Uzmanlar ve Tüketiciler Anlattı | Türkiye’de Pestisit II: Zehirli Gıdalar mı Yiyoruz?

Uzun zamandır, sofralarımıza gelen gıdaların üretim süreçleri, kaynakları ve geçirdiği aşamalar hakkında neredeyse hiçbir bilgiye sahip değiliz. Endüstriyel tarımın etkisiyle, gıdayla ilişkimiz market rafları ve pazar tezgahlarıyla sınırlı bir hale geldi. Buna karşılık, limit aşımları nedeniyle sınırdan geri çevrilen veya hakkında uyarılar yapılan gıdalarla ilgili haberler her geçen gün artıyor. Son dönemde özellikle Dubai çikolatasıyla gündeme gelen Antep fıstığı bu konuda dikkat çekerken, incir, mandalina, greyfurt, nar ve limon gibi birçok sebze ve meyvenin de benzer sorunlarla karşılaştığı biliniyor. Bakanların medyada koklama ve tatma gibi yöntemlerle gıdaların güvenilirliğini göstermeye çalışması ise kamuoyunda tabii ki güven oluşturamıyor. Yetersiz denetim politikaları ve eksik uygulamalar eleştirilerin hedefinde.

Peki, bu ürünler neden geri çevriliyor?

Analizlerin eksik yapıldığı, pestisit gibi zararlı kimyasal kullanımının kontrol edilemediği ve üreticilerin giderek daha fazla yoksullaştığı bir dönemden geçiyoruz. Tüketicilerin sağlıklı gıdaya erişimi giderek zorlaşırken, temel gıda ürünlerine ulaşmak bile büyük bir mesele haline geldi. Üretim ve denetim süreçlerinin büyük ölçüde şirketlere bırakıldığı bu dönemde, benzer sorunların artması kaçınılmaz görünüyor. Gıda güvenliği krizinin neden bu kadar derinleştiği, çözüm için hangi politikaların uygulanması gerektiği, sorumlulukların kimlere ait olduğu ve nasıl bir örgütlenme sağlanabileceği gibi soruları, akademisyenler, çiftçiler ve gıda topluluğu üyeleriyle birlikte değerlendirdik.

Sorularıma, Çiftçi- Sen Genel Örgütlenme Sekreteri Adnan Çobanoğlu, Küçük ölçekli üretim yapan bir aile işletmesi olan Ağustos.dh’den Alican Ocak, Eppek’ten temiz üretici Burak Soykan, Tarım Ekonomisi Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Fatih Özden, Kent çiftçisi, bağımsız araştırmacı, Adil gıda topluluğu koordinatörü Bediz Yılmaz, Gıda topluluğunda türetici Işınsu Kaya, zaman ayırıp cevap verdikleri için çok teşekkür ederim. Emeklere sağlık!

Uzun zamandır gündemde antep fıstığı, nar, limon, greyfurt, kuru incir gibi gıdaların ülkemize geri dönüşü var. Geri dönüş ile ilgili aflatoksinden pestisit fazlalığına kadar birçok sebep belirtiliyor. Bunların sonuçlarına dair neler söyleyebilirsiniz? 

Fatih Özden: Bitkisel üretimde hastalık, zararlı ve yabancı otlarla mücadelede kullanılan pestisitler, çiftçiler için ciddi bir maliyet unsurudur ve insan sağlığı ile ekosistem üzerinde ağır olumsuz etkiler yaratır. Pestisitlere karşı zamanla direnç kazanan zararlılar nedeniyle, çiftçiler dozları artırmak zorunda kalır ve sonunda daha güçlü kimyasallara yönelmek zorunda kalır. Bu durum, çiftçileri artan masraflar ve kısır bir döngü içinde bırakır. Ancak pestisitlerin maliyeti, yalnızca ekonomik boyutla sınırlı değildir. Bu kimyasallar, doğurganlık sorunları, büyüme geriliği, nörolojik bozukluklar, bağışıklık sistemi baskılanması ve kanser gibi birçok sağlık sorununa yol açmaktadır. Bu olumsuz etkiler sadece tüketicilerle sınırlı değildir. Tarım zehirlerinin uygulanması aşamasında, çiftçiler ve tarım işçileri de sağlıklarını kaybetmekte, hatta her yıl dünyada milyonlarca çiftçi zehirlenmeler yaşamaktadır. Bu durum, tükettiğimiz gıdaların gerçek maliyetinin, sadece ürünlerin alım fiyatı değil, aynı zamanda bu hastalıklarla mücadele etmek için yapılan sağlık harcamalarını da içerdiğini gözler önüne sermektedir. Pestisitler yol açtıkları sağlık sorunları yanında, biyoçeşitlilik kaybında da önemli rol oynarlar. Hayvan ve bitki türlerindeki hızlı azalmaların başlıca sebeplerinden biri pestisitlerdir. Biyoçeşitlilik kaybının yarattığı ve yaratacağı maliyetler ise parayla ölçülemez.

