kemer sıkma politikaları ABD Merkez Bankası’nın 2022 ve 2023 gündemini belirledi ve Temmuz 2023 ile Temmuz 2024 arasında işsizlerin sayısını 1,3 milyon artırdı.
Mevcut parasal kemer sıkma dalgasının öncesinde, özellikle 2008 sonrası dönemde, on yılı aşkın süre boyunca, ekonomik gücün varlık yöneticilerinin ve “bulut” sermayesinin elinde yoğunlaşmasına doğrudan doğruya hizmet eden, son derece düşük faiz oranları hakimdi. Ancak mevcut ABD Hazine Bakanı Janet Yellen’ın hatırlattığı gibi, “faiz oranları ancak işçiler zayıf olduğunda düşük olabilir.”
Büyük şirketlerin varlıklarını doğrudan doğruya güvence altına alan kolay para ve daha yeni niceliksel genişleme biçimleri, önceki kemer sıkma dalgaları nedeniyle, sermaye düzeniyle politik anlamda uyumluydu. ABD’de kötü ünlü Volcker şokunun oynadığı rol buydu. Bu şok adını, faiz oranlarını 1980’lerin başında yüzde 20’ye yükselterek ABD’de ekonomik bir durgunluğa ve ABD para birimi cinsinden ağır borçları olan Latin Amerika ülkeleri için daha da büyük bir durgunluğa neden olan Fed başkanı Paul Volcker’dan aldı. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, bu pahalı para dozu, işsizliği yüzde 10’a yükseltti ve işçilerin onlarca yıldır görülmemiş düzeyde saldırıya geçmekte olduğu bir anda örgütlü emeğin belini kırdı.
Ancak yönetici elit sürekli zafer diye bir şeyin mevcut olmadığını biliyor. Son olayların da gösterdiği gibi, sıkılaşan emek piyasalarında yaşanan her türlü ücret artışı hızlanması, ortadan kaldırılması gereken potansiyel bir tehdit. Ekonomiyi durgunluğa sürükleme riski ise, sermaye birikiminin hayati önkoşuluyla kıyaslandığında kısa-vadeli bir maliyet. Bu hayati ön koşulsa işçilerin itaatini ve sağlıklı bir sömürü oranını güvence altına almak. Ekonomik durgunluklar, “doğal felaketler” olmaktan ziyade, genelde ücretlerin daralmasını sağlamak ve kârın tartışmasız hakimiyetini sürdürmek için tasarlanmış kasti sonuçlar.
Son olarak, kutsal kemer sıkma üçlüsünün üçüncü unsurunu, yani emek piyasasına özelleştirmeler, zorluklarla kazanılmış işçi haklarının ortadan kaldırılması ve sendikaların zayıflatılması yoluyla yapılan doğrudan devlet müdahalelerinde görünür hale gelen endüstriyel kemer sıkma unsurunu unutmamalıyız. Kemer sıkma politikasının -mali, parasal ve endüstriyel- üç cephesi birbirini güçlendirir ve kaynakları sürekli olarak işçilerden sermaye sahiplerine kaydırmak için birlik içinde çalışır.
Kusurlu Bir Çerçeveden Fazlası
Son derece zengin araştırmalar kemer sıkma politikalarının neredeyse hiçbir zaman ne büyümeyi teşvik ettiğini ne de borcu azalttığını kanıtlamış durumda. Bu veri alındığında, sorulması anlamlı olan soru kemer sıkma politikasının geçmiş performansının ne olduğu değil, neden tüm hükümetler tarafından tercih edilen eylem planı olmaya devam ettiği sorusu.
Kemer sıkma politikalarının arkasında yatan nedenleri düşünürken yapabileceğimiz en büyük hata, bu politikaları yalnızca ekonomik büyümeyi engelleyen hatalı politikalar olarak ele almak olur. Bu tür bir pozisyon tipik olarak kemer sıkma politikalarını eleştiren ancak yine de ekonomik ve politik sorunlar arasında mutlak bir ayrım olduğunu varsayan teknokratik bir çerçevede yer alan iktisatçılar tarafından benimsenmektedir. Kemer sıkma politikalarının hakimiyeti iktidarda bulunanların basitçe aptal veya yolsuz olmalarının sonucu değildir; tam tersine bunlar birer sonuçtur çünkü kemer sıkma politikalarını sınıf ilişkilerini güçlendirmede özellikle etkili sayarlar. Maliye ve para politikalarını, bu politikaların çalışma ilişkileri ve nihayetinde ekonomik sistemimizin temel sosyal ilişkisi olarak sermaye düzeni dediğimiz şey üzerindeki etkileri dikkate almadan anlamak mümkün değildir. Kemer sıkma politikası hiçbir zaman enflasyonu dizginlemek veya harcamaları kontrol altında tutmakla ilgili olmadı; toplam talep manipülasyonları her zaman daha derin bir amacı hedefleyen birer araç olmuştur: yani bu gezegende yaşayan insanların çoğunluğu açısından, geçimlerini sağlamak için emeklerini satmaktan başka hiçbir alternatifin var olmamasını sağlamak.
