Çiftçi-Sen 2024 yılı Tarım Raporu’nu kamuoyuyla paylaştı.
Hazırlanan raporda, pek çok önemli başlık yer alırken, raporun içeriğine 2024 yılında tarımda iklim krizinin yarattığı kuraklık, ekosistemdeki bozulmaların yarattığı hastalıklar ve zararlılar, üretim maliyetlerindeki artışlar, emeğinin karşılığını alamayan üreticilerin eylemleri, tüketicilerin belini büken yüksek enflasyon-yüksek gıda fiyatları ile ithalat ve ihracat yasakları, hasat dönemine yakın bazı ürünlerin vergisiz (veya düşük vergili) ithalat izinleri, Tarım ve Orman Bakanlığının çiftçiler/köylüler aleyhine çıkarttığı yönetmelikler damga vurdu.
Çiftçi-Sen tarafından yayımlanan raporda, “1980 yılından itibaren başlayan, 2000’li yıllarda daha da yoğun olarak uygulanan neoliberal politikaların ağır sonuçları 2024 yılında çiftçilerin üzerine kâbus gibi çöktü” ifadeleri yer alırken, “Bu yıla gelinceye kadar birçok üründe üreticiler kazanamıyor olsa da, bazı ürünlerde kazanabiliyor, en azından zarar etmiyordu. Bu yıl çiftçiler hangi ürünü üretirse üretsin, ürettiği hiçbir üründe, hiçbir bölgede kazanamadı. Onun için hemen hemen her üründe, hemen hemen her bölgede kendiliğinden çiftçi eylemleri gelişti” tespiti yapıldı.
2025 Yılı Çiftçiler Açısından Daha Sıcak Geçebilir
“Koşulların, her yıl daha da ağırlaştığının” söylendiği raporda, Türkiye’nin 2025 yılında çiftçilerin daha büyük eylemlerine tanıklık edeceği vurgulanırken, “kendiliğinden gelişen, sadece ürün fiyatları üzerinden yapılan bu tür eylemlerle küçük çiftçilerin ve köylülerin kendi topraklarında kalabilmeleri, üretimlerini devam ettirebilmeleri mümkün görünmüyor” ifadeleri kullanıldı.
Çiftçi-Sen, raporda şu ifadelere yer verdi:
“Çiftçilerin daha örgütlü, hedefleri daha belirgin bir programla mücadele etmeleri gerekiyor. Sadece çiftçilerin değil, daha ucuz ve sağlıklı gıdaya ulaşmak isteyen tüketicilerin de böyle bir programda yer bulması ve ortak mücadelenin yolunun açılması gerekiyor. 2025 çiftçiler için zor bir yıl olacak, ama yeni bir başlangıcında yılı olabilir”
“Sözleşmeli Tarım Uygulamaları Çok Tehlikeli”
Öte yandan rapor hakkında Fikir Gazetesi’ne açıklamalarda bulunan Sendika Genel Örgütlenme Sekreteri Adnan Çobanoğlu, sorularımızı yanıtladı.
Raporda da yer veriliyor ancak sizin gözlemlerinizi sormak istiyorum. Çiftçilikte ne artık eskisi gibi bir kazanç ne de üretim var. Bu durum, mesleğin yapılabilirliğini de fazlasıyla etkilemiş durumda. Bu açıdan yaklaşırsak, 2024’ü nasıl değerlendirmek gerekiyor?
Endüstriyel-neoliberal politikalar öyle bir hâle geldi ki şu an en büyük etkenlerden birisi sözleşmeli tarım uygulamaları.Bu çok tehlikeli bir uygulama. Bunu Türkiye’de de çiftçilerin kurtuluşu buradaymış gibi lanse ediyorlar. İktidar, kooperatiflere bile “kendi üyelerinizle sözleşmeli tarım yaparsanız vergi muafiyetinden yararlanacaksınız” diye yönetmelikler çıkarttı. Bu, tam anlamıyla şunu işaret ediyor. Şirketlerin istediği tarz ve biçimde üretmek. Zaten belirli kimyasallar da öneriyorlar. Ayrıca üretildikten sonra bunun pazara gelip gelmeyeceği de meçhul. Çünkü marketlerdeki fiyat üzerinden bakıldığında sözleşmeli üretim yaptıran şirketler, zarar olsa bile tarlada bıraktırmayı önceliklendiriyorlar. Çünkü pazara sunulursa, oazarda ciddi bir çeşit fazlalığı olacak, herkes alabilecek ve bu da fiyatları aşağıya çekecek. Bunun düşmesini istemiyorlar.