Işınsu Kaya: Ben şu anda Muğla, Milas’ın Dörttepe Köyü’nde yaşıyorum. Burada klasik pazarlardan alışveriş yapıyorum ama klasik pazarlarda kayıt dışı kullanım olduğunu düşünüyorum ve şu anda eriştiğim gıdanın da aslında yani aflatoksin ve pestisit açısından yenilebilir seviyelerde olduğunu düşünmüyorum. Bunu burada ancak tanıdığım ve ilaçsız üretim yaptığını bildiğim kişilerden bir şeyler satın alabilme imkanım olduğunda o ürünleri tercih ediyorum. Ama onun haricinde klasik bir alışveriş anlamında pazardan gidip satın alıyorum. İstanbul’da yaşarken Feriköy’deki organik pazardan alışveriş yapıyordum. O zaman daha çok içime siniyordu ya da adil gıda topluluğu gibi gıda topluluklarından alışveriş yaptığım dönemlerde oldu ama şu anda fiziksel olarak uzakta olduğum için öyle bir topluluğun aktif bir parçası değilim.

Sizce bu noktada geri dönüşlerin yaşanmaması sağlıklı gıdaya ulaşmamız için tarladan tabağa nasıl bir yöntem izlenmelidir?

Bediz Yılmaz: Türkiye’de toprak kaybı konusu konuşulurken hep erozyondan bahsediliyor. Ama aslında toprak kaybını toprağın toprak vasfını yitirmesi olarak düşünebiliriz. Yani artık verimli, bitkiyi besleyecek bir toprak değil de bir toz haline gelmesi diyebiliriz. Bunun ana nedenlerinden biri de tabii ki topraktaki organik maddenin çok çok azalması, yüzde birilerin ikilerin altına düşmüş olması ve yoğun kimyasal madde kullanımı. Böyle bir ortamda tutup da en fazla teşvikin topraksız tarım gibi, kentlerde eksi sekizinci katlarda tarım yapılması içib verilmesi, genç kuşaktan insanlara toprağa girmeden kentte mis gibi tertemiz tarım yapıyoruz falan gibi bir imaj yaratarak bunun teşvik edilmesi bana çok yanlış geliyor. Çünkü orada çok fazla plastik kullanımı var ve ciddi bir yatırım anlamına geliyor, bu yatırımları da ancak büyük aktörler yapabiliyor. Teşvikler de buraya yoğunlaşmış durumda. Belediyeler de buna böyle bayıla bayıla yatırım yapıyorlar. Oysa şunu sormak gerekiyor:  Biz toprağı doğru kullanıyor muyuz ki topraksız tarıma geçiyoruz? Öncelikle ver olan toprağı düzgün kullanalım. Toprakla iyi bir işbirliği kuralım. Ondan sonra topraksız tarım da bir çeşit olarak tartışabiliriz. Ama bütün mantığın buraya kayması bana çok tehlikeli ve çok yanlış geliyor. Akıllı tarım sistemleri falan gibi şeyler küçük, elinde ciddi bir madde kaynak olmayan üreticiyi yine denklemin dışına iten bir rol oynayacak gibi geliyor. O yüzden en büyük teşvikin küçük üreticiye verilmesi lazım ki o insanlar yine topraklarıyla ve hayvanlarıyla döngüsel bir yapı kurabilsinler. Bunun da yine çiftçiliğin yükselen bir değer olması için çabalanması gerekiyor.  Çiftçiyi bilinçlendirme, eğitim gibi laflar beni acayip rahatsız ediyor. Onun yerine kentli insanın bilinçlendirilmesi, kentli insanın toprağın, tarımın, üretimin yaşam kaynağının topraktan geldiğinin farkına varması ve oraya daha fazla saygı göstermesi için yapılacak eğitim çalışması bana çok daha anlamlı geliyor. Bugünün dünyasında bunun fazla bir karşılığının olmadığını biliyorum. Ama bana yine de geleceğe dair yapılacak en anlamlı çalışma bu gibi geliyor.

