Kalabalık Yalnızlıklar: Sosyalleşme ihtiyacımızı Nasıl Karşılayacağız?

İnsan sosyal bir varlık mıdır? Bir kolektifin parçası olmak, müşterek ilişkilerde bulunmak, irtibat kurmak… Bunların tamamı, insanın beşeri özellikleri olduğunu kanıtlamaz mı? 

İnsanın sosyal bir varlık olarak öne çıktığı ve yaşamını inşa ettiği, ilişkiler ve iletişimler yoluyla sürdürdüğü bir gerçek olsa da bu gerçeğin büküldüğü, hasar aldığı bir dönemden de geçtiğimiz ortada.

Sosyalleşmek, hem güven içerisinde yaşamak hem de mutlu ve motive hissetmek için oldukça önemli, psikolojik ve gündelik bir ihtiyaç. Öte yandan bu durum, insanın gediklisi olduğu “ihtiyaçlar havuzunda”, sosyalleşmeyi, eğlenmeyi, çevresiyle vakit geçirmeyi, etkileşim kurmayı ve kişisel olarak gelişmeyi tercih etmesinin/amaçlamasının öncelikli olabileceğini de gösteriyor. 

Ancak toplumsal olarak sosyalleşme de sosyal sistem, olay ve olgulardan besleniyor; kimi zaman bu ihtiyaç doyurucu olmaktan uzaklaşıyor. Kamusal alan daralıyor, ortaklıklar ayrışıyor ve sosyalleşme güdüsü zarar görüyor.

Ancak yine de insanın sosyalleşme ihtiyacı, doğal bir uzantı olarak yine insanı izliyor.

“Yalnızlık yaygınlaştı, sosyalleşebileceğimiz alanlar tarumar edildi”

Fikir Gazetesi’ne “insanın sosyalleşme ihtiyacı ve bunların karşılanabilirliği” hakkında açıklamalarda bulunan Hekim ve Psikiyatrist Gülperi Putgül Köybaşı, 2024’ün son günlerinde yılın kelimesi olarak seçilen “kalabalık yalnızlık” ifadesini de kendisine hatırlatarak sorduğumuz soruyu, “Yalnızlık, ne yazık ki günümüz insanının en temel sorunlarından biri ve bizimki gibi sosyalleşmenin daha kolay olduğu toplumlarda bile giderek yaygınlaşıyor” ifadesiyle yanıtlıyor. 

Toplum olarak sosyalleşme ihtiyaçlarımızı karşılamanın mümkün olmadığını dile getiren Putgül Köybaşı, sosyalleşme ihtiyacımızın karşılanmasının önünde büyük engellerin olduğunu, sosyalleşebileceğimiz ortak alanların yok edildiğini, doğa ve parkların yerini binaların aldığını, çocukların dört duvar içinde hapis olup, akranlarla etkileşimin yerini cep telefonları aldığını hatırlatıyor.

Psikiyatrist Putgül Köybaşı,  iş ve yaşam koşulları giderek zorlaştığını da belirtirken içerisinde yaşadığımız mevcut koşulları şu cümlelerle açıklıyor:

“Hiçbir şeye yetişemiyoruz. Yalnızlaşan toplumda depresyon, kaygı bozukluğu gibi ruhsal hastalıklar ve intihar oranları artıyor, özellikle gençlerde ekran ve madde bağımlılığı yaygınlaşıyor”.

“Sosyal desteğe en çok ihtiyaç duyanlar, en çok yalnızlaşanlar…”

Bireyler, kadınlar, çocuklar, engelliler ya da dezavantajlı grupların bir güvensizlik atmosferiyle boğuştuğu bir durumun var olduğunu ve bu güvensiz ortamın sosyalleşmeyi etkileyip etkilemediğini sorduğumuz Hekim Putgül Köybaşı, “Toplumda güven ortamının zedelendiği durumlarda kişilerde kaygı ve korku gibi duyguların gelişmesi ve içe kapanma beklenir. Pandemi süreci bu konuda çok şey gösterdi, zorunlu eve kapanma durumu aslında psikolojik açıdan da içe kapanmayı beraberinde getirdiğini” aktarıyor. 