“Küçük Üreticiler Tasfiye Edildi, Sıra Şimdi Orta Ölçekte…”
Ek olarak, üretimden pazarlamaya kadar olan zincirin tamamını kontrol etmek istiyorlar. Geçtiğimiz yıl yani 2024 bunun hızlandığı bir dönem oldu. Pandemi döneminde de bu konuda bayağı bir mesafe kaydettiler ve üreticilerin pazara yasal olarak erişimini engellediler. Gelinen noktada ise küçük üreticiler büyük ölçüde tasfiye edildi, şimdi sıra orta ölçekte üretim yapan çiftçilere geldi. Geçtiğimiz yaz yapılan eylemler, çoğunlukla orta-büyük ölçekli çiftçilik yapanlar tarafından gerçekleştirildi ve şirket değillerdi. Sözleşme yapmışlardı, sözleşme yaptık diye de üretim yaptılar ancak şirketler almadı ve pazarda da doğrudan bağları söz konusu değil. Bu sefer onları da tasfiye etme sürecine girdiler.
O halde ciddi bir saldırı halinden bahsediyoruz…
Evet, tabi. Çünkü Türkiye’deki üretimi kontrol edebilirlerse, uluslararası pazarı da kontrol edebilecekler. İhracat sınırlandırılması getirildiği, ürün ürettirilmediği anda, diğer ülkelerde de gıda enflasyonunu yükseltmenin yolunu bulmuş olacaklar. Uluslararası alanda da gıda çok yoğun dolaşımda olursa yükselmez çünkü. Yani amaç kâr olunca, depoda kalmış kalmamış ya da başka bir şey hiç de problem olmuyor.
“Tarımsal Sistemin Yenilenmesi Şart”
Hayvancılık da zaten büyük oranda bitirilmişti…
Aynen öyle. Şimdi özellikle otlak ve meraların özelleştirilmesi, büyükşehir yasası, askeri/güvenlikle ilgili nedenler ileri sürülerek Doğu bölgelerdeki yayla ve otlaklara gidilememesi, ardından büyükşehir yasasında köylerin ortak mülkiyetinde olan otlak ve meraların ellerinden alınıp özelleştirilmesi, yerel ırkların teşvik edilmeyip, ithal ırkların öne çıkarılması ve bu vesileyle şirketlere bağımlı hale gelinmesi çok yönlü bir saldırının örnekleridir. Bizim de buna karşı bir mücadele yürütmemiz gerekli. ancak bu sadece çiftçilerin yürüteceği ve yalnızca fiyatlar üzerinden oluşabilecek bir mücadele başlığı değil.
Girdi fiyatlarının düşmesi veya tarlada satılan ürünlerin fiyatlarının yükseltilmesi mücadelesi bu doğrudan doğruya tarımsal sistemin yenilenmesi mücadelesine dönüşmesi şart.
“Üretici ve Tüketicinin Birlikte Davranması Gereken Bir Süreç Bu”
Bir taraftan bizlerin de bu sürece dahil olması gerekiyor o zaman. Sonuçta, bu işin tüketicisi konumundayız, öyle değil mi?
Tabi tabi. Tüketici bu işin çok önemli bir ayağı. Tüketicinin damak tadını değiştirdiler on yıllar içerisinde ve hazır gıdayı öne çıkardılar. Geçmişte, “dayanıklılık” adı altında pazara sunulan sebzeler, yerel tohumlar, “raf ömrü kısa oluyor” denilerek, yok edildi. Daha sağlıklı ve besin değeri yüksek sebze almak yerine, daha uzun, dayanan ama besin değeri düşük aynı üründen üretilmesi ve alınmasına öncelik verdiler. Bu, birlikte yürütülecek bir süreç.
Ayrıca ekolojistlerin de önemli ve doğrudan bu işte bir payı var. Tarım arazileri, maden, inşaatlar üzerinden mücadele yürütenler var. Biz dayanışma şeklinde yürüyebilirse ki biz buna “gıda egemenliği mücadelesi” diyoruz. Anlamlı olur. Bir de Birleşmiş Milletler’de kabul edilen köylü hakları deklarasyonunun düzenlenerek iç hukuk haline getirilmesi lazım ancak ne yazık ki hiçbir muhalefet partisi bunu gündeme bile getirmiyor. Türkiye, bu Genel Kurulda “çekimser” oy kullanmıştı. Bu, hem ekoloji mücadelesinin ve gıda güvencesinin bir ayağı hem de sağlıklı gıdaya ulaşmanın, üretmenin önünü de açan bir işleve sahip.