Fatih Özden: Pestisitlerden kaynaklanan çok boyutlu sorunların çözümü, ancak kapsamlı bir yaklaşımla mümkündür. Denetim, kontrol ve cezalandırma bu çözümün yalnızca bir parçasıdır ve elbette gereklidir; ancak bu alanda ciddi eksiklikler bulunmaktadır. Tarım Ekonomisi Derneği olarak, 2016 yılında başlattığımız “Zehirli sebze ve meyve istemiyoruz. Belediyeler hallerde laboratuvar kursun” kampanyasıyla bu soruna dikkat çektik. O dönemde bir halk sağlığı uzmanı, insanların kontrolsüz bir kimya deneyinin zorunlu katılımcıları olduğunu ifade etmişti. Bakanlık tarafından yapılan kontrol uygulamaları genellikle ihracata yönelik ürünlerle sınırlı kalmakta ve yetersiz olmaktadır. İhraç ürünlerinin sık sık iade edilmesi, iç piyasadaki durumun daha da endişe verici olduğunu göstermektedir. Etkili denetim süreçleri önemli olmakla birlikte, genellikle üretim kaynaklı sorunların nedenlerine değil, sonuçlarına odaklanmaktadır. Bu nedenle, tarımsal üretim sistemlerinde köklü değişiklikler yaparak ekoloji, ekonomi ve insan dostu agroekolojik yöntemleri yaygınlaştırmamız şarttır. Agroekolojik uygulamalar, koruyucu sağlık hizmetleri gibi, bitkilere ekosistem desteği sağlayarak hastalık ve zararlılarla karşılaşmadan önce dirençli bir ortam yaratır. Sorunlarla karşılaşıldığında ise pestisitler yerine biyolojik, biyoteknik ve organik yöntemlerle çözüm sunar. Bu yaklaşımla, pestisitlerin neden olduğu sorunların köküne inerek daha sürdürülebilir ve sağlıklı bir tarım sistemi oluşturabiliriz.

Işınsu Kaya: Bence denetimlerin sıklığı ve miktarı arttırılmalıdır. Özellikle de en çok gıda satışı yapılan yerlerde denetim artırılmalı, ciddi eğitimlerin verilmesi gerekir. Kullanım oranlarıyla ilgili olarak en azından belirli zehirlerin yasaklanması, tanımlı koşullara göre üretim yapılıp saklanma koşullarının kontrol edilmesi gerekiyor. Sonuçta aflatoksin gibi zararlılar uygun koşullar olmadığından oluyor. Genel olarak denetimsizlik ve başıboşluktan kaynaklanıyor. Devletin daha net bir denetim politikası ortaya koyması gerekiyor diye düşünüyorum.

Avrupa birliğine göre pestisit kullanımı sıralamalarında ülkelerden geride gözüksek de sizce bu sıralamanın doğru olması mümkün mü? Kayıt dışı kullanımın yaygın olduğunu söyleyebilir miyiz?

Fatih Özden: Ülkelerin toplam tarım alanlarını dikkate alarak, hektar başına pestisit kullanımı üzerinden yapılan değerlendirmelerin eksik olduğunu düşünüyorum. Çünkü pestisit kullanımının yoğunluğu ülke içinde bölgeden bölgeye hatta ilden ile büyük farklılıklar gösteriyor. Örneğin Türkiye’de kullanılan pestisitin yaklaşık %57’si meyve-sebze üretiminin yoğun olarak yapıldığı 10 ilde (Antalya, Manisa, Adana, Mersin, Bursa, İzmir, Aydın, Konya, Malatya, Çanakkale) kullanılıyor. Aynı şekilde örneğin, toplam pestisit kullanımının %28’i Akdeniz Bölgesi, %24’ü Ege Bölgesi, %18’i Marmara Bölgesi’nde iken; bu oran Karadeniz Bölgesi %5, Doğu Anadolu Bölgesi %6 gibi daha düşük seviyelerde. Dolayısıyla bu farklılıkları göz önünde bulundurmadan yapılan değerlendirmeler tam olarak gerçek durumu yansıtmıyor.

