2025’in En Büyük Problemi Şimdiden Belli: Açlık!

Küresel iklim krizi ve ekolojik kriz, ekonomik eşitsizlikler ve savaşlar, dünya genelinde gıda krizini daha da derinleştiriyor. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından yayınlanan “Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenmenin Durumu 2024”, raporuna göre; 2024 yılı itibarıyla 800 milyondan fazla insan yeterli besine erişemiyor ve dünya genelinde 2,8 milyondan fazla insan sağlıklı bir beslenmeye sahip değil. 

FAO  raporu, küresel gıda krizine dair karamsar bir tablo çiziyor. Rapora göre, mevcut politikalar ve uygulamalarla devam edildiği takdirde, BM’nin Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA) kapsamında, 2030 yılına kadar belirlenen yedi küresel beslenme hedefinin hiçbirine ulaşılamayacak. Raporda özellikle SKA 2.1 ve 2.2 hedeflerinin altı çiziliyor. Açlık, gıda güvensizliği ve yetersiz beslenmeyi sona erdirmek için daha fazla mali kaynağa ve bu kaynakların etkin kullanımına ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor. Uzmanlar, mevcut koşullarda 2030 hedeflerinden uzaklaşmanın, milyonlarca insanın sağlıklı gıdaya erişimini daha da zorlaştıracağına dikkat çekiyor. Bu nedenle, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde daha güçlü ve koordineli adımların atılmasının kaçınılmaz olduğu ifade ediliyor.

DİYETİSYEN SALMAN: “2024, BESLENME KRİZİNDE GEÇMİŞ YILLARI GERİDE BIRAKTI”

Fikir Gazetesi 44’üncü sayısında Beslenme ve Gıda Krizi noktasında, 2024 yılında nasıl bir tablo oluştuğunu, yeni gelen yıl için ihtiyaçların neler olduğunu işin uzmanı ile görüştük. 

Haber dosyamızın konuğu Uzman Diyetisyen Dicle Dilan Salman, beslenme ve gıda krizi noktasında 2024 yılında, geçmiş yılları geride bırakan krizin derinleştiği bir tablonun oluştuğunu belirterek, en çok konuşulan meselenin yoksulluk ve açlık olduğunu ifade ediyor. 

2024 yılının, çocukların beslenmesi başta olmak üzere karınlarının bile doyurulmadığı bir yıl olduğunun altını çizen Salman, “Beslenme krizinin derinleşmesi tek başına olan bir derinleşme değil, üretimin derinleşmesi, alım gücünün yok edilmiş olması, alınan gıdaların zehirli olması, gıda güvenliği gibi birçok sorun bu krizin derinleşmesine neden oldu. Türkiye’de bugün birçok insan orta ve şiddetli düzeyde gıda güvencesizliği yaşıyor. Türkiye, 2024 yılında açıklanan verilerle (hissedilen ve gerçekte yaşananı saymıyorum) dünya genelinde en yüksek dördüncü gıda enflasyonuna sahip ülke. Kamu politikalarının sermaye üzerinde değil halkın üzerinde kemer sıkma politikaları beslenme krizini daha çok derinleştirdi, yoksulluk şiddet açlık çığ gibi büyüdü, yeni açıklanan asgari ücret ile de halkın ölüm fermanı yayınlanmış oldu. En ucuz kiranın 10 binlerde olduğu bir Türkiye denkleminde asgari ücret 22 bin 104 TL oldu.” açıklamalarında bulunuyor. 

“ÇOCUKLAR BİRBİRLERİNİN ELİNDEKİ GIDALARI ALMAK İÇİN KAVGA EDİYOR”