Bu hedef, geçici bir ekonomik durgunluk veya daha fazla borç pahasına bile olsa, diğer tüm hedeflerden önceliklidir. Örneğin, zenginlerden vergi almamanın Amerikan vatandaşlarına maliyeti düşünüldüğünde, söz konusu siyasi önceliklerin maskesini düşürmek kolaydır. ABD Hazinesi’ne göre, sermaye kazançlarının vergilendirilmeden aktarılmasına izin vermek yerine ölüm anında vergilendirilmesi, önümüzdeki on yılda neredeyse tamamı en zengin yüzde 1’den olmak üzere 400 milyar doların üzerinde bir gelir elde edilmesini sağlayacaktır. Bu da ABD hükümetinin 2023’te düşük gelirli ailelere yönelik gıda yardımı programlarına harcadığı tutarın üç katıdır. İç Gelirler İdaresi’nin fonlarının sistematik olarak kesilmesi bu noktada sembolik bir örnektir. Kamu çalışanlarının maliyetleri düşürme bahanesiyle işten çıkarılması, vergi paralarının toplanamaması nedeniyle, on yılı aşkın bir süre içinde ironik bir şekilde tahmini 7,5 trilyon dolar tutarında bir maliyet yarattı ki bu tutar 2023 mali yılı açığının neredeyse 4,5 katı.
Özetle, elitlerin kemer sıkma politikalarıyla ulaşmaya çalıştıkları temel hedef, işçilerin piyasaya olan bağımlılığını artırmaktır. Örneğin Amerikalı bir işçi işini ve işiyle birlikte sağlık tedavi masraflarını ödeme imkanını kaybetmekten korkuyorsa, daha kontrol edilebilir hale gelecektir. İş olanakları kıtsa, ücretler düşer. Devlet sağlık, eğitim, sosyal konut, ulaşım ve kamu hizmetlerinde kesintiye giderken insanlar çocuklarına iyi bir eğitim, yeterli tıbbi tedavi, başlarını sokabilecekleri bir çatı ve ulaşım hakkından yararlanmak için ceplerinde para olması endişesi duyarlar. Yeterli paraya sahip olma ihtiyacına giderek daha fazla bağlanırlar ve çoğu kişi de bunu sadece tek bir yolla elde edebilir: çalışma kapasitelerini bir ücret karşılığında satarak. Bırakın çalışma koşullarını değiştirmek için kolektif bir mücadeleye girmeyi, ay sonunu getirmelerine yetecek kadar enerjileri bile kalmaz.
Ama ikinci bir neden daha mevcuttur: Kutsal kemer sıkma üçlüsü, en zengin yatırımcıları, sübvansiyonlar ve devlet teşvikleri, (sermaye kazançları, servet ve kurumsal karlar için) müstehcen derecede düşük vergiler, düşük ücretler ve emeğin güvencelerinin ve korumalarının altının oyulması yoluyla çekerek sermaye yatırımını destekler. Kârların hızla artması için mümkün olan en iyi koşulları sağlayan kemer sıkma politikaları, serveti yukarıya doğru yeniden bölüştürmenin araçları haline gelir ve (kendilerini zaten her türlü en değerli hak sahipleri olarak gören) tasarruf sahibi-yatırımcı bir seçkinler azınlığına fayda sağlar.
Dolayısıyla kemer sıkma politikalarının verimliliğinin gerçek ölçüsü, ekonomik büyümenin temelini oluşturan kapitalist düzene hizmet eden ve her şeyden önce onu koruyan bir sınıfsal yapıyı dayatma ve güçlendirme yeteneğinde yatar. Bu anlamda kemer sıkma politikaları hiçbir zaman mantıksız bir hesaplama olmamıştır.