Ek olarak, toplumun dezavantajlı gruplarının her zaman bu süreçlerden de en olumsuz etkilenenleri olduğunu, pandeminin kaybedenlerinin tam da bu nedenle çocuklar ve yaşlılar olduğunu vurgulayan Putgül Köybaşı, görüşlerini “Özel ilgi ve bakıma ihtiyacı olan çocuklar, yaşlılar, engelliler ya da toplumsal eşitsizliğin bir çıktısı olarak daha fazla ayrımcılığa uğrayan  kadınlar ve tüm diğer dezavantajlı gruplarda iki yönlü bir sorun ortaya çıkıyor. Bu grupların sağlıklı bir yaşam sürebilmesi için sosyal destek ihtiyacı toplumun geri kalanına göre daha fazla. Ve ne yazık ki sosyal desteğe en çok ihtiyacı olan bu kesim, içinde yaşadığımız dünyada en çok yalnızlaşanlar oluyor” sözleriyle açıklıyor. 

“Bunu aşabilecek gücümüz var”

Zaman, para, ortam, psikolojik durum, sosyal koşullar gib topluma ait birçok göstergenin insanın sosyalleşmesini olumsuz olarak etkilediği bir dönemden geçtiğini hatırlatan Psikiyatrist Gülperi Putgül Köybaşı, eğer müdahale edilmezse,  bu sıkışmanın toplumda daha da yıkıcı sonuçlara neden olacağını, içinde yaşadığımız toplumsal düzenin bireyi ön plana çıkardığını ve eğitim sisteminin de rekabeti besleyip başarıya odaklandığının altını çiziyor. 

“İnsan birbirine ihtiyaç duyan sosyal bir varlık; kurtuluş da bir araya gelerek olur”

Putgül Köybaşı, sözlerini şu şekilde sonlandırıyor:

“Oysa insan birbirine ihtiyaç duyan sosyal bir varlık, paylaşma, dayanışma gibi bugün önemini yitiren değerler yaşamsal önem taşıyor. İnsanı insan yapan bu değerlerin farkındalığını artırmak, çocukların birbirleriyle ilişki kurabileceği ortamları yaratmak, kâr hırsının yaşam alanlarımızı yok etmesine izin vermemek… Yapılacak çok şey var. Karamsar bir tablo ile karşı karşıyayız ancak ben yine de insanlığın bunu aşabilmek gücü olduğuna inanıyorum. Toplumsal eşitsizliklerin yarattığı sıkışıklık ve yalnızlaşmadan kurtuluş, bir araya gelmekle mümkün”.

“Sosyalleşme yadsınamayacak bir ihtiyaç olarak sivriliyor”

Öte yandan Uzman Sosyal Psikolog Seray Kıvanç ise gazetemize yaptığı açıklamada, klasikleşmiş anlamda insanın sosyal olduğunun söylenegeldiğini, bu tespitin ise “boşuna yapılmadığını” ve insanın sosyalleşmeye ihtiyacının sabit ve gerekli olduğunu vurguluyor.

Kıvanç, açıklamasında, “Evrensel olarak klasikleşmiş bir cümle var: İnsan, sosyal bir varlıktır. Bu cümle boşuna değil, doğduğumuz andan itibaren hep içinde bulunduğumuz bir grup var. Üstelik içinde bulunmadığımızda bile başka insanların varlığından etkileniyoruz. Sosyal psikolojinin klasik tanımında da bu vardır: bireylerin düşüncelerinin, iç dünyalarının ve davranışlarının başkalarının gerçek, hayalî ve ima edilen varlığından nasıl etkilendiğiyle ilgilenir sosyal psikoloji. Bunun yanında sosyal ortamlarda ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz, destekleniyoruz, iyi oluşumuz artıyor. Bütün bunlar sosyalleşmenin bir ihtiyaç olduğunu bize gösteriyor” ifadelerini kullanıyor. 

“Ekonomik şartlar ve bunun yarattığı güvensizlik atmosferini görmezden gelemeyiz”

Sözlerine, “Toplumsal olarak bir arada oluşumuz da dayanışmayı kolaylaştırması bakımından çok önemli. Bu kadar önemli bir gerekliliği yerine getirmek ise pek çok açıdan sandığımız kadar kolay olmayabilir. Değil toplumsal birliktelik, küçük gruplarla sosyalleşmek bile zorlaştı son zamanlarda” diyerek devam eden ve toplumun yaşadığı bu sıkışmanın sebeplerinden en önemlisinin “ekonomi” ve bunun yarattığı “güvensizlik atmosferi” olduğunu söyleyen Uzman Sosyal Psikolog, “Hayatımızı sürdürmek amacıyla kazanacağımız parayı elde etmek için çok uzun zamanlar harcıyor, çalışıyoruz. Hayat pahalılığı da sosyalleşmenin önüne geçebiliyor. Sosyal etkinlikler, hobiler için ayrılacak zaman ve para lüks olarak değerlendiriyor. Halbuki kişinin kendine ve sosyal çevresine ayıracağı zamanın gerçekten bir ihtiyaç olduğunu tekrar vurgulamak isterim” diye konuşuyor.