Krizin sadece hastalık yükü oluşturmadığını, birçok yükü de beraberinde getirdiğini ifade eden Diyetisyen Dicle Salman şunları aktarıyor: “Toplum sağlığının bozulması, ucuz sağlıksız gıdanın tüketimi ile güvensizliğin ve güvencesizliğin artışı, çocuklarda gelişim geriliğinden akran zorbalığına kadar birçok şeyi beraberinde getiriyor. Beslenme eksiklikleri, okul performansını ve yaşam boyu öğrenme kapasitesini etkiliyor. Evden yemek getirmek bile lüks hale gelmişken çocuklar birbirlerinin elindeki gıdaları almak için kavga ettikleri bile oluyor. Yetişkinlerin yetememezliği ev içi şiddet olarak eve geri dönüyor. Sermayenin sürekli desteklendiği bir ortamda denetimsizliğin hızlı artışı gıdaya ulaşabilen ailelerde dahi sağlık sorunlarına neden oluyor. Yaşlıların tamamen yok sayıldığı sadece bir “yük” olarak görüldüğü bir zamandan geçiyoruz. Eksiklikler kas kaybından hastalıkların artışına, demans yoğun depresyon gibi problemlere neden oluyor. Beslenmesinden konut yaşamına kadar desteğe ihtiyaç duyan yaşlıların birçoğu emeklilik sonrası çalışmak zorunda kalıyor, sadece bu yılı düşündüğümüzde bile bu işlerde hayatlarını kaybettiklerine dair birçok haber duyduk. Açıklanan ücretlerle birlikte önümüzdeki yıl maalesef çok daha fazla bunu duyacağız. Bu noktada bütünlüklü bir politika ihtiyacı, toplumun kendini sağaltacak ortamlar yaratması elzem görünüyor.”

“EN BÜYÜK SORUMLULUK KAMUYA AİT!”

Beslenme ve gıda krizinin önlenmesinde en büyük sorumluluğun amasız fakatsız kamuya ait olduğuna vurguda bulunan Salman, kamunun tüm kurumlarıyla acilen sorumluluk alması çağrısı yaparak şunu söylüyor: “Kamu kurumları arasında dağıtılan bütçeler adil olmalıdır, çocukların beslenmesi, yoksulluğun önlenmesi için acilen bütçe ayrılmalıdır. Bunu ısrarla talep etmek hepimizin sorumluluğunda. Maalesef ki öylece beklediğimizde bu haklarımızın hiçbirine ulaşmak mümkün olmayacak.”

Bakanlıkların kamu politikalarını destekleyici önlemler alması için örgütlenmenin önemine dikkat çeken Salman, “Toplumda farkındalığın oldukça yüksek olduğunu düşünüyorum ancak herkesin bulunduğu alanda bunun “normal” bir yaşam olmadığını hatırlatması gerekiyor, bunu normal olduğunu kabul etmemek örgütlenmeye alan yaratacaktır. Tarım ve Orman Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, MEB birlikte çalıştığında kısa sürede akut krizin çözüme kavuşması sağlanabilir ancak bu adımı attıracak olan bizleriz. Akut olarak stratejik planların oluşturularak beslenme programlarının hayata geçirilmesi, yetersiz gruplarda besin takviyelerine başlanması, sermayedarlar yerine üretenlerin desteklendiği bir politika gerekiyor. Yerel yönetimlerin tek başına üzerine yıkmak sorunun ana muhatabını görünmez kılıyor bu nedenle o noktaya yönümüzü çevirmeyi çok doğru bulmuyorum.” diyor. 

SÜRDÜRÜLEBİLİR GIDA ÜRETİMİ VE DAĞITIMI SAĞLANABİLİR Mİ?

Sürdürülebilir gıda üretimi noktasında var olan bazı uygulamalar olduğunu ifade eden Diyetisyen Salman, “Bunlara örnek olarak gıda toplulukları, kooperatifler, komünler, agroekolojik üretim yapan çiftçiler, topluluk destekli tarım uygulamaları, yerel gıda tedarik zincirleri, dayanışma ekonomileri verilebilir ancak bu uygulamaların ulaştıkları kitle açısından baktığımızda toplumun çok küçük bir kesimini oluşturuyor diyebiliriz. Bu alanların büyümesi başlıca bireysel katılımlar ile mümkün değil.” vurgusu yapıyor. 

Yerellerden gelen bütünlüklü istekli ısrarlı bir mücadele ile oluşturulacak olan toplumsal politikaların çoğaltılmasının önemine dikkat çeken Salman, önümüzdeki yılın en büyük probleminin şimdiden açlık olduğunun belli olduğunu, bunu temel alacak her mücadelenin değişimin anahtarı olacağının altını çiziyor.