Tasarım İtibarıyla Disipliner
ABD Merkez Bankası’ndan Avrupa Merkez Bankası’na ve Uluslararası Para Fonu’na kadar çağımızın hâkim finansal kuruluşları, görünüşte ekonomiyi “istikrarlı hale getirmek” temel amacına hizmet ediyorlar. Ancak tarihi daha yakından okuduğumuzda, bu istikrar kazandırmanın temel ön koşulunun, oyunu işçilere karşı hileli hale getirerek onları üretim sürecinde ikincil bir rolü kabul etmekten başka bir alternatiften yoksun bırakmak olduğunu ortaya koyuyor. Amerikalı iktisatçı Duncan Foley’in zekice ifade ettiği gibi, görünürde enflasyonu hedef alan para ve maliye politikaları en iyi, birer “sömürü oranı hedeflemesi” olarak tanımlanabilir. Makroekonomik yönetimin alet kutusu -faiz oranı yükselmeleri, sosyal harcama kesintileri, azalan oranlı vergilendirme, özelleştirmeler- çalışanların istihdam kayıpları, sosyal güvencesizlik ve piyasaya bağımlılık gibi yollarla hedeflenen kurbanlar haline getirilmesine dayanır.
Bu senaryoların paradoksal, hatta ekonomi politikalarımızın başarısızlığının birer ifadesi olduğunu düşünebilirsiniz. Sizi suçlamıyoruz. Ama vurgulamak istediğimiz şey, bu sonuçların birer başarısızlık değil, tersine ekonomik sistemimizin mantığının arzu edilen birer sonucu olduğu. Çalışanların kaynaklarına el konulması, ekonomik kırılganlıklarını, güvencesizliklerini ve piyasaya bağımlılıklarını artırır. Bunlar bizim için kesinlikle birer sorundur ama sistem için değil; piyasaya olan bağımlılığı güvence altına almak, sermaye düzeninin temellerini güvence altına almak anlamına gelir.
Kapitalist bir toplumda, ekonomi politikalarını ” belirsiz bir ortak faydaya hizmet eden “doğru” ve “yanlış” ölçütlerine göre tartışmanın bir anlamı olduğu fikrine inanmayı bırakmanın zamanı geldi. Kapitalizmin tarihine baktığımızda, eleştirmenlerin sistemin sorunları olarak tanımladıkları (yoksulluk, eşitsizlik ve işsizlik) gibi sorunların aslında, farklı sorunların çözümleri olsalar da birer çözüm olduklarını görürüz. Kapitalist bir sistemde ekonomi politikaları her zaman birilerinin lehine ve çoğunluğun aleyhine işler. Ekonomik mekanizmamız ne sıradan insanların ihtiyaçlarını karşılamak için tasarlanmıştır ne de buna göre yapılandırılmıştır, tersine az sayıdaki sermaye sahibinin rantlarını ve kârlarını artırmak için tasarlanmış ve yapılandırılmıştır. Kâr açısından avantajlı olan, insanların çoğunluğu açısından kesinlikle dezavantajlıdır, çünkü ilkinin elde ettiği avantaj büyük ölçüde ikincisinin feda edilmesine dayanır.
Kemer sıkmanın politika oluşumunda neredeyse görünmez olacak kadar derinlere kök salmış olan hayati rolü, desteklediği ekonomik sistem varoluşsal bir krize girdiğinde ve istikrarlı bir kapitalizm yanılsaması ortadan kalktığında göz kamaştırıcı bir şekilde ortaya çıkar. Bu krizler, ekonomik büyümedeki basit bir yavaşlamanın çok ötesinde, sistemin (kâr amacıyla mal satmak olan) özünün ve (üretim araçlarının özel mülkiyeti ve ücretli emek olan) temellerinin, sistemin uysallıklarına bağımlı olduğu nüfusun büyük bir kısmı, özellikle de işçiler tarafından sorgulandığı momentlerdir.
Birinci Dünya Savaşı’nın ertesi, kapitalist Batı’nın kalbinde bile kapitalizme alternatif bakış açılarının geniş bir popüler sempati topladığı böyle bir momentti. Britanya’dan İtalya ve Almanya’ya kadar somut kurumsal değişiklikler meydana geliyordu: bazı durumlarda işçi konseyleri üretimi yatay biçimlerde örgütlediler ve kendilerini yeni, gerçek anlamda demokratik siyasal örgütlenmelerin embriyosu olarak öne sürdüler. Büyük ölçekli toplumsal seferberlik derin bir yeniden bölüşüm sağlıyordu.
Daha büyük ekonomik demokrasiye geçişi durduran şey, kemer sıkma politikalarını kapitalizmin krizine nesnel bir çözüm olarak kodlayan uzman eliyle üretilen bir kampanya oldu. Güçlü teknokratlardan oluşan bir azınlık, karmaşa içinde sürüklendiğini düşündükleri dünyaya çare bulmak için müdahalede bulundular. İktisatçılar, bugün de uzmanların söyleminde temel argümanlar olmaya devam eden enflasyonla mücadele ve dengeli bir bütçeye ulaşmak adına, belirli bir hedefe hizmet etmek için çalıştılar: vatandaşların çoğunluğunu yeniden hâkim ekonomik düzene tabi kılmak. İktisat uzmanları, The Capital Order -How Economists Invented Austerity and Paved the Way to Fascism, Clara E. Mattei– kitabında tartışıldığı gibi, İtalyan işçilere kemer sıkma politikasını dayatmak için, uluslararası liberal elit tarafından geniş ölçüde desteklenen Benito Mussolini’nin faşist rejiminin güçlü eline güvenebilirlerdi. Mussolini, neoklasik uzmanlığın otoriter hükümetle ittifakını resmileştirdi ve bu durum, 20. ve 21. yüzyıl kapitalizminin tarihinde bir istisna olmadı.
