“İyi baba” bir istisna değil, olması gerekendir. “Yardım eden” değil, birlikte sorumluluk alan babalar çocukların hayatını değiştiriyor.
Toplumsal bir yalnızlık biçimi: Annelik
Anneler Günü’ne özel yayında Fikir TV’nin Başka Çocuk programı, anneliğin kutsanmış yalnızlığına ve babalık rollerinin sistematik olarak görünmezleştirilmesine ayna tuttu. Nergis Seli ve Duygu Düşmez, yalnızlaşan annelerin değil, sessizce yara alan çocukların da hikâyesini anlattı. Program, annelere yönelik tekil beklentilerin, sevgiye ve ilgiye aç bırakılan çocuklara nasıl yansıdığını tartışmaya açtı.
Duygu Düşmez’in şu sorusu programın omurgasını oluşturuyordu: “Sadece annenin bütün bunları sağlamasını beklemek nasıl bir haksızlık?” Babaların, çocuk bakımında temel görevleri üstlendiklerinde “çok iyi baba” diye övülmesi, buna karşılık annelerin en ufak hatalarında yargılanması eleştirildi. Nergis Seli’nin sözleri netti: “Anneler çocukları tek başına doğurmadı. Babalar yardım etmiyor, görevini yapıyor.”
Yardım değil, ortaklık
Toplumun “yardım eden baba”yı fazlasıyla yücelttiğine dikkat çeken konuşmacılar, babaların ev içindeki sorumluluğunu sahiplenmelerinin bir lütuf değil, doğal görevleri olduğunu vurguladı. Seli’nin öfkesi yerindeydi: “Aa ben çok iyi bir babayım, yardım ediyorum… Ya sen git kendine yardım et!” Yardım etmenin ötesinde bir yoldaşlığa ihtiyaç duyulduğu, ev içi emek eşitliği kadar duygusal emeğin de paylaşılması gerektiği yinelendi.
Babanın anneye davranışı, çocuğun hayata bakışını belirliyor
Çocukların yalnızca kendileriyle kurulan ilişkiyi değil, anne-baba arasındaki ilişkiyi de gözlemleyerek içselleştirdikleri vurgulandı. Duygu Düşmez, çocuğun kadınlara vereceği değerin temellerinin, babanın anneye davranışlarıyla atıldığını söyledi. Seli ise yaşadığı deneyimle durumu somutlaştırdı: “Eşim beni sevgiyle kucakladığında, kızım bana daha sıcak yaklaşıyor. Gergin olduğumuzda ise o da evi dağıtıyor.”
Çocuklara en çok sevgisizlik zarar veriyor
Programın tekrar tekrar döndüğü temel noktalardan biri de “sevgi dili”nin çocuk gelişimindeki yeri oldu. Seli, toplumsal olarak sevgiyi göstermekten kaçınan bir kültürle büyütüldüğümüzü söylerken, çocukların “uyurken sevilen” bireyler olarak yetiştirilmesini eleştirdi. “Sevilmek bile yük olabiliyor bazen,” dediğinde aslında bir kuşağın duygusal kırılganlık haritasını da çizmiş oldu.
Ayrılık değil, iletişimsizlik yaralar
Boşanmış ya da ayrı yaşayan ebeveynlerin çocuklarıyla kurdukları ilişkiyi merkeze alan bölümde, “baba figürünün kaybı”nın çocuklar üzerindeki kalıcı etkileri tartışıldı. Seli kendi deneyimini aktararak, ayrılık sürecini kızının duygusal güvenliğini önceleyerek yönettiklerini, babasıyla olan ilişkinin canlı tutulduğunu ve böylece çocuğun kendini bütün hissedebildiğini anlattı. “Dayanışma yaşatır” cümlesi bu bölümün ana fikriydi.
Toplumun dili aileyi parçalıyor
Programda aile kavramının dar kalıplara sıkıştırılmasına da itiraz edildi. “Bazıları annesiyle yaşar, bazıları babasıyla, bazıları her ikisiyle…” diyen Seli, sevgi bağının hukuki ya da biyolojik bağlardan daha belirleyici olduğunu ifade etti. Farklı aile biçimlerinin meşruiyetinin tanınması, çocukların aidiyet duygusunu güçlendirecektir.
Sorun ekonomik değil, duygusal eşitsizlik
Babaların yalnızca maddi sağlayıcı olarak görülmesinin hem onların duygusal katkılarını bastırdığını hem de ekonomik krizler karşısında onları çözümsüz bıraktığını vurgulayan Duygu Düşmez, “Bir baba çocuğuna ayakkabı alamadığı için intihar ediyor. Bu, sadece ekonomik değil, yapısal bir çöküştür,” diyerek meseleyi daha geniş bir bağlama oturttu.
Çocuklar verilenleri değil, yaşananları hatırlar
Programın belki de en güçlü cümlesi, Duygu Düşmez’in “Çocuk sizin ona ne aldığınızı değil, onunla ne yaşadığınızı hatırlar” cümlesi oldu. Oyuncaklar, kıyafetler, pahalı yemekler değil; birlikte geçirilen zaman, paylaşılan oyunlar ve gösterilen sevgidir çocuğun hafızasında kalan. Bu nedenle babaların çocukla birebir zaman geçirmesi, yürüyüş yapması, oyun oynaması bir “etkinlik” değil, bir ihtiyaçtır.
İyi insan olmak: Ebeveynliğin temeli
Nergis Seli, programın sonunda Simone de Beauvoir’ın ünlü sözünü dönüştürerek şöyle dedi: “Kadın doğulmaz, kadın olunur deniyor ya. Ben de diyorum ki insan doğulmaz, insan olunur.” Program, yalnızca ebeveynlik üzerine değil, insanlık hâli üzerine bir tartışmaya dönüştü. Çünkü bir çocuğa bırakılabilecek en değerli miras, sevgiyle örülmüş, adil ve paylaşımcı bir ilişki modeli. Ve bu modelin inşası, evde başlıyor.
Başka Çocuk ile çocukluğa dair başka bir söz: Çocuk ve şiddet