Türkiye’nin siyasal gündemindeki yoğunluk ve hareketlilik devam ediyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ve pek çok ismin tutuklanmasının ardından başlayan protestolar boykot çağrılarıyla yeni bir biçimde devam ediyor.
2 Nisan Salı günü için yapılan boykot çağrıları sokakta, alışveriş merkezlerinde ve ekonomik alanda kendini göstermiş görünüyor. Şimdi, bir sonraki adım olarak her çarşamba günü boykotun ilerletilmesi çağrıları yapılıyor. Hükümet ve fiili koalisyon ortağı Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) yetkilileri boykot çağrılarına tepki gösterirken ülke ekonomisinin hedef alındığı görüşünde.
Tüm bu gelişmelerin ortasında, PKK’nin silah bırakmasına yönelik çağrının ardından başlayan süreç de devam ediyor. Sürecin nereye evrileceği konusunda soru işaretleri bulunuyor.
Öte yandan, uluslararası gündem de oldukça hareketli. Peki, bunca gündemi nasıl değerlendirmek gerekiyor? İktidarın hedefinde neler var? İlgili konuları siyaset bilimci Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar ile konuştuk.
“CUMHUR İTTİFAKI HEGEMONYA İNŞA ETMEKTE ZORLANIYOR”
Prof. Dr. Kaynar’a, öncelikle, Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptaliyle başlayan, tutuklanmasıyla ilerleyen ve ülkede önemli gelişmelere neden olan süreci genel olarak nasıl değerlendirdiğini sorduk. Kaynar şunları söyledi: “Herkesin ilgisi son yılların en önemli kamusal figürü Ekrem İmamoğlu’nun önce diplomasının iptali ve ardından tutuklanması sürecine yoğunlaştı. Ancak ağaçlara değil de ormana odaklandığımızda bu konuda önemli bir hususun daha olduğunu görürürüz: Cumhur İttifakı’nın ciddi bir paniği ve artık hegemonya inşa edememesi durumu söz konusu. Cumhur İttifakı toplumda kanaat oluşturamıyor, oluşanı da yönetemiyor. Ben bu durumun Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasından çok daha önemli sonuçları olacağı düşüncesindeyim.
19 Mart’tan bu yana yaşadığımız şeylerin artalanına baktığımda, Cumhur İttifakı’na derin bir sessizliğin, bir mahcubiyetin, hatta diploma ve tutuklamalarla ilgili olarak yaptıkları şeyleri, aldıkları önlemleri vb. meşru ve mazur göstermenin ötesine geçemeyen bir suçluluğun hâkim olduğunu gördüğümü söylemeliyim. Özetle, Cumhur İttifakı’nda bir hegemonya tesis edebilme yani ‘Demek ki suçlu ki gözaltına alındı!’ ya da “Adamın diploması da usulsüzmüş ki elinden alıverdiler” tarzında genel bir kanaat üretebilme hususunda ciddi bir tıkanma söz konusu.
“KARŞIMIZDA SOSYAL BİR HAREKET VAR”
Kaynar’a 2013 yılında yaşanan Gezi Parkı protestolarının ardından ilk kez sokakta önemli bir protesto dalgasının yaşandığını ve bu durumu nasıl değerlendirdiğini de sorduk. “Genellikle, pek çok insan, sokaklardaki bu hareketliliği Gezi Direnişi ile kıyaslama yoluna gidiyor. Aslında ben bunun çok da doğru olduğunu düşünmüyorum. Gezi’yle bugün yaşananlar arasında temel ortak iki nokta var: Her ikisi de AKP iktidarı döneminde yaşandı, yaşanmakta, yani her ikisi de aynı iktidara yönelik bir hoşnutsuzluk üzerine bina olmakta. İkinci olarak, her ikisi de toplumsal hareketler bağlamında değerlendirilebilecek olaylar dizgesi. Özetle, içinde bulunduğumuz sürecin ‘yeni bir Gezi’ gibi söylemlerle değerlendirilmesini pek doğru bulmuyorum. ’10 yıldır neden sokağa çıkmıyorlardı da şimdi çıktılar?’ sorusu da bu bağlamda, anlamlı değil. Bakın, toplumsal hareketler kendine özgü farklı karakterlere sahiptirler. Siyasal hareketlerden farklı olarak toplumsal hareketlere önceden karar verilemez; bunların günleri saatleri önceden tayin edilemez. Belirli bir örgütsel liderleri yoktur ancak kanaat önderleri vardır. Yukarıdan aşağı örgütlü yapılar değildirler yani bir siyasal yapı, bir dernek, bir sendika vb. gibi örgütlü bir yapı üzerinden hareket etmezler. Özetle, önümüzde politik değil bir sosyal hareket var. Bu sosyal hareketin neden misal 6 yıl önce çıkmadığı zaten kendi içinde, kendi tanımında gizli. Nitekim bugün de çıkmayabilirdi. Çünkü sosyal hareketler önceden planlanabilir değildirler. Nitekim, önceden dediğim gibi, belirli bir örgütün, partinin formel bir hakimiyeti de zaten yok. Evet, Özgür Özel bir kanaat önderi olarak görünüyor olabilir ama sokaktaki tepki yalnızca İmamoğlu’nun tutuklanması üzerinden şekillenmediği gibi sokaktakilerin tamamı da CHP içinde örgütlü değil: Üniversite öğrencilerinin farklı talepleri var örneğin. Akademik özgürlük gibi taleplerle sokakta olanlar var. Ümit Özdağ’ın tutuklanmasını protesto etmek için sokakta olanlar var. Ekonomik sebeplerle sokakta olanlar var… Sadece protesto amaçları değil, yöntemleri de farklı; farklı bir ifadeyle protesto taleplerinin dile getirilme biçimlerinde de farklılıklar var. Kimisi ‘Faşizme karşı omuz omuza’ sloganları atıyor kimisi ise ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ diyor. Kimisi farklı örgütlerin bayrağı altında toplanırken kimisi CHP’nin önderliğinde hareket etmekte. Kimisi tweet atmakta… Dolayısıyla tam olarak bir sosyal hareketin özelliklerini görüyoruz” dedi.