Agroekolojik üretime geçiş için kamunun destek mekanizmaları neler olabilir?

Bediz Yılmaz: Sağlıklı gıdaya ulaşmak için ilk olarak, tarımda kullanılan pestisitlerin ve kimyasalların izlenebilirliği artırılmalıdır. Burada çiftçilere eğitim vermek gibi çözümlerden sıklıkla bahsedilir, ancak bu mesele bir eğitim meselesi değil bence ekonomi meselesidir; çiftçiler için hayatta kalma anlamında bir ekonomiden bahsediyorum. Her türlü maliyetin aşırı yüksek olduğu agroekolojik veya organik tarıma geçişin mali külfetinin tamamen üreticiye yüklendiği bir ekonomik ortamda küçük çiftçiler için kısa vadede üretimi “risksiz” hale getiren kimyasal kullanımı kaçınılmaz. Dolayısıyla burada önerilecek tek yöntem, küçük üreticiyi maliyet kapanından ve agroekolojik üretim maliyetini tek başlarına üstlenmekten onları kurtarmaktır. Ekonomik bakış açısına ekoloji ve sağlık başlıkları da dahil edilmelidir: yani bir ürünün maliyeti hesaplanırken ekolojik ve sağlık maliyetleri de katılmalı ve bu maliyetler toplumsallaştırılmalıdır. Çünkü orta ve uzun vadede bütün bu maliyetler toplumsal olarak karşılanmaktadır. Çiftçilerin örgütlenmesi teşvik edilmeli fakat bu yapılırken yine karşı karşıya kaldıkları risk ve maliyetler onların sırtına bindirilmemeli. Bununla merkezi devletle birlikte yerel yönetimlerin de çeşitli maliyetleri üstlenmesinden bahsediyorum. Üretici ve tüketicilerin ayrı ayrı ve birlikte örgütlenmelerine dair teşvikler yapılabilir. Mesela ürünlerin ekim, gübreleme, hasat, depolama, nakliye ve pazarlama aşamalarının desteklenmesine başlanabilir. Vergi indirimleri veya sübvansiyonlar, agroekolojik yöntemlerin benimsenmesine yardımcı olabilir. Büyük fonların kullanımında küçük üretici veya tüketici örgütlerine proje yazım ve yürütme açısından destek olunması da önemli bir başlık.

Fatih Özden: Agroekolojinin yaygınlaşmasında en önemli faktörlerden biri güçlü örgütlülüktür. Kooperatif yapılarının desteği büyük önem taşımaktadır. Merkezi ve yerel yönetimlerin tarımsal destekleri, agroekolojik üretim sistemlerini teşvik etmek amacıyla kullanması, bu dönüşüm sürecinde kritik bir rol oynayabilir. Ancak, mevcut çabalar ve desteklerin yetersizliği dikkat çekmektedir. Tabii ki bu dönüşüm bir günde, bir yılda olacak bir şey değil, bir süreci ve aşamaları gerektiriyor. Zira 70-80 yıla yaklaşan çok ciddi bir endüstriyel tarım döneminden geçtik ve bunun yarattığı tahribatlar, alışkanlıklar var. Tüm bunlar radikal bir yaklaşımla politika değişikliği gerektiren konulardır. Ancak tanımlanmış ve uygulamaya sokulacak geçiş aşamalarıyla bunu yapabilmek mümkün. Bu yapıldığında da çiftçilerin artık bu yoğun kimyasal kullanımına dayalı girdi piyasalarından uzaklaşması da aslında sağlanmış olacak. Ve çok daha düşük maliyetlerle, doğaya ve insan sağlığına zarar vermeden üretim mümkün kılınabilecektir. 

Endüstriyel tarıma alışmış çiftçilerin, ekolojik üretim yöntemlerine kısa sürede ve destek olmaksızın uyum sağlaması zordur. Bu nedenle, geçiş sürecinin ekolojik bir sürdürülebilirlik anlayışıyla planlanması ve çiftçilere ciddi destek sağlanması şarttır. Ancak, Türkiye’de tarıma ayrılan kaynaklar yetersizdir; Tarım Kanunu’na göre milli gelirin en az yüzde 1’i oranında olması gereken tarımsal destekler bu seviyeye ulaşamamaktadır. Özellikle ekolojik tarıma yönelik destekler neredeyse yok denecek kadar azdır. Organik tarım için dekar başına verilen destekler 180, 90, hatta 72 lira gibi düşük rakamlarla sınırlıdır. Bu durum, ekolojik tarımın teşvik edilmesi için mevcut desteklerin ciddi şekilde artırılması gerektiğini göstermektedir.