“Gıda Egemenliği Mücadelesi Yükseltilmeli”
2025 yılı için sendikanın bir planı var mı? Bu soruyu, 2025 öngörüsünü de dahil ederek nasıl yanıtlayabiliriz?
Biz yasallaşma sürecini 3-4 senedir sağlayabildik. 20 yılı aşkın süreyle de kapatma davalarıyla uğraştık. Önümüzdeki günlerde kurul yaparak sendikanın hareket kabiliyetini artırmak istiyoruz. İkinci olarak, bizimkisi büyük ve orta ölçekli çiftçilere dönük bir örgütlenme değil bizimkisi, doğrudan doğruya küçük ölçekli çiftçileri, üreticileri kapsıyor, buraya odaklanıyor aslında. Üyelerimizle ve çiftçilerimizle birlikte karar vereceğiz.
“Rekabet Ortadan Kalkmış Durumda, Yasalar Yeniden Düzenlenmeli”
Ülkede “gıda egemenliği” mücadelesinin yükseltilmesi gerekiyor. Bu mücadele, dediğim gibi sadece çiftçilerin üretim işi değil. Şirketlerin kontrolünü engelleyici yasaların çıkartılması lazım. Örneğin, “hal yasası” yeniden düzenlenmeli. Beğenelim ya da beğenmeyelim, eskiden belediye hallerinde işlem görüyordu ve üretici de ürününü getirebiliyordu. Şimdi o da ortadan kalkmış durumda. Marketlerin üretimden pazarlamaya zinciri gösteren, ‘biz yapıyoruz, biz üretiyoruz’ diye döndürdükleri TV reklamları var. İşte, bunun önüne geçilmesi lazım. Bu, aracısız üretim değil aksine daha güçlü aracıların işe dahil olması anlamına geliyor. Yani sözde serbest rekabetten bahsediliyor ama rekabet ortadan kalkıyor.
2024 Yılı Tarım Raporunda Neler Yazıyor?
Raporda öne çıkan bazı veriler şöyle sıralandı:
- 2002 yılında 266 milyon dekar olan ekili-dikili arazi miktarı, günümüzde 239 milyon dekara düştü ve toplamda 26 milyon dekar tarım alanı kaybedildi.
- Türkiye, tarımda ithalata bağımlı hale getirildi.
- Son 15 yılda pestisit kullanımı yüzde 53 oranında arttı.
- İklim krizi tarımsal üretimi ciddi ölçüde olumsuz etkiledi. Kuraklık nedeniyle bazı bölgelerde çiftçilerin ekim yapmaktan vazgeçmek zorunda kaldı.
- Son iki yılda büyükbaş ve küçükbaş hayvan sayısında 6,6 milyon başlık bir azalma yaşandı.
- Hayvancılığa ayrılan desteklerin toplam destekleme içindeki payı 2023’te yüzde 24,2 iken, 2024 yılında yüzde 21,6’ya, 2025 yılında ise yüzde 20,1’e düşeceği açıklandı.
Raporda devletin tanımladığı tarım desteklemelerinin çiftçilere değil, şirketlere yönlendirildiğini kaydetti. 2024’te milli gelirin yüzde 0,2’sine tekabül eden desteklerin yüzde 1’den az olmaması gerektiğine dikkati çekilen raporda, aynı zamanda neoliberal tohum politikaları sonucu tarımdaki istihdamın azaldığı belirtildi.
Toplam istihdamda tarım içi istihdam payının 2002’de yüzde 35 iken 2024’ün ilk yarısında yüzde 14,7’ye düştüğü ifade edildi. Öte yandan rapora göre çiftçilerin bankalara olan borçları 2023’te 551 milyar TL iken, 2024’te 784 milyar TL’ye yükseldi. 2004-2024 yılları arasında çiftçilere verilen destekler 30 kat artarken, çiftçilerin bankalara olan borçları 147 kat arttı.
Aynı zamanda çiftçilerin devlet desteklemelerinden yararlanabilmesi için sertifikalı tohuma mahkûm edildiğinin altı çizildi. Tarımsal üretimin gayri safi yurtiçi hasıladaki (GSYH) payı 2002’de yüzde 10,2 iken, 2024 yılı sonunda yüzde 5,2’ye gerilediği de belirtildi.