“AVRUPA ERDOĞAN’IN POLİTİKALARINI ‘KABUL EDİLEMEZ’ OLARAK DEĞERLENDİRMİYOR”
Türkiye’de yaşananlara Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) tarafından kimi tepkiler olsa da dünya genelinde genel bir sessizlik hâkim gibi görünüyor. Dünyanın içinden geçtiği ekonomik sorunlar, bölgesel çatışmalar ve hegemonya mücadelesi gibi önemli faktörlerin bu durumun yaşanmasında etkili olup olmadığını da Kaynar’a sorduk. “Avrupa’nın kendi sorunları, tepkilerin cılız olmasında elbette ki etkili” diyen Kaynar, “Dünya şu anda kendi derdiyle uğraşır durumda. Trump’ın seçilmesinden sonra AB de bir kaygı içerisinde. Kendi ekonomik sorunları, güvenlik sorunları, göçmen sorunları vb. var ki tüm bunlar da Türkiye’deki olaylarla ilgilerindeki cılızlıkta önemli birer faktör. Öte yandan, Türkiye’de pek çok şey o kadar hızlı değişiyor, gündem o kadar hızlı değişiyor ki dünyanın bu türbülansı bizim gibi ya da bizim kadar takip etmesini de bekleyemeyiz. Bir önemli durum daha var. Erdoğan, Türkiye’deki muhalifler tarafından antidemokratik ve otoriter olmakla eleştiriliyor ve politikaları kabul edilemez bulunuyor. Ama, Erdoğan’ın izlediği politikaların özellikle AB tarafından kabul edilemez olduğunu söylemek mümkün değil. Elbette demokrasi evrensel bir değer ve AB bunun için tepki gösterebilir ama Avrupa’yı derinden ilgilendiren bir göçmen meselesi de var ve Avrupa şunu çok iyi biliyor ki, Erdoğan’ın dışında hangi aktör Türkiye’de iktidara gelirse gelsin göçmen politikaları farklılaşacak. En azından AB, kendisi açısından çok elverişli olarak gördüğü bu politikaların riske girmesini istemiyor. Çünkü Erdoğan’ın göçmenlere yönelik politikası AB için çok elverişli” dedi.
“İKTİDARIN ADIM ADIM ÖRÜLMÜŞ PLANLI POLİTİKALARI YOK”
Türkiye’de ekonomik göstergelerin iyiye gitmediği, hukuka güvenin zayıfladığı ama öte yandan PKK’nin silah bırakmasına yönelik çağrıların olduğu, İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla ilerleyen önemli süreçler yaşandığını hatırlatarak Kaynar’a iktidarın tüm bunlar olurken neyi hedeflediğini de sorduk. “Ben, Erdoğan’ın ya da genel anlamda Cumhur İttifakı’nın bir cinayet romanı gibi adım adım örülmüş, kendi içinde tutarlılığı olan, toplumdan gizlediği ya da peyderpey faş ettiği temel bir planı, bir master planı olduğu düşüncesinde değilim. Yaşananlara dair çeşitli şaşkınlıkları AKP’nin geniş anlamdaki yönetici elitinin de yaşadığını düşünüyorum. Barış süreci ya da yeni açılım süreciyle ilgili zihinler net değilken bu gözaltı ve tutuklama dalgası da o süreci kötü etkileyecektir. Peki, neden bu adımları attılar? İşte tam olarak bilemediğimiz nokta burası. Çözüm sürecine nasıl bir günde gelindi, nereden çıktı bunu bile tam bilmiyorken diploma iptali, tutuklamalar türünden böylesi birtakım uygulamalara gidilmesinin şu anda mantıkla açıklanabilecek bir tarafı yok. Bu bağlamda bilgiye dayalı bir analiz yapılması pek mümkün görünmüyor, sadece niyet okumakla yetiniyoruz” dedi.