“İletişimin ve ilişkinin olmadığı bireysel bir yalnızlaşmaya itiliyoruz”

“Güvensizlik yaratan sebeplerden bir diğerinin politik olarak hem ülkemizde hem dünyada olup bitenlerin bizde hissettirdikleri” diye tarif edebileceğini sözlerine ekleyen Kıvanç, “Özellikle Türkiye’de yükselişe geçen kadın ve çocuk ölümleri, toplumsal şiddet, küresel savaşlar derken hem yoğun bir kaygı hissediyoruz hem de başkalarını güvenilir bulmamaya eğilimli hale geliyoruz. Kadınların, çocukların, dezavantajlı pek çok grubun kamusal alanda görünürlükleri yok – bu gruplar toplumda sosyalleşmek için kendilerine alan bulamıyorlar. Dezavantajlı olmayan gruplar ise diğerleri hakkında yeterince bilgiye sahip olmayınca, bu bilinmezlik onlarda kaygı uyandırabiliyor. Böylece iletişimin, ilişkinin olmadığı bireysel bir yalnızlaşmayla sonuçlanıyor bunlar” değerlendirmesinde bulunuyor.

Sosyal medya ve kalabalık yalnızlıklar bağlantılı mı?

2024’ün kelimesi olarak seçilen ‘kalabalık yalnızlık’ ifadesine de değinen ve bunu sosyal medya ile ilişkilendiren Uzman Sosyal Psikolog Seray Kıvanç, “İçinde ‘sosyal’ geçmesine rağmen sosyal medyanın hayatlarımızda avantajlarının yanında bazı dezavantajlarını da görmek mümkün. İlişkilerimizi daha yüzeysel hale getirebiliyor, böylece aslında daha çok bağlantıya sahip olsak da gerçek anlamda ilişkiler geliştirmemize engel olabiliyor. Bu da bireyselleşmeyi tetikleyen durumlardan bir tanesi. “Kalabalık yalnızlık”ı bu açıdan da düşünebiliriz” ifadelerini kullanıyor. 

“Dayanışma ruhunu geliştirmek gerekli”

“Peki, bireyler sosyalleşemez ve bununla ilgili görece “geçerli” sebepler de varken, bu durum tersine çevrilemez mi?” sorusunu da cevaplayan Kıvanç,bunun kesinlikle kolay olmayacağını,  güvensizlik ortamı kısa zamanda yerleşmiş bir olgu olmadığını ve tekrarlayan pek çok olayın neden olduğu, kompleks bir sonuç olduğunu öne sürüyor. Ancak “dayanışma ruhunu koruyarak, insanın bencil olmadığını ve sosyalleşmenin, birlikte olmanın gerekliliklerini sabırla birbirimize aktararak tekrar gruplar haline gelmemiz mümkün” diyerek bir çözüm yolu da işaret eden Kıvanç, sözlerini şu şekilde noktalıyor:

“Türkiye’nin çok önemli değerlerinden biri, modern Sosyal Psikolojinin de kurucularından sayılan Muzaffer Sherif, birbiriyle çatışan grupların bile bir arada olabileceğini söyler ve bunun için gerekli koşulları şöyle açıklar: karşılıklı dayanışma ihtiyacı, ortak hedef(ler) etrafında kenetlenme, eşit statülerde olma, karşı grup üyeleriyle birebir münasebete geçebilme, karşı grubun sadece bir değil birkaç üyesiyle diyalog kurma, eşitliği, kardeşliği ve diyaloğu destekleyen sosyal normların olması (Bu konu ile ilgili daha çok detaylı bilgi edinmek isteyenler “Robbers Mağarası Deneyi” çalışmasını ve bulgularını okuyabilirler). 1960’ların sonunda yapılan bir deneyin bulgularının hala geçerli olmaması için bir neden yoktur belki de. Birbirine rakip gruplar bile belirli şartlar altında işbirliği yapabiliyorsa, sosyalleşmeyi kolaylaştırmak için de yollar bulabiliriz”