Kitaplar Kutsal mıdır?

Kutsal kitaplar vardır. En azından belli bir inanca mensup insanlar tarafından kutsal olduğuna inananılan kitaplar. Bu tartışmaya açık bir konu bile değil. Coğrafya kaderdir, fikriyle yola çıktığımızda ben de belli bir inançla büyütülmüş bir çocuktum. Bugün neye inanıp inanmadığım tabii ki önemli değil ama bütün ailemin ve neredeyse bütün toplumumun inandığı kitap, oku, sözüyle başlıyor. Bu kısmı bana şüphesiz hitap ediyor, o ayrı!

​Geçen gün, Hollanda’da bir kilisenin, artık kimse gitmediği için bir spor salonuna dönüştürüldüğü haberini okudum. Hatta fotoğraflarını gördüm. Büyüleyici yüksek tavanlar, ışığı süzen ince uzun vitray camlar, üç beş kiloluluk ağırlıkları, kaslı vücutları aydınlatıyordu. Hem çok şaşırdım hem de biraz üzüldüm. O kudretli yapının en azından bir kütüphaneye dönüştürülmüş olmasını tercih ederdim. Sonuçta benim, kutsal kitap dediğim şey, oku, sözcüğüyle başlar. Sonra kim ne yaparsa yapsın, orası beni ilgilendirmez ama yeter ki okusun! 

​İsmini hatırlayamadığım ama çok sevdiğim, ünlü bir yazar, okuldan öğrendiğimden çok daha fazlasını okuduğum kitaplardan öğrendim, demiş. Tamamen katılıyorum. Kitapların, edebiyatın insanı insan yapan bir gücü olduğuna inanıyorum. Ama bu düşüncemin hemen arkasından kendime şu soruyu soruyorum, bütün kitapların mı?

​Çocukluğumda ve gençliğimde okuduğum bütün kitaplara, kutsal kitap muamelesi yapardım. Sayfalarını kıvırmazdım, eğip bükmezdim, cümlelerin altını çizmezdim. Onlar çok değerliydi, onlar biricikti, ezcümle onlar kutsaldı! 

Sonra bir gün, Mina Urgan’ın Bir Dinozorun Anıları adlı kitabını okudum. Bu arada gerçekten yüz yıl önce falan okuduğum bir kitap ve hafızamın bir balık hafızasından hallice olduğunu belirtmem gerek. O kitapta şöyle bir cümleyle karşılaştım. (Hafızamdan aktarıyorum, belirttiğim notlar göz önünde bulundurulsun lütfen, hatta cümleyi değil, aklımda kalan fikri aktarmaya çalışacağım.) Başladığınız bir kitabı bitirmek zorunda değilsiniz, diyordu Mina Urgan, mesela bir karpuz aldınız ve kestiniz ve karpuz kabak çıktı ya da içi çürümüş, illâ o karpuzu yiyip bitirmek zorunda hisseder misiniz kendinizi? Ne yaparsınız, karpuzu çöpe atarsınız. İşte kitaplar da böyle olmalı, sevmediğiniz, okuyamadığınız veya size hitap etmeyen bir kitabı bitirmeye çalışmayınız. Onu terk ediniz, burada ben devreye giriyorum, onu okumayınız, ondan vazgeçmeyi biliniz, hatta onu çöpe atınız! Kıyamayacağınızı düşündüğünüzü tahmin ediyorum, bizim kıyamadıklarımız bize kıyıyor ama! Ve bunu genellikle en çok sevip en çok değer verdiklerimiz yapıyor bize!

Kitaplar kutsal değildir! Hiçbiri! Don Kişot bile! Yazarların tanrı olmaması gibi! Ursula bile! Kafka ve hatta Dostoyevski bile! 

Geçen yazımda herkesin çocuk kitabı okuması gerektiğini salık verdim! Hadsizce! Özür dilerim ama ben haddimi aşmayı çok severim, lütfen beni çöpe atınız! 