Son olarak 2024 yılında planlı üretim modeli olarak ifade edilen “2025-2027 Yıllarında Yapılacak Bitkisel Üretime Yönelik Desteklemeler ve Diğer Bazı Desteklemelere İlişkin Karar” kapsamında açıklanan desteklerde, agroekolojik yaklaşımlara yönelik desteklerin neredeyse yok denecek kadar az olması dikkat çekicidir. Bir yönüyle agroekolojik üretim süreçlerine geçiş aşaması olarak nitelendirebileceğimiz organik tarım ve iyi tarım uygulamalarında belirlenen destek katsayı oranlarının zaten yetersiz olan temel ve planlı destek katsayı oranlarına göre son derece düşük kalması, bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Aynı şekilde, biyolojik ve biyoteknik mücadele desteği için belirlenen destek katsayı oranları da bu girdilerin maliyetlerinin çok altında kalmaktadır. Daha da çarpıcı olan, 2024 yılı için örtü altı üretimde dekara 2550 TL olarak belirlenen biyolojik ve biyoteknik mücadele desteğinin, yeni kararla 2025 yılı için 933,3 TL’ye; açık üretim için ise 870 TL’den 318,42 TL’ye düşürülmesidir. Bu yaklaşım tarımsal desteklerin doğa dostu üretimi teşvik etme amacından ne denli uzak olduğunu da göstermektedir.

Toplulukların içerisinde olan bir kişi olarak oradaki örgütlenmeyi, ulaşılabilen kişiler kimler, iyi ilerleyen ve aksayan yönleri geliştirmek için yapılabilecek şeyler neler olabilir?

Bediz Yılmaz: Şimdi ben esas olarak kent tarımını burada zikretmek isterim. Kent tarımı kentin içinde veya çeperinde yapılan tarımsal faaliyetler olarak tanımlarsak, kentlilerin gıdaya erişimindeki ilk ayak olarak düşünebiliriz. Bunların artışını teşvik etmek lazım. Kentli üreticilerin de desteklenmesi lazım. Bu destek maddi bir destekten ziyade bazı dışsallıklar yaratarak da olabilir. Gübre desteği, kimyasal olmayan mücadeleler, depolama, nakliye konusunda belediyelerin yapacağı teşvikler gibi adımların atılması iklim kriziyle karşı karşıya kaldığımız bu zamanda oldukça önemlidir. Ama sadece o da değil, afet durumlarında uzaktan gelen gıdalara bağımlı olan kentlerde bu akışın afette kesilmesi durumunda oluşacak büyük kaosun engellenmesi için de önemli. Geniş bir kentsel tarım yapılması, gelecek nesillerin bu konuya bakışını biçimlendirecek eğitimlerle de desteklenmesi gerekiyor. Bu yapıldığında gerçekten çocuklar neyin nasıl yetiştiği, nasıl depolandığı, kimyasal kullanımı gibi şeylerin daha bilincinde olacak. Yani bunun için de bir araç bu. Küçük gıda dedektifleri gibi programlar da var yurt dışında. Çocukların burada gerçekten birer dedektif gibi çalışması onları çok hızla başka bir bakışa, başka bir bilince taşıyan rol oynuyor. Okullarda bu tür üretimlerin yapılması veya okul kantinlerinde işte Bayetav okullarında olduğu gibi kendi mutfaklarından üretim yapılması, işlenmiş gıdaların olmaması, yerel üreticilerden ürünlerin alınması gibi şeyler de bunu desteklemekte araç olarak kullanılabilir.

Işınsu Kaya: Paketli gıdalarla yapılan alışverişleri azaltmak, ürün içeriklerinin okunmasına teşvik etmek, daha atıksız bir yaşam olması için torba vs. kullanmamaya ya da halihazırda çok fazla ambalaj malzemesi kullanılmış ürünleri satın almamaya davet etmek önemli. Pazarda küçük üreticilerden, kendi bahçesinde üretilmiş ürünlerden almaya çalışmak tercih edilen adımlardan olabilir.

Çiftçiler Anlattı | Türkiye’de Pestisit I: Zehirli Gıdalar mı Yiyoruz?