Kemer sıkma politikaları ile siyasi baskılar arasındaki -faşizmde son derece bariz biçimde görülen- açık bağlantı, İtalyan vatandaşlarına yönelik ekonomik muamelenin aslında İngiliz uzmanların kendi halkları için öngördüğü muameleden hiç de farklı olmadığını ortaya koyuyor. Aslında İngiliz teknokratlar, merkez bankalarının bağımsızlığı ve otoritesi yoluyla ekonomi politikasının demokratik olmayan şekilde uygulanması için yoğun çaba harcadılar. Kemer sıkma politikalarının faşist ve liberal versiyonları arasındaki süreklilikler, sermaye düzenini korumanın, makroekonomik yönetimin kaldıraçlarını halkın müdahalesinden yalıtmak için nasıl sürekli bir çaba gerektirdiğini gösteriyor. Yüz yıl öncesinin dinamikleri, günümüz ekonomi politiğindeki sinsi eğilimleri ortaya çıkarma konusunda hâlâ bize yol gösteriyor.
Kemer sıkma politikalarının Avrupa çapında işçileri disiplin altına almak için ortaya çıktığı o dönemde neler olduğunu araştırmak, bu politikaların mevcut mantığını daha derinlemesine incelememize ve muhalefeti ve direnişi susturan yanlış anlamaları daha iyi gidermemize olanak tanıyor. Tarih, kemer sıkma politikalarının sıklıkla inanıldığı gibi yalnızca 1970’lerdeki neoliberal dönemeçten kaynaklanan bir sapma olmadığını ortaya koyuyor. O tersine ekonomik sistemimizin, sağlıklı bir sömürü oranını korumak için işe koşulan yapısal bir aracı. Kemer sıkma politikaları, işçilerin ve toplumsal hareketlerin daha büyük bir protesto sergilediği dönemlerde bir karşı saldırı olarak daha açıkça görünür hale gelse de iktidarların kapitalist bir sistem içinde sabit kalan yönetimini ve -sandık demokrasisinin son derece dar sınırını- temsil ediyor.
Dolayısıyla kemer sıkma politikalarına son vermek, ilerici bir platformla birkaç seçim kazanmaktan daha fazlasını gerektirecek. Onu göndermek istediğimiz yolu çizebilmek için nereden geldiğini anlamalıyız. Tarihsel araştırmalar, ekonomik soyutlamaları parçalayarak güçlendirici bir mesaj verebilir; uzmanların inanmamızı istediğinin aksine, ekonomik sistemimiz ne doğal ne de kendiliğindendir. “Para” ve “GSYİH büyümesi” olarak sermaye, çoğunluğun tabi kılınmasına dayanan belirli bir siyasi düzene yaslanır. Bu nedenle, ekonomik sistemimiz sürekli yaşam desteğine ihtiyaç duyar. Doğası gereği kırılgandır ve kemer sıkma politikaları bir koruma aracı olarak zaman içinde mükemmelleştirilmiştir. Sermaye düzenimiz, emek piyasasını kontrol etmek ve herhangi bir alternatif ekonomik sistemin ortaya çıkma ihtimalini zayıflatmak için aktif devlet müdahalesine ihtiyaç duyar. Sermaye düzenini korumak için sürekli olarak uygulanan politik stratejilere yönelttiğimiz dikkat, mevcut sosyoekonomik sistemimizin kaçınılmaz olmadığını gösterir. Pasif biçimde geleceğe uzanan tek yol olarak kabul edilmemelidir. Güçlendirici mesaj da işte buradan gelir: Kolektif eylemle yıkılabilir. Kemer sıkmanın mantığının ve hedefinin incelenmesi bu yönde atılan ilk adımdır.
*Orijinali Jacobin sitesinde yayınlanmış olan bu makale, Fikir Gazetesi için çevrilmiştir.
**Fotoğraf: A pensioner sits at a bus stop in Buenos Aires, Argentina, in protest against the president’s decision to not adjust minimum pensions to inflation. (Cristina Sille / Picture Alliance via Getty Images)