Çocuk kitapları harikadır ama her yazılan çocuk kitabı harika değildir! Ancak bütün çocuklar harikadır. Bu da tartışmaya açık bir konu değil benim için. Ve bu yüzden bütün çocuklar, nitelikli ve harika kitaplarla tanışmayı hak ediyor. Bir çocuk kitabı yazarı olmadan çok önce bir çocuk olarak tanıştım çocuk kitaplarıyla ve yaklaşık yirmi yıl sonra bir çocuğun annesi olarak devam etti bu tanışıklığım. O kadar çok kitap okudum ki kızıma, melankolik, karanlık ve karamsar yazılarım dönüştü! Dönüştüler ve çocuklar için var olmayı tercih ettiler. Ama okur ben, o eleştirel gözünü, Mina Urgan sayesinde korumaya devam etti. İlk çöpe attığım kitap, kızıma alıp okuduğum bir kitaptı! Okuyup kızıma okuyamadığım bir kitaptı daha doğrusu. O zaman anladım, belki de Mina Urgan’ın o harika karpuz metaforunun ne kadar önemli olduğunu!

Kitaplar harikadır, kitaplar sihirlidir, kitaplar insanın anasını ağlatır ama kitaplar kutsal değildir! Her kitap çöpü boylayabilir, belli ve farklı gerekçelerle! Her gerekçenin de haklı olması gerekmez bence. İnsan aşk acısı, dost sancısı, kıskançlık, fesatlık veya ideolojik olarak bile bir kitabı çöpe atma hakkına sahiptir hatta kitap çok iyi olsa bile! Buradaki değer objektif değil, subjektiftir kanımca! 

Çok laf salatası yaptım, özür dilerim. Ama sözün güzelliğine dikkat çekmek istiyorum; laf salatası! İnsan bu söz için ömrünü verebilir bence! Vermelidir!

Neyse, ne diyorum ben? Şunu;

Çocuklar salak değildir! Onları, onlara sürekli parmak sallayan kitaplardan koruyun.

Çocuklar duygusuz değildir! Onları, onlara sürekli ne hissetmeleri gerektiğini bildiren kitaplardan koruyun!

Çocuklar yetişkin değildir! Onları, onların çocukluğunu, şımarıklığını, terbiyesizliğini, utanmazlığını, usanmazlığını, yorulmazlığını, hayalciliğini unutturmaya çalışan kitaplardan koruyun!

Çocuklarınızı, onlara hadlerini bildirmeye çalışan bütün kitaplardan koruyun!

Çocuklarınızı mümkünse önce kendinizden koruyun!

Çocuklarınızı bu ülkenin çirkin dilinden koruyamazsınız belki ama onları aydınlatın.

Bilim adamı, kadınlar vardır. 

Kız gibi ağlayan adamlar.

Saçı uzun olanın aklı kısa olmaz.

Erkekler ve kızlar birlikte ağlayabilir, canı yanınca mesela, kalbi kırılınca ya da!

İnsan gibi davranmak önemlidir, adam gibi davranan bir tarih çok kan döktü mesela! 

Renklerin cinsiyeti yoktur, evcilik oyunu muhteşemdir!

Kötü kitaplar vardır. Çöpe atılmalıdır. Çocuklarımız iyiyi ve kötüyü ayırt edebilecek seviyeye gelmelidir. Bunun da tek yolunun okumak olduğuna inanıyorum galiba, hâlâ ve uslanmazca!

Her masal iyi değildir, her kitap harika değildir, her insan insan değildir! Kitaplar, karpuzlar gibidir. Kesip tadına bakmadan karar vermek doğru değildir!

Bir çocukluk fotoğrafım geldi aklıma. Önümde, yediğim, ince dilim kesilmiş karpuz kabukları, üstümdeki mavi mayomda karpuz suları ve yüzümden ve kollarımdan damlıyor o sular. Şimdi harfler, sözcükler, anlamlar üstümü başımı rezil etmiş, çocukluğumun karpuz suları gibi… 

Annem üzerimi değiştirirdi muhtemelen insan içine çıkacak olsam, bense kendimi hep deniz kenarında hissediyorum, üzerimde mavi mayom!